Milan Kundera: Roman Avrupa'nın eseridir
Modern Çağı basit biçimde mahkum eden bu bakışı ağır bir
yargı olarak düşünmenin saflık olacağını sanıyorum. Ben daha çok iki büyük
fiozofun hem gerileme hem ilerleme olan ve insani her şey gibi sonunun tohumunu
doğumunda taşıyan bu çağın belirsizliğini açığa kavuşturduklarını söyleyeceğim.
Bu belirsizlik, filozof değil, romancı olduğum için kendimi daha çok bağlı
hissettiğim Avrupa'nın son dörtyüz yılının değerini düşürmüyor gözlerimde.
Aslında bana göre Modern Çağın kurucusu yalnız Descartes değil, Cervantes'tir
de aynı zamanda.
İki fenomenolog Modern Çağı değerlendirirken büyük olasılıkla Cervantes'i gözden kaçırdılar. Buradan hareketle şunu söylemek istiyorum: Felsefenin ve bilimlerin insan varlığını unuttukları bir gerçekse de aslında bu unutulmuş varlığın aranmasından başka bir şey olmayan büyük bir Avrupa sanatının Cervantes'le birlikte oluştuğu çok daha belirgin biçimde ortaya çıkmıştır.
Heidegger'in Varlık ve Zman 'da çözümlediği ve bütün Avrupa felsefesi tarafından ihmal edildiğini söylediği yaşamın tüm büyük temalarını, romanın dörtyüz yılı (romanın Avrupa'da can bulmasının dörtyüz yılı) açıklamış, göstermiş ve aydınlatmıştır. Roman, kendi mantığı ve kendi yöntemiyle yaşamın çeşitli yanlarını bir bir keşfetmiştir: Cerantes'in çağ daşlarıyla serüvenin ne olup olmadığını sorguladı; Samuel Richardson'la "insanın iç dünyasında olup bitenleri" irdelemeye, duyguların gizli dünyasını açığa çıkarmaya başladı; Balzac'la insanın tarihle olan derin bağlarını keşfetti; Flaubert'le günlük yaşamın o döneme kadar bilinmeyen yanlarını araştırdı; Tolstoy'la insanın karar ve davranışlarında akıldışının işe karış ması sorununa eğildi. Zamanı inceledi; Mareel Proust'la yakalanamayan geçmiş anı; James Joyce'la yakalanamayan şimdiki anı; Thomas Mann'la uzak çağ lardan gelip adımlarımızı yönlendiren mitlerin rolünü sorguladı vb. Husserl'in Avrupa tinselliğinin özü olarak gördüğü "bilme tutkusu" insanın somut yaşamını incelemek ve "varlığın unutulması"na karşı korunmak, "yaşamın dünyası"nı sürekli ışık altında tutmak için ona egemen oldu. Hermann Broch'un takıntısını bu anlamda anlıyor ve paylaşıyorum: Yalnızca bir romanın keşfedebileceği şeyi keşfetmek. Bir romanın varoluşunun tek nedeni budur. Yaşamın o zamana kadar bilinmeyen bir yanını keşfetmeyen roman ahlaka aykırıdır. Romanın tek ahlakı bilgidir.
Şunu da ekliyorum: Roman Avrupa'nın eseridir; değişik
dillerle gerçekleşmesine karşın buluşları bütünüyle Avrupa'nındır. Buluşların art arda gelişi (yazılanların toplamı değil) Avrupa
romanının tarihini oluşturmuştur. Bir yapıtın değeri (yani buluşunun getirdikleri)
ancak bu uluslarüstü bağlam içinde bütünüyle görülebilir ve anlaşıabilir. (Kundera, 1989, s. 12-14)
Kaynakça
Kundera, M. (1989). Roman
Sanatı. İstanbul: Afa.
Milan Kundera: Çekçe ve Fransızca yazan Milan
Kundera, Çekoslovakya'nın Brno kentinde dünyaya geldi. Bir süre müzisyen olarak
çalıştıktan sonra yazarlıkta karar kıldı. Prag Yüksek Sinema Araştırma
Enstütisünde verdiği derslerle Çekoslovak sinemasının Yeni Dalga akımı
yönetmenlerinin yetişmesine katkıda bulundu. Şaka ve Gülünesi Aşklar kitabını
yayınladı. Rusların 1968'de Çekoslovakya'yı işgalinden sonra kitapları
yasaklanan Kundera, 1975 yılında Fransa'ya yerleşti. Bu tarihten sonra
yayınladığı kitapları arasında Yaşanı Başka Yerde (Prix Medicis Ödülü/ Fransa),
Ayrılık Vadisi (Premio Mondello/İtalya), Gülüşün ve Unutuşun Kitabı (Commonwealth
Ödülü/ABD), Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği (Los Angeles Times-(Jerusalem Ödülü)
sayılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı bekliyoruz.