Salâhattin
Bey, Doktor, Savcı, Başçavuş ve Jandarma yağmurlu bir sonbahar günü cinayetin
işlendiği Kuyucak köyüne gittiler. Köyün muhtarı ile olay mahalline vardılar.
Cinayet mahalli çiçekli bahçesi olan küçük bir evdi. Karanlık odada, yatağın
üzerinde bulunan iki cesedi sabit gözlerle izleyen onlu yaşlarında bir erkek
çocuk vardı.
Doktor cesetlere bakarken Kaymakam küçük
çocukla ilgilendi. Yabancılara soğukkanlı ve ilgisiz tavırlarla yaklaşan bu
çocuk, ölenlerin oğlu Yusuf'tu. Anne ve babasından başkası olmayan çocuğun
üzüntüsünü paylaşması, onun gururuna dokunuyordu.
Erkek çocuğa sahip olmayan Kaymakam, işlerini
de bitirdikten sonra Yusuf’u da yanına alarak Nazilli'ye götürdü. Fakat karısı
bu durumdan hiç hoşlanmadı. Çocuğun gelmesiyle Şahinde'nin durumu daha da kötü
bir hal aldı. Salâhattin Bey evlilikleri boyunca onunla düzgün bir ilişki
kurmak için birçok yöntem denedi ama hiçbirinde başarılı olamadı. Evlilikleri
kötü durumdaydı. Öyle ki onları, çözüm yolu olarak görülen kızları Muazzez bile
düzeltmedi. Zaten genel sorun da bu değil miydi? Genç kızlar, kendilerinden
yaşça büyük adamlarla evlenirler lakin hayal ettikleri gibi ilişkilerini
yürütemezlerdi. İçinden çıkılmaz sorunlar nedeniyle adamlar, kolay yol olan
içkiye başvurup çıkmaza sürüklenirlerdi.
Salâhattin Bey ve Şahinde'nin ilişkisi
Yusuf’u şaşırtıyordu çünkü ne kendi annesi Şahinde kadar ağzını açabilirdi ne
de babası Salâhattin Bey kadar karısına tahammül edebilirdi. Yusuf’a bu evde
iyi gelen tek kişi Muazzez'di. Ona hislerini göstermekten çekinmezdi. Ama ne
yazık ki köyüne olan özlemini Muazzez bile gideremiyordu. Günlerin çoğunu
sessizce camdan Kuyucak dağlarını ve bulutları izleyerek geçiriyordu. Bu dönem Kamyakam'ın Edremit'e tayini
çıkıncaya kadar devam etti. Yusuf’un kısa olan eğitim hayatı Edremit’te
başladı. Yusuf okumaktan ziyade gücüne kuvvetine güvenen bir çocuktu. Ona göre
okumak çok da gerekli bir şey değildi. Yusuf’un bu durumu Şahinde’nin canını
sıksa da Muazzez'e baktığı için olayları oluruna bıraktı.
Yaşadıkları her yer ahenk içerisinde olan bu
kasabadaki çocukların, muhtelif grupları vardı. Yusuf ilk başlarda onların
işlerine karışmak istemese de, bir gün dayanamadı ve onunla dalga geçen
Karabaşın Mehmet’e yumruk attı. Bu olaydan sonra Ali ve Kâzım ile tanıştı. Ali
ile aralarındaki ilişki alışveriş niteliğindeydi. Yusuf onu korurken Ali de ona
öğrendiklerini anlatırdı. Vakitlerinin çoğunu birlikte geçirirlerdi hatta bazen
Muazzez'i de yanlarına alırlardı. Yusuf ve Muazzez arasındaki bağ gittikçe
artmıştı. Çünkü Şahinde Hanım ona yeterince zaman ayırmıyordu. Kazım ise
arkadaş grubunun en büyüğü ve en hesaplısıydı. Sahip oldukları dut ağacından
dolayı yaptıkları gezintilere hiçbir şey götürmezdi. Yusuf bu gezintilerde
aşçılıkta iyi olan Vasfi, gani gönüllü olan İhsan gibi birçok kişiyi tanıdı.
Aradan altı yıl geçmiş ve Yusuf on altı
yaşına gelmişti. Zamanının çoğunu Salâhattin Bey’in aldığı zeytinlikle
ilgilenerek veya rahatına bakarak geçiriyordu. Yusuf hala şehirlileri kendine
yakın hissedememekle birlikte oradaki işçilerle daha iyi anlaşıyordu. Belki de
yakınlık duymasının sebebi onların şehirliler tarafından ezilmesiydi. Yusuf,
hiç kimse farkında olmadan evin en sözü geçen adamı oluvermişti. Muazzez bu
sıralar on yaşındaydı. Çeşitli el işleri ile uğraşıyor ve Mürüvvet Hanım'dan ut
dersleri alıyordu. Fakat Yusuf, İhsan'dan duyduğu münasebetsiz rivayetlerden
dolayı Muazzez’e ut derslerini bıraktırdı.
Aradan üç yıl daha geçmişti. Yusuf yabancı
kaldığı bu şehre alışıyordu. Bu küçük şehri sıradanlıktan uzaklaştıran
hadislerden biri de bayramlardı: “Bu şehirde asıl yaşamaya başlaması da zaten
bir bayram gününe rast geliyordu.” Yine bir bayram günü Yusuf ve arkadaşları
Akça iskelesine gitmek için sözleşseler de Kâzım'ın gelememesi üzerine Ali,
Yusuf ve Muazzez köy meydanındaki salıncaklara gittiler. Ali ve Muazzez
salıncağa binerken Yusuf onları izliyordu. O sırada İhsan ve Şakir geldi. Şakir
genç yaşta olsa da kasabadakilere yaka silktirmiş, ahlaksız bir çocuktu.
Şakir her zamanki gibi sarhoş ve olay
çıkarmaya meyilliydi. Bir gün Şakir biraz sallandıktan sonra salıncaktan inip
yüzündeki sarhoş gülümseme ile başındaki oyalı yemeniyi Muazzez’in salıncağına
atarak kızı korkuttu. Bu olay sonucunda tetikte olan Yusuf, Şakir’e yumruk
atarak kavgayı başlattı. Şakir'i kurnaz bir kişiliğe sahip olan yakın arkadaşı,
Hacı Etem sakinleştirdi. Ve o gün Şakir bir söz verdi. Bu söz Yusuf’un ileriki
hayatında hiç de iyi vakalara yol açmayacaktı. Bunlardan en mühimi de bir
zeytinlik meselesiydi.
Yusuf her zamanki gibi zeytinliğe gittiğinde
iki yabancıyla karşılaştı. Çaresiz görünen kadının, kızı ile birlikte
çalışacağı bir işe ihtiyacı vardı. Yusuf gelenlerin Çineli olduğunu öğrenince
bir akrabasına rast gelmiş gibi oldu. Tüylerini ürpertecek kadar solgun olan
Kübra’ya acıyıp onları işe aldı. Ertesi gün kız hasta olduğu için gelmemişti.
Gün boyunca kızı düşünen Yusuf, akşamüzeri kadınla birlikte kızın yaşadığı
kerpiç bir kulübeye vardı. Kadın, yemek hazırlarken ev sessizdi. Sessizlikten
rahatsız olan Yusuf dayanamayıp kıza hasta olup olmadığını sordu. Kız hasta
olmadığını söyledikten sonra annesinin verdiği çorbadan bir iki kaşık içti.
Kübra çorbayı aniden atarak ağlamaya başladı. Kadın bir taraftan ağlarken bir
taraftan da tüyler ürperten hikâyesini anlatmaya başladı. Kübra'nın babası,
onları terk etmişti. Kadın zor günlere daha fazla dayanamayıp Fabrikatör Hilmi
Bey'in evinde çalışmaya başlamıştı. Kadının hikâyesini bölen kapı sesinin
ardından Yusuf, gelenin Hacı Etem olduğunu anladı. Daha sonra kadın ve Hacı
Etem arasında tartışma çıktı. Tartışmayı Hacı Etem'in tokadı böldü. Yusuf olaya
müdahale edeceği sırada birden sırt üstü yere düştü.
Salâhattin Bey için her şey aynıydı. Kendini
her zamanki gibi “rakı”ya vuruyordu. Yine bir akşam Kaymakam'ın arkadaşı,
Hulusi Bey’in Tavşanbayırı'ndaki evinde toplandılar. Onlara beklenmedik misafir
olan Hilmi Bey ve Hacı Etem eşlik etti. Hilmi Bey’in kumar teklifiyle birlikte
sarhoş olan Salâhattin Bey, Hilmi Bey’e ödeyemeyeceği bir meblağda borçlandı.
