Translate

Cuma, Eylül 14, 2018

Karabibik Romanından Parçalar (Nabizade Ahmet Nazım)


Nabizade Nazım, 1890 yılında natüralist bir yaklaşımla kaleme aldığı uzun hikaye formundaki ilk köylü romanı Karabibik’i yazmak için Kaş’ta altı ay kalmıştır. Görevli olarak gittiği Kaş’ta gözlemleyip anlattığı mekan, kişi ve olaylar hem başarılı hem de bugünkü Kaş coğrafyasıyla örtüşmektedir. Gözlem yapmadan kaynaklardan hareketle gerçekçi romanlar yazılabileceğini düşünen Ahmet Mithat Efendi’nin aksine romanı için gözlem yapmaya giden Nabizade Nazım’ın mesaj verme kaygısı yoktur ve Anadolu köylüsünü anlatmıştır. Bu haliyle Ebubekir Hazım Tepeyran (Küçük Paşa) , Yakup Kadri (Yaban) gibi yazarlar için köy romanı yolunu açmıştır. Köy, köydeki kişiler, köylünün ilişkileri, köy kültürü… için romandan bazı bölümler:

 “… Ayağındaki iri, kalın pençeli, sökük yemenileri kemal-i zahmetle sürüklemekte, lime lime, rengi cinsi belirsiz, muhtelif renkte yamalı dizliğinin deliklerinden iç donunun toprak rengine nail olan rengi görünmekte, bir eski istibdal neferinin kim bilir kaç sene evvel hediyesi olmak üzere malik olduğu ceketi, tutar giyilir yeri kalmadığı hâlde ve bedenini ihatadan âciz kalmakla beraber yine sırtında bulunmakta; bu ceketin altında kirli gömleğinin göğsü, yakası büsbütün açık kalarak kayış gibi sert ve siyah olan vücudunun göğüs ve bağır kısımlarını hep açıkta bırakmakta idi. Çenesinde beyazlı siyahlı olmak üzere ispat-ı vücut eden tek tük kıllar, dik ve seyrek bıyıkların da inzimamıyla müdevver, gayet esmer, ufarak gölü olan çehresinin heybetini artırmakta ve bu heyet-i acibe insanda tuhaf bir korku uyandırmakta idi.”


 “… Otuz iki dönüm tarlası olanların da el ayası kadar toprağa göz dikmesi münasebetsiz değil mi ya? Kendisi şu kadarcık tarla sayesinde ancak akşamları bir kaşık sıcak çorba içecek kadar mal kaldırabiliyor. Elinden bu da çıksın da açlıktan mı ölsün? Zaten Yosturoğlu’nun babası da bu toprak hırsından ölmemiş miydi? O vaktin behrinde de babası himdi kendisi gibi ötekinin berikinin damına, tarlasına göz koya koya herkesin canını yakmıştı.”

“Güneş ufk-ı şarkîyi teşkil eden tarafta, güya denizden çıkıyormuş gibi Bahr-i Sefid’in donuk, durgun sathından doğru yükselmekte idi. Temre ovası gecenin ayazı içinde uyuşmuş çilenmiş kalmış iken güneşin henüz mail ve zayıf olarak intişar eden şuaatının tesiratı sayesinde ısınmaya başlamıştı. Arkada Mira silsile-i cibalinin sekiz yüz metre rakımı bile tecavüz eden sivri, çıplak tepeleri kar ile mestur bulunmakta idi. Mevsim şubat iptidaları olup Karabibik’ten evvel davranmış olanların tarlalarında yarım karış kadar yemyeşil ekinler baş kaldırmış idi.”

“Herkes işinin başına gitti. Karabibik harımını ikmal ile uğraşmakta idi. Fakat şu öküz hesabı bir türlü zihninden çıkmıyor idi. Koca İmam’dan gündeliği yarım mut zahireye istiare ettiği öküzler gibi bir çift öküze kendisinin dahi malik olması halindeki saadetini düşünmekte idi. Ah bir çift, bir çift! Bu hayvanları ne kadar sevecek idi. Yazın yaylaya çıkarken eskisi gibi ‘malsız’ olarak gitmeyecek, bir çift güzel öküzü önüne katarak köy halkının arasında sevincinden şarkı ünleye ünleye yürüyecek idi. Bu saadetin hülyasına dalmış olduğu cihetle işinde makine gibi habersiz devam etmekte idi. Fakat ufk-ı hayalâtı üzerinde bir karaltı peyda oldu:
Para! Bunun için yirmi mecid olsun lazım idi. Ah bu yirmi mecidi nereden bulmalı? Tüccar Anderya’ya koşmalı. Fakat Anderya’ya olan borç da çoğaldı. Daha geçen gün herif bir salkım çetele gösterdi. Çetele artıyor. Lâkin çare yok bu isteği de yerine getirmeli. Günde yarım mut bu!”

