Gelibolulu Âli Mısır’da gözlemlediği kahvehâneleri anlatırken şu ifadeleri kullanır:
“Mısır
diyarında kahvehânelerin çoğu aşağılıklarla ve tiryakilerle doludur. Bunların
nicesi emekli, yaşlı çavuşlar ve müteferrikalarla dolup taşmaktadır; bunlar güneş
doğmadan gelirler, altlarına bir eski hasır döşeyip akşam oluncaya değin eğlenirler.
Kimisi köle kısmının keyf ehlidir; söze geldikçe törpü dillilerin keskin kılıcı,
dünyanın olaylarını bilir geçinir Kölemenlerdir. Bunlara ‘idrak semtine gel!’
deseler aklın yattığı yola girmez, ‘kelemen’ kelimesini anlamaz; ‘gelemen’ sözünden
geçmez; ‘kareşet’ kelimesini salt bundaki harflerin boğazdan çıktığı yerlerin
yakınlığına dayanarak ‘kara eşek’ sözünden ayıramayan bir bölük iki ayaklı eşeklerdir.
Birtakımı da ata, dona gücü yetmez, divan hizmetini yapmaya gitmez, adları çavuş
ve müteferrikadır; bedava geçinmekle ün salmış bir fıkradır ki işleri kahvehânenin
üst köşesine geçip oturmaktır; söze geldikçe zenginlikten dem vurup veresiye
kahve içmektir. Yalan-yanlış kimi girişler yaparak otu geçtiği gibi kendisinden
geçmektir; yani çoğu sözleri yalandır; boş dedikoduları ya birini çekiştirmek
ya birinin kötülüğünü söylemektir; yahut kovculuk ve iftiradır; ‘filan zamanda
filan idim ve filan devletlüye kethuda idim ve filan serhadda pehlivan idim ve
filan savaşta kimi Rüstem, kimi Neriman idim’ deye kesip atarlar. Bugünde
kendilerinden doğru bir söz işitilmesi ne mümkündür, ne de bunun kolayı vardır.
Bucakları
akrep, yılan ve kimi de bit dolu kahvelerde kendilerinden geçmiş şaşkın, çevresine
hayran hayran bakan tiryakiler duvardaki resim gibi duvara dayanıp kalmışlar; Müslümanların
toplandığı köşeleri puthaneye döndürmüşler. Şaşılacak yer şurasıdır ki onun
gibi uygunsuzlara saz bile çaldırırlar. Binlerce kımıldayan ölü ile dolmuş
meclisleri düğün evine çevirirler. Oysa onları kim okur kim dinler. Zavallı
sazendeler, salt ücret almak için çalıp çağırırlar; çeng ve rebab gibi inil
inil inlerler.
[Mısır,
Kahire’de bulunan kahvehâneler hakkında bu olumsuz görüşleri söyleyen
Gelibolulu Âli Türk, Arap ve Acem kahvehâneleri hakkında ise şunları söyler:] Nerde
bulunur öyle bir kahve ki Türk zarifleriyle dolu olsun; ya da Arap ve Acem
bilginlerinin toplandığı bir yer olsun.
Kahvehaneler sadece bu kişilerin mekanı değildir. Kahvehânelerin asıl işlevi kahve içmenin yanı sıra insanların toplandıkları, sohbet ettikleri, fikir alışverişinde bulundukları ayrıca buraların birçoğunun câmilere yakın olması hasebiyle orada oturanların namaz vakti câmiye gittikleri mekânlar olmasıdır.
Gelibolulu Âli, yine 16. yüzyılda yine Mısır Kahire’de kahvehânelerin çokluğundan bahsederken genel itibariyle eleştirmesine rağmen şu şekilde övgülere de yer vermektedir: “Adım başında bir kahvehâne vardır; bunlar, Âdemoğullarının toplandığı paha biçilmez yerlerdir. Seherde namaza kalkan dindarlar doğrulup buralara varırlar. Bir fincan kahvesini içip canlarına can katarlar. Bir bakıma bunun verdiği azıcık keyfi, taat ve ibadetlerinin güçlenmesine sebep sayarlar. Bundan dolayı öğülür ve anlatılır.”
Kahvehaneler sadece bu kişilerin mekanı değildir. Kahvehânelerin asıl işlevi kahve içmenin yanı sıra insanların toplandıkları, sohbet ettikleri, fikir alışverişinde bulundukları ayrıca buraların birçoğunun câmilere yakın olması hasebiyle orada oturanların namaz vakti câmiye gittikleri mekânlar olmasıdır.
Gelibolulu Âli, yine 16. yüzyılda yine Mısır Kahire’de kahvehânelerin çokluğundan bahsederken genel itibariyle eleştirmesine rağmen şu şekilde övgülere de yer vermektedir: “Adım başında bir kahvehâne vardır; bunlar, Âdemoğullarının toplandığı paha biçilmez yerlerdir. Seherde namaza kalkan dindarlar doğrulup buralara varırlar. Bir fincan kahvesini içip canlarına can katarlar. Bir bakıma bunun verdiği azıcık keyfi, taat ve ibadetlerinin güçlenmesine sebep sayarlar. Bundan dolayı öğülür ve anlatılır.”
Kaynak: Klâsik Türk şiirindeMükeyyifât Unsuru Olarak Kahve
ve “Hikâye-i Îcâd-ı Kahve-i Yemen” (Fatih ODUNKIRA- Bilal ALPAYDIN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı bekliyoruz.