Ertesi gün Salâhattin Bey ve Hulusi Bey
önceki gece hakkında konuşurken Hacı Etem elinde senetlerle çıkageldi. Senet
imzalatmalarındaki amacı anlayamayan Kaymakam çaresizce senedi imzaladı. Akşam
eve geldiğinde Şahinde’nin verdiği havadisler, onu hayrete düşürdü. Parçalar az
çok Salâhattin Bey’in kafasında birleşti. Hilmi Bey’in üç yüz yirmi altın borç
vermesinde ki amaç kızı Muazzez olabilir miydi? Peki, şehrin zengin ve soylu
ailesini kim, neden reddederdi ki? Ertesi gün Şakir’i biraz soruşturunca asıl
amacının kızını vermek istemeyen Salâhattin'in elini ayağını bağlamak olduğunu
anladı. Ama yine de şimdilik işi savsaklamayı uygun buldu. Salâhattin Bey,
Yusuf’a bu konuyu söylememeyi tercih etti.
Yaralanan Yusuf’u evine zeytinlikte tanıştığı
kadın ve kız getirdi. Yusuf'un yarası ağır değildi. Salahattin Bey Yusuf'un kendisi
için ne kadar önemli olduğunu o zaman anladı. Ne olduğu konusunda kulağına
gelen havadislerle yetiniyordu. Fakat bunlarla yetinmeyen Muazzez Yusuf'un
odasına gitti. Kübra hakkında konuşmak için giden Muazzez, Hilmi Beylerin onu
istediğini söyleyiverdi. Kıpkırmızı kesilen Yusuf sinirle bağırıp sorular
soruyordu. Muazzez ağlamaya başladı. Yusuf'a bakan Muazzez’in gözlerinde
hayret, sitem ve kırgınlık vardı. Daha sonra Muazzez başı önde ağır ağır odadan
çıktı.
Kübra ve annesinin Salâhattin Bey ile tanışmaları
Hilmi Bey'i hızlı olmaya sevk etti. Ricaların yerini tehditler alınca
Salâhattin Bey ümidi kesti. Ama Salâhattin Bey'in kafasında Şakir'in Muazzez'e
olan ısrarı hakkında sorular dolanmaya devam ediyordu. Şahinde Hanım bu konudan
memnundu. Salâhattin Bey işin içinden çıkamayınca Yusuf'a danıştı. Yusuf başta
umursamıyormuş gibi yapsa da Salâhattin Bey’e karşı hissettiği merhamet ve
sevgi hissi ile ezilince ona Kübra ve annesi ile konuşması konusunda
tavsiyelerde bulundu. Kübra ve annesinin Hilmi Bey ile ne alakası olabilirdi
ki?
Yusuf, Kübra ile annesini odaya çağırıp yarım
kalan hikâyelerini tamamlamalarını istedi. Anlatacakları Kübra'ya ağır gelse de
kardeşi olarak gördüğü Muazzez 'e kıyamadı. Şakir'in onu nasıl sıkıştırdığını,
olanları annesine neden söyleyemediğini anlattı. Son olarak da ruhsuz ve kapalı
çıkan sesiyle Hilmi Bey ve Şakir'in onu çalışmak için gittiği bağda yalnız
kalınca şıkıştırmalarını anlattı. Yusuf daha fazla dayanamayıp odanın çıkışına
yürüdü.
Yusuf, Kübra’nın hikâyesini öğrendiği gece
Ali’nin dükkânına gidip onların nasıl insanlar olduğunu kendince sorguladı.
Yaşadığı dünyada karşılıksız hayır işlenmiyordu. Öyle ki en yakını olan Ali
bile para karşılığında Muazzez’i istiyordu. Üstelik para Ali için çok da büyük
bir dert değildi. Sonuçta onun sözlerini ikiletmeyen zengin bir büyükannesi
vardı. Yusuf, arkadaşından aldığı parayla Şakir'e olan borcunu ödeyecekti.
Şakir’den kurtardığı kız kardeşini şimdi de Ali’ye teslim edecekti. Yusuf bu
durumdan memnun değildi ve Ali’ye imada bulunmaktan da çekinmiyordu. Fakat Ali
yüreğinde hissettiği tatlı hislerden olsa gerek Yusuf’un sözlerindeki alayı
hatta hakareti fark etmiyordu.
Birkaç gün sonra Yusuf ve Hacı Etem rast
geldi. Yusuf ona “Akşam Çınarlı Kahve’ye gelmesini, gelirken yanında senedi de
getirmesini, onlara olan borcunu ödeyeceğini söyledi. Ne Şakir ne Hacı Etem ne de Hilmi Bey
Yusuf’un o parayı nasıl ödeyeceğine mantıklı bir cevap bulabiliyordu. Yusuf akşam borcunu ödedikten sonra kahveden
ayrıldı. Yusuf’un ardından Şakir kahveye geldi. İkili başlarındaki sorunlara
çare düşündü. Hacı Etem’in çare aradığı sorun, Kübra'yken, Şakir’in aklında
Muazzez'den başkası yoktu.
Yusuf, kahveden ayrıldıktan sonra gecenin ve
yağmurun ev sahipliği yaptığı sokaklarda dolaşırken içine bir hüzün çöktü. Ne
kadar yalnız olduğunu fark etti. Onu düşünen birileri var mıydı? Ve o gece
belki de ilk kez iri gözleri parlamıştı. Çünkü onu düşünen, seven hatta isteyen
biri vardı. Eve döndüğünde onu bekleyen Muazzez, ona ne Şakir’i ne de Ali'yi
istediğini söyledi. Muazzez ellerini tuttuğu adamı istiyordu; bunu belli
etmekten de kaçınmadı.
Yusuf başladığı işi nasıl sonlandıracağını
düşünüyordu. Gidip Ali’ye ne diyecekti? Ya söyledikleri karşısında Ali ne
yapar, ne derdi? Tam bir çıkmazın içinde olan Yusuf, Ali’nin dükkânına vardı.
Ali, Muazzez’i ailesine söylemişti. “Muazzez sana razı gelmiyor.” demedi,
diyemedi. Elinden geleni yapıp Muazzez’i, Ali’ye karşı ısındıracaktı. “Nasıl
hayatının en güzel gecesini böyle korkunç bir gün takip ediyordu.” Yeni bulduğu
hisleri, arzuları neden ve kim için öldürüyordu. Düşününce uğruna hislerini
öldüreceği adamı böyle bir fedakârlık yapacak kadar sevmediğini hatta onu küçük
gördüğünü fark etti. İnsan tepeden baktığı, küçümsediği insanı nasıl
sevebilirdi? Yusuf'un sevdiği bir Salâhattin Bey bir de Muazzez vardı.
Salâhattin Bey’i sabrından dolayı saygı duyup seviyordu. “Muazzez’e olan
hisleri ise büsbütün başkaydı. Onu kendinden bir parça olarak görüyordu.”
Muazzez’in kendisinden koparılma ihtimaline karşı hissettiği duygu acıydı. Yusuf
her şeye rağmen boyun eğeceğini biliyordu. Onu düşüncelerinden kurtaran
Muazzez'e, Ali’nin annesinin görücü geleceğini, susması gerektiğini ve doğrunun
bu olduğunu söyledi.
O günden sonra Ali’nin annesi görücü geldi
ama ağzından laf çıkacak erkekler kendi havalarında olduğu için ortada net bir
cevap yoktu. Muazzez ise Yusuf ile konuşmak için ayaklanıp daha sonradan
vazgeçiyordu. Ve tüm bu zaman zarfında
Muazzez, ona yakınlaşmaya çalışan Kübra’ya ısınamıyordu.
Ve bir felaket her şeyi değiştirmişti. Ali,
İhsan'ın bir haftadır süren düğününe katılmış bir konuk olarak köşede
oturuyordu. Gece ilerlerken kör kütük sarhoş olan Şakir ve Hacı Etem’in
gelmesiyle düğün hareketlenmişti. Şakir, Muazzez'den dolayı Ali 'ye sinirliydi.
Dolayısıyla Yusuf 'un parayı nereden bulduğunu da tahmin etmekte zorlanmamıştı.