“Karabibik bir çift satın almayı zihnine koymuş, karar vermiş gitmiş idi. Fakat şimdi mesele öyle bir çift bulmakta idi. Karabucak köylü Durali üç öküzden fazla olanını satmak istiyordu. Fakat bu da pek zayıf idi. Bir deri bir kemik; hem de on iki mecid istiyordu.

Kadıkum köylü Sarı Ali kızı Ayşe’nin de satılık bir hayvanı vardı, ama bu da hasta idi. Termeli Andanoğlu’nun öküzleri ise pek yavuz, ama pek tuzlu: Çiftine otuz bir mecid istiyordu. Ni hâl etmeli?

Karabibik bu meseleyi zihninde evirip çevirmekte ve fakat hiçbir hâl-i sahih bulamamakta idi. Bir taraftan da Anderya’daki çetelelerin yekûnunu toplamaya çalışıyordu. Bilemem bundan kaç gün evvel yarım okka yağ için Anderya’nın mağazasına gittiği zaman bilmem ne kadar çentik saymıştı. Kırk mı elli mi bilemiyorum gayrıkim. Ah hocalar gibi yazıp okuma bilmemek ne kadar fena. Mah işte ne kadar borç vardır insan bilmez ki; keşki kızan iken mektebe gitseydi! O vaktin behrinde de köyde bir hoca var mıydı ya!


“Bütün mutluluğu karnının doyması ve üremeye yöneliktir. Bunları sağlayacak araçlara ulaşması ise ancak para ile mümkün olduğundan tefecilerin elindedir. Karabibik eserin sonunda isteklerine kavuştuğu için mutludur. Benzer sıkıntıları bir yıl sonra yaşayacağını da hatrına bile getirmez.”

“Karabibik’in girdiği yer kerpiç şeklinde çamur parçalarından teşekkül etmiş dört duvar arasında sıkışmış sekiz arşın boy, beş arşın en ve üç arşın yükseklikten ibaret bir mahallin üstü hâl-i tabiîsinde çam gövdelerinden mürekkep çatı üzerine bir karış kalınlığında yağlı toprak çekilmekten ibaret bir sakf ile örtülmüş ahır gibi yer odası idi. Pencere namına hiçbir deliği olmayıp hava ve aydınlığı sade duvarın birisinde ocak namıyla açılmış olan geniş, isli, kurumlu bir büyük delikten almakta idi.

Bu ocağın güya bacası olan dört kerpicin irtifaı, hasıl olan dumanı çekemediğinden ve hele lodos havalarda şu karanlık, rutubetli, dar ahırın içi ocakta yanan pırnal ve çam dallarının kesif, pis kokulu dumanıyla boğulur kalırdı. Bu duman tavanın kütüklerini simsiyah etmiş, duvarın topraklı cidarlarını kalın bir kurum tabakasıyla setreylemiş idi.
Odanın zemini adî kuru toprak olup şurasına burasına Karabibik’in kim bilir kaçıncı karın akrabasından beri tevarüs edegelen fersude, renksiz bir iki kilim parçası atılmış, bir köşeye bir iki kırık, murdar toprak çukal, bir iki tahta kaşık, bir iki tahta tabak, diğer bir köşeye içi yayla unu ile dolu bir kavanoz, darı unu ile dolu bir yayık, bir yufka sacı, bir sacayak, yağ, pirinç gibi bazı erzak kapları filân yığılmış idi. Ocağın karşısındaki duvar tarafında da iki ot yatağı, iki yün yastık, iki yorgandan ibaret bir yığın üzerine Huri’nin iki kattan ibaret olan elbisesi darmadağınık bir surette atılmış idi.”


“Akşam üstü Karabibik damın kapısından girdiği zaman kızı Huri tembel tembel uzanıp yatmakta idi. Huri’nin yaşı otuzu geçmiş olduğu hâlde henüz kendisine bir koca zuhur etmemişti. Gayet esmeri gözleri patlak ve çipil, sağ bacağı topal, dudakları küçük, vücudu etine dolgun, ayakları hem iri hem nasırlı, elleri küçük ve nazik, saçları kara ve dizlerine kadar uzun idi. Ahlâk cihetinde ise bazı fezailiyle beraber, birçok da nekayısı mevcut idi; mesela gayet tembel olduğu hâlde, gayet merhametli idi. Kibri epeyce ziyade, cahil, odun gibi kaba ve fakat çocuklara muhabbeti ziyade idi. Bu hâl ile bir dikkatli valide olmaya müstait ve kabil idi.