Sinirle karşısında ona bakan gence meydan okusa da karşılık alamadı. Daha sonra
boş verip meydana çıkıp oynamaya başladığı sırada oynayanların bir kısmı siyah
gökyüzüne silah sıkıyordu. Şakir de onlara eşlik etmek için ceketinin altındaki
iri tabancayı kavrayıp gökyüzüne üç el sıktı. Eli yorgunca inerken tam Ali'nin
hizasında durdu ve bir silah sesi diğer tüm sesleri bastırdı. Eğlenmeye giden
insanlar bir cinayete şahit olmuştu. Artık Ali için yapılacak bir şey yoktu.
Ali'nin ölümünden hemen sonra daha yeni
jandarma olan Cemal Çavuş ve iki jandarma Şakir'i ve dört şahidi de alıp ahşap
karakola götürdü. Cemal Çavuş'un odasına ilk çağırılan Şakir ifade verecek gibi
değildi. Şaşkın ve hala sarhoştu. Şakir'den laf alamayan Çavuş, onu
götürmelerini istedi. O sırada Hacı Etem geldi. Cemal Çavuş’u bu ölümün bir
kaza olduğuna ikna etti. Masadaki Şakir'in iri tabancasını alıp beline sokarken
silahın yerine yanında getirdiği küçük silahı ve torbayı koydu. Çavuş birkaç
uyarıda bulunurken küçük torbayı cebine koymuştu. Sırada şahitlerle konuşmak
vardı. Onları da oyununa dâhil ettikten sonra Hilmi Beylerin evinin yolunu
tuttu.
Şakir 'in bir hafta süren hapis hayatı
kendisine yapılan birçok esneklikle geçmişti. Aksi mümkün değildi çünkü çok
zengin olan babası oğlunun kendisinden alt tabakadaki insanlarla bir
tutulmasını kabul edemiyordu. İşler Ali’nin babasının yeni şahitler
toplamasıyla uzasa da, sonradan şahitler ifadelerini değiştirdi. Şakir'in
avukatı olan Hami, adalette kazanmak için her yolu deneyecek bir adamdı ama
Şakir'in davasında çok yorulmadı. Hacı Etem her şeyi halletmişti. Mahkemede
Şakir'in suçlu olduğunu bilse de ortada ne kanıt ne de şahit vardı. Salâhattin
Bey her ne kadar Kaymakam olsa da kalp hastalığından dolayı bu işle hiç meşgul
olamadı. Evde boğulacak gibi hissettikten sonra zeytinlikleri aşıp tepelerde
dolaştığı günün gecesinde Kaymakam, boğuk öksürükleriyle hem kendisini hem de
yanında yatan karısını uyandırmıştı. Kocasının bu halinden korkan Şahinde
gözyaşlarına boğuldu. Kaymakam, karısının kızarık gözlerine bakınca evliliğinin
ilk gecesindeki sevinç ve ümit duygularını hissetti. Karısını sakinleştirip
uyudu. Hatta kaymakam, tüm ev halkının mahkeme süresinde bu konuyla
ilgilenmemelerini tembihledi. Muazzez bu ölümden memnundu. Yusuf ve arasındaki
engel kalkmıştı. Muazzez gönlündekileri Yusuf'a sunacağını sanıyordu. Yusuf ise
duygularını dizginlemeye çalışıyordu. Onun için tek çare susmak, kapalı
kalmaktı. Tüm bu zaman boyunca küçük değişiklikler olmuştu. Mesela Yusuf'un hal
ve tavırları değişmişti. O sert, dik başlı Yusuf’un yerinde yeller esiyordu.
Salâhattin Bey Yusuf'un boynu bükük halini fark ediyor ama sorgulamıyordu. Onu
düşündüren tek mesele kızı Muazzez'in mürüvvetiydi. Son zamanlarda sıklıkla adı
duyulan bir kızla hangi namuslu adam evlenmek isterdi? Kızını Şahinde’nin
ellerine bırakmak istemiyordu. Şahinde'nin damat adayı Şakir idi. Şahinde
eşeğini sağlam kazığa bağlamak istiyordu. Bunu anlamak hiç de zor değildi.
Çünkü son zamanlarda yeniden Hilmi Beylere gidip gelmeler artmıştı. Yalnızca
kendi gitmiyor, yanında kızını da götürüyordu. Muazzez bunlara tahammül
edemiyordu. Yaşıtları gibi davranmayıp bir kadın gibi düşünüp çareler arıyordu.
Şahinde’nin yine Hilmi Beylere gittiği bir
gün, Muazzez evden çıkmak üzere olan Yusuf’a, onu çok düşündürecek hatta onları
bambaşka yollara sürükleyecek o cümleyi söylemişti: “Belki bir gün canım
isteyecek.” Bu cümledeki ima hatta belki de tehdit, Yusuf’un canını sıkmıştı.
Kaçarcasına uzaklaştığı eve hızlı adımlarla geri döndü. Bu konuyu Muazzez ile
konuşması gerektiğini düşündü. Muazzez ise onu anlamaya gelen annesiyle Hilmi
Beylerin bağına gitti. O gün evden ayrılan yalnızca Muazzez olmadı. Kübra ve
annesi de Yusuf’a gideceklerini söyledikten sonra evden ayrıldı.
Yusuf fazla düşünmeden yolda görüp kiraladığı
at arabasıyla birlikte bağa gitti. Meliha ve Muazzez birlikte üzüm yiyordu.
Yusuf Muazzez’i çağırınca Muazzez’in aklına babası gelmişti ama Yusuf, yalnızca
Muazzez için gelmişti. İkisi de anın verdiği coşkuyla nereye gittiklerini
bilemedikleri yollara düştü. Ne geçmişi ne de geleceği düşünüyorlardı.
Akıllarında yalnızca saadetleri varken saatlerce tozlu yollarda tekerlek
sesleriyle birlikte ilerlediler.
Meliha, Şahinde'ye Yusuf’un Muazzez’i alıp
götürdüğünü söyledi. Şahinde başörtüsünü bile takamayacak kadar ne aceleleri
olduğunu düşündüğü vakit aklına kocasına bir şey olduğu ihtimali geldi. Eve
vardığında komşulardan Kübra ve annesinin gittiğini öğrendi. Şahinde’nin düşünmeye
alışık olmadığı kafasına bir de telaş eklenince ne yapacağını bilemez halde
Salâhattin Bey’i bekledi. Bey eve gelince ona olan biteni anlattı. Salâhattin
Bey'in aklına onların temelli gitmesi ihtimali gelince hızla evden çıkıp
karakola ilerledi. Zavallı bir mahlûk olarak gördüğü karısı ile yalnız kalma
ihtimali onu harekete geçirdi.
Ertesi gün Salâhattin Bey Yusuf’un yerini,
onun kaçarken yanında götürdüğü at arabasını sahibine teslim etmesi için
gönderdiği adamdan öğrendi. Yusuf ve Muazzez’in iman nikâhıyla evlendiğini
öğrenen kaymakam İsmail’i ikna edip Yusufların kaldığı Tahtacı köyüne gitti.
Kaymakam Yusuf’u karşısına alıp konuştu. Yusuf düşününce Kaymakam'ın haklı
olduğunun farkına vardı. Kaymakamı kızından ayırmamak için yeniden Edremit'e gitmeye
karar verdi. Bu sefer Edremit’e Muazzez ile evli bir adam olarak geri döndü.
Yapılan birkaç basit eğlence yeni çiftin düğünü sayıldı. Zaman ilerledikçe iki
genç de birileri için ne kadar önemli olduklarını anladı. İkisinin de
yüreğindeki sevgi nefeslerini kesiyordu.
Salâhattin Bey, her ne kadar, Muazzez'in,
Yusuf ile birlikteliğinden memnun olsa da kızının sefil bir hayat
yaşamasına gönlü razı gelmiyordu. Bu yüzden Yusuf'u tahrirat kâtibi
olarak tayin ettirdi. Fakat bu işin Yusuf'a göre olmadığını ikisi de
biliyordu. Salâhattin Bey, Yusuf'un zamanla alışacağını düşünse de
Yusuf'a bu meslek, boş, sıkıcı ve manasız geliyordu.
Yusuf'un işe başladığı ilk haftada kasabada
fena havadisler dolaşıyordu. Yusuf, babasından seferberliğin ilan edildiğini ve
savaşın olacağını öğrendi. Coşkun ve genç askerler öleceklerinden hatta
ölümün ne olduğundan habersiz bir şekilde ortada bıraktıkları ailelerine, güçlü
olmalarını söylüyordu. O genç kahramanların arasında Yusuf yoktu. Şube reisinin
ilk tercihi, sakatlığı olan erkekler değildi.
Yine Şahinde'nin komşusuna gittiği bir
gün Salâhattin Bey, kalp krizi geçirmişti. Ne Yusuf, ne de Muazzez ne
yapacaklarını bilmiyordu, Yusuf, telaşla doktor çağırmak için evden çıktı.
Muazzez eter (Lokman ruhu) getirmek için
yukarı kata koştu fakat ne doktor ne de eter, Kaymakamı uyandırabildi.
Ertesi gün “kendine düşman edinmeyen”
Kaymakamın evinin önünde bir yığın kalabalık vardı. Kalabalık da öyle
biri vardı ki yalnızca dişlerini sıkıyor, bunun korkunç bir rüya olduğunu düşünüyordu.
Yusuf’un bu halleri insanları korkutuyordu. Yusuf camiye doğru giderken
semada yankılanan sela, onu kendinden geçirerek geçecek kadar farklıydı.
Salâhattin beyin ölümü birçok şeyi
değiştirmişti. Yaşlı gördükleri bu adamın gidişiyle evi tamamen bir
sükûnet kaplamıştı. Yusuf’un da artık tek derdi işi değildi. O şimdi
kendiyle birlikte diğer iki kişiyi de ayakta tutmak
mecburiyetindeydi. Değişenlerden biri de yeni Kaymakam İzzet Bey idi. Bu
Kaymakam’ı, kimsenin gözü tutmamıştı özellikle Yusuf'a karşı küçümseyici
gözlerle bakıyordu ve Yusuf, bunun sebebinin, Kaymakamın yeni dostluk
kurduğu Hilmi Beyler olduğunu düşünüyordu.
Akşamı zor eden Yusuf, onu durduran Hulusi
Bey'in yanına gitti. Babasının yakın arkadaşı Yusuf'la konuşup ona
tavsiyeler verdi.
Ertesi sabah, İzzet Bey Yusuf'u odasına
çağırdı. İzzet'in Yusuf'a bir iş teklifi vardı. Teklif edilen tahsildarlık işi,
Yusuf için iyi olsa da Yusuf işin içinde bir fenalık olduğunu düşünüyordu. Bu
teklife en çok Muazzez üzüldü. Yusuf gidince annesiyle kalacaktı ki bu da
yalnızlıktan daha beterdi ama işlerin karışık olduğu bu vakitlerde başka
çarelerinin de olmadığını biliyordu. Sabah, at almak için yola çıktığında ona
eski dostu olan İhsan yardım etmişti. Yusuf'u hana götürüp, atın parasını borç
vermişti. İkisi de tekrar görüşmekten memnundu. İşler bitince İhsan ile
ayrıldı. İşte o vakit, Yusuf, dünyada hiçbir şeye bağlı olmadığını, bir
yabancı olduğunu hissetti. Issız bir teşrinievvel günü eve geldi. Aç olan
Yusuf, mutfakta pek bir şey bulamayıp önceden hazırlanmış pilavdan yedi. Sonra
dışarıda olan Muazzez ve Şahinde geldi. Yusuf'un eve yiyecek
bir şeyler getirmemesinden şikâyetçi olan Şahinde, yüzüne karşı imalı şeyler
söylüyordu. Yusuf, o gece nasıl bir yükü sırtında taşıdığını anlayıp bu yükün
altında ezildi.
Yusuf en uzun seferindeydi. Muazzez ise
odasına kapanmış onun gelmesini bekliyordu. Yusuf ve Muazzez, Şahinde ile
konuşmaktan adeta kaçıyorlardı fakat Şahinde kızının kederli hallerine
dayanamayıp onun yanına çıktı. Konuştuktan sonra aralarındaki buzlar biraz
olsun erimişti. Şahinde'nin ağlayan kızına karşı, içini merhamet ve sevgi
kaplamıştı.
Olaylar hızlıca gelişiyordu. Muazzez ve
annesinin kaldıkları eğlenceli akşam yemeklerine zamanla Şakir, Hilmi Be ve
yeni Kaymakam gibi yeni yüzler de ekleniyordu.
Muazzez'in son zamanlarda artan bu uygunsuz
davranışları onu ilk başlardaki gibi rahatsız etmiyordu. Örneğin onu hediyelere
boğan Kaymakam’a yakın olmaktan çekinmiyordu. Şakir ise bir zamanlar sevdiği
kızın bu hallerine merhamet duysa da Yusuf’a beslediği kin, merhametini
gölgeliyordu. Şakir sonunda o bayram günü yediği yumruğun intikamını almıştı.
Kasabada Şahendelerin adının kötüye çıkmasıyla birlikte ahbapları onlara eskisi
gibi itibar göstermiyordu. Şahinde ise tüm suçu Yusuf'a atıp bu olaylardaki
rolünü kabul etmiyordu.
Bir gün öğlen vakitlerinde Yusuf eve geldi.
Uzun süre kapıyı çaldıktan sonra kapıyı şiş gözleriyle Şahinde açtı. Yusuf öğle
olmasına rağmen hala uyuyan karısının odasına çıktığında yatakta yatan kadını
tanıyamadı. Ona neler yapmışlardı? Bu alkol kokan nefes onun nefesi, bu solgun
sarı ten onun teni değildi. Şahinde’nin yanına hesap sormak için gitse de
kadının söylediklerine cevap veremeyerek evden çıkmıştı. Şahinde onlara yardım
edenin kaymakam olduğunu söylemişti. Yusuf bu adamın öylesine iyilik yapacağını
düşünmüyordu. İçini saran kötü düşünceler ile hızla eve geldi. Daha 15
yaşındaki kızını kötü yola düşüren Şahinde’ye diz çöktürüp rica, biraz da
tehditle karışık bir kaç söz söylemişti.
Yusuf olanlardan sonra bir hafta kadar
şehirde kalmıştı ve çevresindeki insanların tavırlarından şüphelense de kimse
açıkça bir şey söylemiyordu. Hala öğrendiklerine rağmen kontrolünü
kaybetmeyişine şaşırıyordu. Muazzez ile
konuşmak istese de kızın dalgın halleri yüzünden konuşamıyordu. Eli kolu bağlı
tüm çaresizliği ile onunla oynayan insanlar içinde ayakta kalmak için
çabalıyordu.
Kaymakam Malmüdürüne Yusuf'un neden bir
haftadır kasabada olduğunu sordu. Malmüdürü gerekli açıklamayı yapsa da Yusuf'u
yanına çağırıp tekrar yola çıkmasını söyledi.
Yusuf yola çıkarken Muazzez'e imalı bir
şekilde veda etti. Yusuf'un iması ile Muazzez korku ve acı ile birlikte
Edremit'ten gitmek istediğini söyledi. Bu iş böyle aceleye gelmemeli diye
düşünen Yusuf kasabadan ayrıldığında Muazzez’i yanında alıp götürmediğine çok
pişman oldu. Geldiği Zeytinli köyünde hasta yatağına düşen Yusuf defalarca geri
dönmek istedi. Hastalığı beşinci günde azalır gibi olduğunda daha fazla
dayanamayıp gece kar dinlemeden yollara düştü.
Yusuf eve varınca ut sesini takip ederek
odaların birine ulaştı. Gördüğü bu görüntü 3-4 gündür uyurken, rüyalarına;
uyanıkken, daldığı yerlerde gördüğü görüntülerdendi. Karısının çok yakınında
jandarma kumandanı Kadri Bey vardı. Şahinde, Kaymakam İzzet Bey, Hilmi Bey,
Şakir ve Hacı Etem onu gördü. Oda utun susmasıyla sessizleşti.
Birkaç dakika içerisinde olanlar oldu. Yusuf
elindeki kamçıyı Kaymakam’a doğru, sağa, sola savuruyordu. Kamçı lambaya isabet
edince lamba kırıldı ve oda karanlığa büründü. Karanlığı Yusuf'un ve Şakir’in
silahının sesleri takip etti. Kurşunlar bitince Yusuf Muazzez'e seslendi.
Kimlerin öldüğünü umursamadan hala yaşayan karısını kuracağına alıp ata
bindirdi.
Edremit'ten uzaklaşırken karısının yaralı
olduğunu öğrendi. En başından beri yağan
kar artınca yaralı olan karısı ile birlikte bir ağacın altına oturdu.