“Karabibik’in girdiği yer kerpiç şeklinde çamur parçalarından teşekkül etmiş dört duvar arasında sıkışmış sekiz arşın boy, beş arşın en ve üç arşın yükseklikten ibaret bir mahallin üstü hâl-i tabiîsinde çam gövdelerinden mürekkep çatı üzerine bir karış kalınlığında yağlı toprak çekilmekten ibaret bir sakf ile örtülmüş ahır gibi yer odası idi. Pencere namına hiçbir deliği olmayıp hava ve aydınlığı sade duvarın birisinde ocak namıyla açılmış olan geniş, isli, kurumlu bir büyük delikten almakta idi.

Bu ocağın güya bacası olan dört kerpicin irtifaı, hasıl olan dumanı çekemediğinden ve hele lodos havalarda şu karanlık, rutubetli, dar ahırın içi ocakta yanan pırnal ve çam dallarının kesif, pis kokulu dumanıyla boğulur kalırdı. Bu duman tavanın kütüklerini simsiyah etmiş, duvarın topraklı cidarlarını kalın bir kurum tabakasıyla setreylemiş idi.
Odanın zemini adî kuru toprak olup şurasına burasına Karabibik’in kim bilir kaçıncı karın akrabasından beri tevarüs edegelen fersude, renksiz bir iki kilim parçası atılmış, bir köşeye bir iki kırık, murdar toprak çukal, bir iki tahta kaşık, bir iki tahta tabak, diğer bir köşeye içi yayla unu ile dolu bir kavanoz, darı unu ile dolu bir yayık, bir yufka sacı, bir sacayak, yağ, pirinç gibi bazı erzak kapları filân yığılmış idi. Ocağın karşısındaki duvar tarafında da iki ot yatağı, iki yün yastık, iki yorgandan ibaret bir yığın üzerine Huri’nin iki kattan ibaret olan elbisesi darmadağınık bir surette atılmış idi.”

 “… Hele Huri tembel olduğu kadar obur idi. Üç tane yufkayı peşkir gibi katmer katme bükerek birbiri üzerinde önüne yığmış, pilav çukalını da kendisine doğru pek ziyade çekmiş idi. El kadar bir yufka parçasını avurduna tıkadıktan sonra iki kaşıklık kadar pilavı da birlikte yutmaya çalışırdı.”
“Huri bu fikre pek iştirak edemiyor idi. Fakat bir erkekten daha iyi düşünebilecek değil a. Belki babası daha akıllıdır.”

 “ ‘Kaş’a çağrılmak’ köylüler için mezara çağrılmaktan beter gelir. Çünkü Kaş’a çağrılmak demek merkez-i kaza olan Kaş’ta mahkemeye davet olunmak demek idi. Tüccar alacaklarını istifada biraz müsamahalı davranırsa mahkeme vazifesini günü gününe ifa eder. Hem de oraya kadar sürüklenmek, hanlarda birçok masraf etmek, günlerce işten güçten kalmak köylülerin gücünü yıldırır.”

 “… Henüz uyku sersemi bir kadın avluda sabah tuvaletini yapmakta idi. Tombul, orta boylu, ablak çehreli, sarı saçlı güzelce olan bu kadın Linardi’nin karısı Eftelya idi. Karabibik’i görnce sırıtarak bağırdı ki:
—Ne ister Karaböbrek?
Karabibik yılıştı. Ağzı kulaklarına değecek derecede sırıtarak dedi ki:
—Seni görmee geldim.”

“Dih… Ha gözüm ha. Çic çic çic çic!.. Yürrüüü! Hööt!.. Dah dah!..
Karabibik birinci dönümü bitirmek üzere idi. Sağa sağa kaçmaya çalışan ‘Benekli’ yi öğendirenin burnuyla yola getirmekte idi. Yüreğinde bir sevinç duymakta idi. Sabanın sapına kemal-i gurur ile sarılarak kuvvetli demirin açtığı çığır üzerinde ağır hatveleriyle yürümekte idi.
Harımın yanına kadar yaklaştı. Hayvanları harmanlayıp ikinci dönüme geçti. Hem yürüyor hem şarkı gibi bir şey mırıldanıyor idi: Bas gidelim, yavrum da bas gidelim!”

Kaynak: (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili Ve Edebiyatı (Yeni Türk Edebiya Anabilim Dalı Nâbi-Zâde Nâzım Hayatı, Sanatı, Eserleri Yüksek Lisans Tezi Hande Akdağlı Ankara-2009)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı bekliyoruz.