Muazzez’in üzerinde ilk kaçtıkları zamanki elbisesi vardı. Kendi elleriyle
sanki bir canlıya hizmet edercesine karısının mezarını kazdı. Her şeyi anladığı
vakit, önünde oluşan tümseği gördüğü vakitti.
Gözlerinden yaşlar akarken hayatının en
korkunç yıllarını geçirdiği kasabadan uzaklaşarak yeni hayatına doğru ilerledi.
KARAKTER ANALİZİ
Karakter Listesi
1.
Yusuf
2.
Salahattin Bey (Kaymakam)
3.
Muazzez
4.
Şahinde Hanım
5.
Şakir
6.
Karabaş’ın Mehmet
7.
Ali
8.
Kazım
9.
İhsan
10. Mürüvvet Hanım
11. Hacı Etem
12. Köse İbrahim
13. Kübra
14. Kübra’nın Annesi
15. Kübra’nın Babası Seyit
Efe
16. Yunus Ağa
17. Hilmi Bey
18. Hilmi Bey’in Hanımı
19. Hulusi Bey
20. Ceza Reisi
21. Ali’nin Büyükannesi
22. Meliha
23. İsmail
24. Cemal Çavuş
25. Nuri Bey
26. Hasip Efendi
27. İzzet Bey (Yeni Kaymakam)
28.
Kadri Bey
29.
Şube Reisi
30.
Malmüdürü
Karakterlerin
Analizi
Yusuf:
Ailesi öldüğünde on yaşında bir çocuktu.
Ebeveynlerinin ölümü üzerine Kaymakam ile tanışmıştı ve bu olayla acı dolu
hayatına adım atmıştı. Yusuf, ölmüş anne ve babasının yanında saatlerce
korkmadan bekleyecek kadar soğukkanlıydı
(9). Yusuf, içine kapanık bir
çocuktu. Ailesini kaybettikten sonra herkese ve her şeye yabancı kaldı. Zaman
ilerledikçe daha da sessizleşti. Edremit’e taşınıncaya kadar kaldığı Nazilli’de
odada tek başına otururdu (16). Yusuf
daima yalnızdı. Yusuf sessiz bir çocuk olmasına rağmen yaşadığı evde otoritesi
sağlamdı (27). Yusuf eğitime çok da
olumlu bakan bir karakter değildi. Yusuf gücüne, kuvvetine güvenen bir çocuktu.
Çevresini korkutan ne gücü ne de dayanıklılığıydı; çevresini ürküten sükûneti
ve kendine olan güveniydi. Yusuf’un dik başlı ve kararlı bir yapısı vardı (27-51). O, doğal ve masumdu. Sert bir mizacı
olsa da merhametli bir karaktere sahipti. Mesela Kaymakam’a, Muazzez’e,
Kübra’ya karşı merhametli davranırdı. Ayrıca köylülere, zeytinlikteki işçilere
de merhamet ve anlayış gösterirdi (26).
Yusuf arkadaş canlısı biri değildi. Bunun sebeplerinden biri de Yusuf,
toplumsal düzenin öngördüğü yükümlülük ve ödevleri yerine getiremediği için topluma
uyum sağlayamayan bir kişiydi.
Yusuf, ne zaman insanlardan uzaklaşmak istese
doğaya giderdi ve doğayı kendine benzetirdi. Asırlık bir ağacın kabuğundaki
yarıklar gibi yaraları vardı ve en az o ağaç kadar yalnızdı (75).
Yusuf Muazzez’i ağlatacak derecede bir
güzelliğe sahipti. Kafasının tam ortasında, saçlarının bir daire yaptığı yerden
ensesine doğru inen harikulade muntazam bir hat, Muazzez’de hiç durmadan
sarılıp öpmek arzusu uyandırıyordu. Kocasının çok geniş olmayan, biraz çizgili
alnı, hiç çukur yapmadan bu alınla birleşen burnu daima birbirine sımsıkı
yapışmış duran dudakları ve kahverengi gözleri vardı (143 – 78).
Yusuf’u bu şehirde tutan iki şey vardı. Biri
Salâhattin Bey diğeri de Muazzez’di. O, Salâhattin Bey’in sabrına hayranlık
duyuyor, harikulade denecek kadar iyi bir kalbi olduğu için onu seviyordu (16-82). Muazzez’e karşı olan hisleri ise her
zaman bambaşkaydı. Buna sebep olan olay belki de ebeveynlerinin onlarla
ilgilenmemesi sonucunda sevgiyi de ilgiyi de birbirinde bulmalarıydı (23). Kimseyle konuşmadığı zamanlarda bile
Muazzez’e olan hislerini gizlemiyordu
(16). Her zaman Muazzez’i çevresindeki insanlardan koruyor küçük
kardeşini asla ihmal etmiyordu (31- 22).
Muazzez’in evlilik dönemi geldiğinde Muazzez’e duyduğu sevginin kardeş
sevgisinden farklı olduğunu fark etti. Duygularını Muazzez’e belli etmek istese
de ilişkilerindeki büyük engel olan Ali’ye verdiği sözlerden dolayı kendini
engelliyordu. Duygularının yoğunluğuna dayanamayıp Muazzez’i kaçırmıştı.
Muazzez’i yabancı ve başka bir insan olarak düşünmüyor; kendinin bir parçası,
kolu, gözü ve yüreği olarak zihninde canlandırıyordu. Burada beğenmek veya beğenmemek, sevmek ya da
sevmemek önemli değildi. Ona karşı hangi duyguyu hissettiğini bir an bile
düşünmemişti (82). Ali onun bu şehirdeki
en yakın arkadaşıydı. İkisinin ilişkisi alışveriş niteliğindeydi. Yusuf,
Ali’den küçük olsa da her zaman büyüğünü korur hatta ağabeylik yapardı. Ali ise
Yusuf’un aksine okumayı, yeni şeyler öğrenmeyi severdi. Öğrendiği her şeyi
Yusuf’a anlatır, Yusuf da anlattıkları her şeyi önceden biliyormuş gibi bir hal
takınarak bazen tebessümle bazen ciddiyetle arkadaşını dinlerdi (22).
Yusuf ve Ali ne zaman buluşsa bir süre sohbet eder sonra susarlardı.
İkisi de bu derin sükûnetten rahatsız değildi. Ali her şeye rağmen Yusuf’un
yanında olur, bilmediği şeyleri öğretir, körü körüne yürümesini engellemeye
çalışırdı (34). Yusuf’un yaşadığı evde
katlanamadığı tek kişi Şahinde'ydi. Yusuf, Şahinde’nin edepsiz, gevşek çeneli
olduğunu düşünüyordu (15). Mümkün
olduğunca Şahinde ile az konuşurdu. Yusuf’un merhamet duyduklarından birisi de
Kübra’ydı. Zeytinlikte tanıştığı ince, uzun ve sapsarı olan bu kıza karşı derin
bir acıma duygusu ve merhamet besliyordu. Belki de bunun en büyük sebebi bu
küçük kızı, kendine benzetmesiydi.
Yusuf, roman bittiğinde ise I. Dünya Savaşı
başlamış, seferberlik ilân edilmiş olduğuna göre yirmi bir yaşındadır.
Muazzez
:
Salâhattin Bey ve Şahinde’nin evliliklerinin
ilk yılında doğdu (14). Yusuf ile
tanıştıklarında üç yaşındaydı (16). Ne Kaymakam ne de Şahinde ona söz geçirebilirdi.
Muazzez yalnızca en çok vakit geçirdiği Yusuf’un sözlerini dinlerdi. Aradan
altı yıl geçmiş Muazzez on yaşına girmişti. Bu dönemlerde çeşitli el işleriyle
uğraşıyordu. Müziğe meraklı biri olarak komşusu Mürüvvet Hanım'dan ut dersleri
alıyordu. Yaşı on üçü bulduğunda birden güzelleşmiş, olgun, yetişkin bir hanım
kız olmuştu. Muazzez hayatı boyunca narin ve zayıf bir genç kız olmuştu (144).
Muazzez kim ile vakit geçirirse ondan etkilenen bir karakterdi. Mesela
annesinin ısrarlarına dayanamayıp onunla birlikte komşu ziyaretlerine gidip
konuk ağırlıyor, Hilmi Beyleri ziyaret ediyordu
(50). Korkak ve cesaretsiz olduğundan dolayı başından geçenleri Yusuf’a
en başından beri anlatmak istese de anlatamamıştı. Zamanla birlikte pişmanlığı
artarken aynı zamanda da iyi bir yalancı oluyordu. İçinde her zaman Yusuf’a
karşı özlemi ve hatırladığında onu hemen ağlatan bir sevgisi vardı (186-202).
Salâhattin
Bey:
Kendinden on beş yaş küçük olan Şahinde ile
evli otuz yaşında bir kaza kaymakamıdır (7-12). Kaymakam’ın hiç erkek çocuğu
olmadığı annesi ve babasını cinayette kaybeden ve köyde başka kimsesi olmayan
Yusuf’u yanında götürmüştür. Kötü alışkanlıkları vardır. Örneğin sigara
içmektedir (8), evliliğinde ve
hayatındaki tüm sorunlara çözüm olarak rakıyı görmektedir (14). Ayrıca kumar oynamaktadır (45).
Kaymakam'ın küçük bir zeytinliği (26) ve
Edremit’te Bayramyeri dedikleri yabancı memurların da oturduğu semtte bir evi
vardı. Evde pek durmaz, gündüzleri iş yerinde olur, geceleri dostlarıyla
dışarıda rakı sofraları kurardı. Kurdukları rakı sofrasında beklenmedik misafir
olan Hilmi Bey’e 320 altın borçlanmıştı. Ziyaretlere ve davetlere olumlu bakan
biri değildi (44). Tuzağa düşmemek ve
namuslu kalmak istediği için çevresinde az sayıda insan barındırıyor ve
yalnızca itimat ettikleriyle içiyordu.
Salâhattin Bey, Şahinde’yi yola getirmek, ona yol göstermek için onunla
abi-kardeş, baba-evlat hatta bazen arkadaş olmayı denedi ama hiçbirinde
başarılı olamadı. Şahinde, kocasıyla eşit olmaktaki ısrarını devam ettirince
daha fazla tahammül etmedi. Salâhattin Bey çok sabırlı, yumuşak bir adamdı.
Kızı Muazzez’i, ölmeden önce namuslu bir adamla evlendirmek istediği için Yusuf
ile evlenmesinde bir sakınca görmemişti. Çünkü Yusuf ona en iyi bakabilecek
kişiydi. Kaymakam, Yusuf’un fikirlerine önem verir, onu severdi. Yusuf’a diğerlerinden
ayırarak onu işe alması onun nepotist (akraba veya adam kayıran) biri olduğunu
gösterir.
Şahinde:
Kaymakam ile evlendiğinde on beş(12), anne
olduğunda ise on altı yaşındaydı(14). Evliliğinin ilk yıllarında güzel, sakin
bir kızken zamanla şirret, adalet isteyen, çoğu şeye boyun eğmeyen bir kadın
olmuştu(13). Yaşlandıkça şişmanlamıştı.
Şahinde fikirlerine önem verilmeyen, iyi bir
kısmet için büyütülen bir çocuk olduğundan dolayı "Sinirli ve manen
bozuk." bir birey olmuştu(13). Belki de böyle büyütüldüğü için aynı kaderi
kızı içinde uygun görüyordu. Kızı, Muazzez'i zengin biri ile evlendirip eşeğini
sağlam kazığa bağlamak istiyordu.
Evliliğinden mutlu olamamakla birlikte sorumsuz bir anneydi. Rahat
yaşımı kendine amaç edinmiş biri olarak sürekli gezmeye gider, çocuğu ve
kocasıyla ilgilenmezdi(18). Şahinde'nin daha ahlaksız ve rahata olan düşkünlüğünü
belli ettiği bölüm Kaymakam'ın ölümüyle belli olur. Rahat bir hayat için
uygunsuz eğlencelere katılır, yanında kızını da götürürdü.
Şakir:
Şakir, Muazzez ve Yusuf 'un hayatına bir
bayram günü girmişti ve o sıralar 18 yaşındaydı (31). Şakir ayyaş, hovarda,
ahlaksız bir kişiliğe sahipti. Babası zengin soylu bir fabrikatördü (51).
Babasının parasını kullanarak ya Rum orospularla ya da İzmirli oğlanlarla
eğlenir, etmediği rezalet kalmazdı (31). Babası ve aile dostları Hacı
Etem sürekli onun arkasını toplardı (50). Öyle ki Ali’yi öldürdüğünde bile
rüşvetle şahitlerin ağızları kapatılarak Şakir'in suçsuz olduğu
kanıtlanmıştı. Şakir kindar biriydi ve hırsından dolayı yapamayacağı bir şey
yoktu. Şakir’in parayla kurduğu arkadaş “parti”si vardı. Ona ve “parti”sine
jandarma da hükumet de karışamazdı.
Bakkal Seyfi’nin oğludur. Hatta okulu
bittikten sonra babasının bakkalında çalıştı. Yusuf’un aksine okumayı, yeni
şeyler öğrenmeyi seven, insanlarla iyi geçinen Yusuf’un, en yakın arkadaşı ve
kendinden yaşça büyük olsa da koruduğu karakterdir (22). En yakın arkadaşının
kız kardeşine âşık biri olarak başlarda Muazzez’den çekinmiştir ama zamanla
sevdiği kızla evlenmek için Yusuf ile konuşmuş, onunla anlaşma yapmıştır
(30-71). Ali, arkadaşı İhsan'ın hatırı kırılmasın diye gittiği düğünde Şakir
tarafından vurularak ölmüştür.
Kübra, Yusuf’un zeytinlikte tanıştığı, ince,
yaşına göre uzun, hastalıktan ortaya çıkmış sarımsı yüzü, siyah ince ve kesin
kaşları olan kızdı. Simsiyah iri gözlerini, görmüş geçirmiş bir edayla
insanların üstünde tutuyordu. Yüzünde,
gözünden dudağına kadar her yeri çok yaşanmışlığı, bezginliği hatta nefreti
yansıtıyordu. Çehresi ve bakışları Yusuf’u suçlu hissettirdiği için Yusuf, onu
ve annesini işe almıştı (35). Kübra bu romandaki en talihsiz kişiydi. Önce
babası tarafından terk edilmiş, yataktan kalkamayacak kadar aç kaldığı zor
günler geçirince son bir umutla Hilmi Beylerin yanında çalışmaya başlamışlardı
(41). Orada da Şakir rahat vermemişti. En sonunda Şakir, Hilmi Bey ve Hacı
Etem'in de olduğu bir vakit Hilmi Bey’in bağında tecavüze uğramıştı (64). Yusuf
ile taşınca da her şey hızla ilerledi. Yusuf yaralandı, anne ve kız yaralı
çocuğu eve getirdikleri vakitten itibaren Kaymakam'ın evinde kalmaya başladı
(52).
Yusuf ile karşılaştırıldığında yirmi dört
yaşındaydı. Hacı Etem, “güzel ve kurnaz bir çocuktu.” Henüz dört yaşındayken
anne ve babasıyla hacca gittiği için ismi hacı olarak kalmıştı. Zengin
olmamasına rağmen iyi giyinir, çok gezerdi. Bu rahat tavırlarının sebebi ise
Şakir’in de bulunduğu zengin arkadaşlarından kaynaklanıyordu (32). Şakir’in en
yakın arkadaşıdır. Her daim Şakir’i koruyup kollar.
Salahattin Bey öldükten sonra şehre
yeni atanan kaymakamdır. Kaymakam olmadan önce "En kıdemli memur olan tapu
müdürüydü (164) . 30 yaşlarında genç,
sarışın sıska vücudu olan, "kirli sarı saçlara, daha koyu bıyıklara
sahip" bir karakter
(165). Şehrin ileri gelenleri ile
birlikte sürekli işbirliği içinde olan eğlenceye düşkü, eli açık biri.
Cemal
Çavuş:
“Genç ve meslekte yeni bir candarmaydı, fakat
Hacı Etem’in buraya Ali’ye yanıp yakılmak için gelmediğini anlamayacak kadar
saf ve acemi değildi.” (93). Cemal Çavuş, para karşılığında adalete ihanet
edecek bir jandarmaydı. Hacı Etem, para verince Şakir’in Ali’yi öldürdüğünü
ortaya çıkaracak olan silahı değiştirmesine ses çıkarmamıştır.
Karabaş'ın
Mehmet:
Yusuf hakkında alaylı konuşarak çevresindekileri
güldüren, Yusuf’un dayanamayıp yumruk attığı ilk çocuktur. (21).
Kazım:
Alanyalı Rüştü Efendi’nin oğludur. Evlerinin
bahçelerinde bulunan dut ağacından dolayı Yusuf’un da katıldığı gezintilere pek
bir şey götürmezdi (23).
Yusuf’un bu gezilerde tanıdığı, arkadaş
çevresindeki en gani gönüllü karakterdi. Babası avda öldüğü için on dört
yaşında evin erkeği, babasının bütün parasının sahibi olmuştu. İyi kalpli,
mert, şımarık ve kavgacı bir çocuktu. Bir hafta süren düğünü ile Çoruk'tan bir
kız ile evlendi (81).
Mürüvvet
Hanım:
Muazzez’in de dâhil olduğu kız grubuna ut dersi
veren terzidir.
Köse
İbrahim:
Yusufların zeytinliğinde işçi başı olarak
çalışan karakter (35).
Kübra'nın
Annesi:
Kocasının terk etmesi sonucunda beş kuruşsuz
kalınca Hilmi Beylerin yanında çalışmaya başladı.
Kübra’nın babasıdır. Çine’den çıkmadan önce
melek gibi bir adam olsa da, Edremit'e taşınınca kötü alışkanlıklar edinip eve
geç gelmeye başladı. En sonunda da karısını ve kızını terk etti.
Yunus
Ağa:
Arasta'da pabuççudur. Seyif Efe ile ilgili
aldığı haberleri Kübra’nın annesine söylerdi. Hilmi Bey’in yanındaki işi kişidir.
Şişman, süslü, çeşitli mücevherler takmayı
seven bir karakter (42). Şahinde'nin ev gezmelerine birlikte gittiği yakın
arkadaşı.
Hilmi
Bey:
Zengin, soylu bir fabrikatör. Edremit'in
eşraflarından olan bir karakter. Kumarbaz ve parasını her alanda kullanan
biri. Devlet adamlarından dostları olan, oğluna toz kondurmayan bir karakter.
Hulusi
Bey :
Kaymakamın avukat arkadaşıdır.
Tavşanbayırı'nda büyük ve güzel bir evi vardır
(44). Bunun dışında bir yazıhaneye sahiptir (168).
Ceza
Reisi:
Salâhattin Bey'in kumar ve alkol arkadaşı.
Zengin bir karakter ve Ali'ye değer
veriyor (71).
Meliha:
Şube Reisi'nin kızı, Vasfi'nin kardeşi ve
Muazzez’in arkadaşıdır.
"Sarı mintanlı, genç bir köylü"
(137) Yusuf'un Muazzez ile kaçarken götürdüğü arabayı şehre getiren kişi.
Ayrıca hakkında Kaymakama da bilgi getiriyor.
Nuri
Bey:
Hükümette çalışan memurlardan biridir.
Somurtkan bir kişiliğe sahip karakterdir.
Hasip
Efendi:
İbadetlerini eksiksiz yerine getiren hükümet
memurlarından biri.
Malmüdürü:
Yusuf’un tahsildar işindeki müdürü.
Mekanlar:
Romanda,
mekanlar çatışma ve zıtlıkların kolay verilebilmesi için küçük bir Anadolu
“kasaba”sı olan Edremit seçilmiştir. Yine diğer mekanlar da çatışmaların,
temanın, ana fikrin aktarılmasında önemli rol oynadığı için kısaca mekanlar:
Aydın’ın Nazilli kasabasına yakın, çamurlu ve
bakımsız yollarını incir ve ceviz
ağaçlarının takip ettiği bu köyde; Yusuf doğmuş, büyümüş, annesi ve babasını
kaybetmişti (7-8).
Nazilli
Kasabası:
Kaymakam'ın Edremit’te tayini çıkıncaya kadar
yaşadığı, Kuyucak'a yakın olan bir kasabadadır.
Edremit:
Romanda en önemli ve olayların geliştiği mekândır.
Edremit kahvesiyle, camisiyle, meydanıyla, bitki örtüsüyle tamamen bir Anadolu
kasabasıdır. Edremit hem fakirlerin hem de zengin ve soylu kesimin bir arada
yaşadığı yozlaşmış bir kasabadır. Tıpkı içerisinde yaşanan halk gibi iki
bölümden oluşur. Bir tarafta yapay olarak nitelendirilebileceğimiz kasaba-şehir
varken diğer tarafta doğal olarak nitelendirebileceğimiz doğa, kasabanın dışı,
zeytinlikler ve dağlarlar bulunmaktadır.
Edremit: “Edremit, üç tarafını saran Çamtepe,
İbramcaköy ve Tavşanbayırı isimli üç yamaca yaslanan büyükçe, şirince bir
kasabaydı. İki küçük dere, kasabanın içinden ve kaldırımlı sokakların
ortasından gelerek Aşağıçarşı dedikleri yerde birleşiyor, sonra biraz ileride
kasabayı yalayıp geçen Büyükcay'a kavuşuyordu. Tepelerden birine çıkıp
bakıldığı zaman, görülen manzara ender bir şeydi: Damların yosun tutan ve
kararan kiremitlerini nihayetsiz dut, erik ve iiri yapraklı incir ağaçları
örtmeye çalışıyor, derelerin kenarını beyazımtırak yapraklarıyla uzun kavaklar,
bazı yerlerde kopan bir şerit halinde ve yalnız kenar mahallelerde takip
ediyor; bunların arasında belki yirmiden fazla minare, bembeyaz yükseliyor ve
uzaktan bakan bir göze, tıpkı kavak ağaçları gibi hafif hafif sallanıyor
hissini veriyordu. Yukarıçarşı'daki Kurşunlu Camii'nin iki kubbesi daima dönük
bir ışıltı ile parlıyordu. Bu, ağaç, minare ve kiremit kümesinin etrafını
çevreleyen ayva ve diğer meyve ağaçlarından ve ova tarafında bağlardan ibaret
açık yeşil bir çember sarıyor; onun etrafında da siyah yapraklı zeytinlerin
daima kıkırdayan halısı göz alabildiğine uzanıyordu. Şehrin içeri orta halli
bir esnaf manzarası gösterirdi. Dar sokakların iki tarafındaki ahşap fakat
oldukça biçimli ve aşağı yukarı birbirine benzeyen evlerin hepsinde muhakkak
bir bahçe vardı. Bunların arasında bazen sivriliveren büyük eşraf evleri, beyaz
badanaları, çifte kanatlı sokak kapıları ve ikinci katın sokağa doğru yaptığı
çıkıntıdaki tozlu kalyon ve muharebe resimleri ile insana küçükken dinlediği
masalları anlatırdı. Salâhattin Bey’in evi Bayramyeri dedikleri semtte yabancı
memurların oturduğu Rum mahallesi ve Aşağıçarşı tarafından uzaktaydı. Sokağın
köşesinde olan evin arkasında büyük bir bahçe vardı. Evin ön tarafındaki
meydanda bulgur değirmeni vardı (19).
Edremit, sınıf farklıklarının kendini belli
ettiği bir kasabadadır. Yalnızca büyükler değil daha çoğu şeyi tozpembe görmesi
gereken çocuklar arasında da belirli sınıflar vardı.
“Burada çocukların büyük adamlar gibi,
muhtelif sınıfları, muhtelif grupları vardı ve bu tasnifte büyüklerinkinden çok
farklı esaslar gözetliyordu.” (20).
Edremit; Yusuf’un, eğitim hayatının
başladığı, en zor günlerini geçirdiği, dostluklar ve düşmanlar kazandığı,
yeniden kayıplar verdiği kasabadır. Bir tablo gibi her şeyiyle birbirini
tamamlayan bu kasaba her şeyin sonuca vardığı yerdir.
Bağların bulunduğu bölge.
Kozak civarındaki bu köy Yusuf ve Muazzez’in
evlendiği yerdi.
Karakterlerin Diğer Karakterlerle İlişkileri
Romanın
başkahramanı Yusuf, roman sonunda 21 yaşındadır. Ancak roman başında kendisi de
bir çocuktur. Annesi babası ölmüştür ve başka akrabası da yoktur. Kaymakam ve
devletin müşfik elinin gösterilebilmesi için çocuk yaşta bir kahraman bu iş
için uygundur. Tavırları bir eşkıya gibi asi de olsa kimsesiz ve yaralı bir
çocuk olan Yusuf’un en iyi yaptığı şey hiç gülmeden, ciddi kalabilmesidir. Kimsesizlik
yarasını da en iyi doğada sardığı için sürekli tabiatın koynunda kendini
bulmaktadır ve mümkün olduğunca insanlardan kaçmaktadır. Hatta romandaki birçok
karakter bu durumu yadırgamakta ve anlayamamaktadır. Yusuf aynı zamanda Hz.
Yusuf güzelliğiyle insanların dikkatini çekmektedir. Çocuk yaştayken bir başka
çocuk Kaymakam ve Şahinde’nin kızı Muazzez’i o büyütmüştür. Ancak Yusuf’un
güzelliği Muazzez’in onu eş seçmesinde önemli rol oynamış ve sürekli ona âşık
kalmıştır.
Yusuf;
fakir, kimsesiz, art niyetsiz, az konuşan biri olarak devlet adamlarıyla eşraf
arasındaki yozlaşmayı en iyi aktarabilecek şekilde tasarlanmıştır. Yine romanın
arka planında geçen köylü-şehirli, zengin-fakir, çalışkan-tembel, sorumluluk
sahibi-mirasyedi, iyi aşık-kötü aşık çatışmalarını aktarmak için ideal bir
kişiliktir.
Muazzez,
romanda ailenin ilgisizliğinin ve evlilikte uyumu kaybeden ebeveynlerin çocuklarının
durumunu göstermek için iyi bir karakterdir. Yine zengin koca bulmak hayaliyle
yaşayan kızlar ve anneleri anlatmak için romanda önemli bir fonksiyon üstlenir.
Muazzez, daha çocukluktan itibaren kendini yetiştiren ve bakımını üstlenen
Yusuf dışında kimseyi dinlemeyen bir kişidir. Romanda ayrıca vahşi güzelliğin
temsilcisi olan Yusuf’u mücadelesini aktarabilmek için iradesini ortaya
koyamayan bir karakter olarak resmedilmiştir. Bu aynı zamanda herkesten kolay
etkilenmesini doğurmuştur ve Muazzez’in Yusuf’la evlendikten sonra zenginler ve
annesi tarafından kolayca idare edilebilmesini doğurmuştur. Bu da Yusuf’un
içindeki isyanı ortaya çıkaran bir unsur olmuştur.
Kaymakam
Salahattin Bey, kendinden 15 yaş küçük Şahinde’yle evlilik yapmış bir devlet adamıdır.
Yaşça kendinden küçük kadınlarla evlenen yaşlı adam karakteri rolü verilen
Kaymakam, karısı Şahinde’yle hep sorun yaşamıştır. Evlilik hayatı hiç düzgün
gitmemiştir. Şahinde’ye baba, abi, arkadaş olmayı denemiş ama Şahinde hiçbirini
kabul etmemiş aksine bunlar Şahinde’yı tabiri caizse zıvanadan çıkarmıştır.
Kaymakam da terbiye edemediği ve kendini her durumda zora sokan Şahinde’nin bu
tavrı karşısında sigara, rakı, kumar gibi illetlere bulaşmıştır. Bu
alışkanlıklar, onun devlet yönetimiyle zenginler/eşraf arasındaki sınırı
kaybetmesine sebep olmuştur. Sabırlı ve
yumuşak biri olmasına rağmen Kaymakam, sıra dışı bir şekilde kimsesiz, fakir,
köylü ve erkek Yusuf’u evlat sonra damat edinmiştir. Yusuf’un Kaymakam’la yan
yana gelmesi aşk, aile, devlet yönetimi, devlet yöneticileriyle eşrafın çizgiyi
aşan ilişkileri, çocuk bakımı, evin hanımı, evin reisi, masumiyet,
zenginlik-fakirlik, şehir hayatı ve otantik hayat gibi onlarca konunun kolay
kıyaslanmasını sağlamıştır. Kaymakam’ın Yusuf’la olan bu ilişkisi sadece
devletteki yozlaşma ve nüfuz mücadeleleri değil aynı zamanda para karşılığında
adaletin alınıp satılması, kendi akraba veya adamlarının kayırılmasını
(nepotizm) gözler önüne sermiştir.
Şahinde,
kaymakamın şişman eşidir. İyi bir kısmet için yetiştirilmiştir. Kendisi de kızı
Muazzez’i zengin bir kısmet için yetiştirmektedir. Eşraf ve zengin hanımlarıyla
gezmelerde vaktini harcamakta bu arada kızını ve kocasını sürekli ihmal
etmektedir. Üstüne bir de hiçbir şeyden memnun değildir. Yusuf’u sevmez, Yusuf
da onu sevmez. İdeal olan olmaması gerekenin mücadelesi gibi algılanabilecek bu
durumun asıl sebebi kendisinden yaşça çok büyük bir eşle evli olmak yatıyor
gözükse de, Şahinde’nin bir eş olarak suçlarını örtmeye yetmemektedir. Kızı
Muazzez’i bir başka çocuk Yusuf’a teslim etmesi veya sonradan Yusuf’a eş olan
Muazzez’i laf-söze yol açacak şekilde gezmelere götürmesi Şahinde’nin romanda
anlatılmak istenen zıtlıkları aktarmak için önemli bir rol üstlendiğini
gösterir.
Şakir,
hırslı ve kindar birisi. Zengin ve nüfuzlu ailelerin çocuklarında görülen
birçok arızaya sahip: ayyaş, hovarda ve ahlaksız. Babası bir fabrikatör ve
Şakir vaktini Rum orospularla geçiriyor. Bu kadar sorumsuz bir hayattan arda kalan
çöpleri de dostu bir başka genç Hacı Etem topluyor. Yusuf’un arkadaşı Ali’yi
öldürdüğünde jandarma komutanını verdiği rüşvetle kurtaran da Hacı Etem oluyor.
Şakir şehirli ve zengin bir karakter olarak köylü ama güce yakın Yusuf’un
karşısında bir karakter.
Şakir
tarafından öldürülen Ali de Yusuf’un yeni şeyler öğrenmeye meraklı arkadaşı.
Babası bakkal olan Ali’nin hamisi, Yusuf.
Kübra,
Yusuf gibi köylüydü. Babası tarafından terk edilmiş, annesiyle yaşayan ve
hayattan bezmiş bir kızdı. Şakir, Hilmi Bey'in bağında Kübra'ya tecavüz etti.
Yusuf'la tanışınca Kaymakam'ın evinde kaldı.
Hacı
Etem, 24 yaşında kurnaz biriydi. Genç yaşta anne babasıyla hacca gitmişti.
Zengin değildi ama giyimi iyiydi. Zengin Şakir'in yakın arkadaşıydı.
İzzet
bey, Salahattin Bey ölünce kaymakam olan kişiydi. O da şehrin ileri
gelenleriyle çizgiyi aşan münasebetler içindeydi. Yönetici değişse de anlayış
değişmedikçe uygulama ve sonuçlar değişmez dedirten bir karakter olarak romanda
görev üstlenmektedir.
Cemal
Çavuş, genç ancak ekabire yakın durmaktan, para için hukuksuzluğa göz yuman
biriydi. Aslında hiçbir kişi veya kurum kendine suç ortağı bulmadan/bulamadan
hukuksuzluklarını sürdüremez. Kaymakam veya bir başkasının hukuksuzluklarını
sürdürebilmek için böyle yardımcı, yan karakterlere ihtiyaç vardır. Cemal
Çavuş’u yozlaşan çarkın bir parçası olarak ve eşraf-ekabir-zengin sofrasının
bir elemanı olarak düşünmek gerekir.
Hilmi
Bey, Edremit eşrafından bir fabrikatördür. Devlet eşrafı üzerinde nüfuz sahibidir.
Kumarbaz. Parasıyla oğlunu sürekli koruyan birisidir. Paranın ve nüfuzun birçok
kapıyı açtığı ve birçok günahı örtebildiğinin göstereni olarak romanda yer
alır.
Edremit kahvesiyle, camisiyle, meydanıyla, bitki örtüsüyle tamamen
bir Anadolu kasabasıdır. Edremit hem fakirlerin hem de zengin ve soylu kesimin
bir arada yaşadığı yozlaşmış bir kasabadır.
Edremit, sınıf farklıklarının kendini belli ettiği bir
kasabadadır.
“Burada çocukların büyük adamlar gibi, muhtelif sınıfları,
muhtelif grupları vardı ve bu tasnifte büyüklerinkinden çok farklı esaslar
gözetliyordu.” (20).
Karakterlerin Tema ile İlişkisi
Romanın teması, toplumdaki bozulmalardır.
Yusuf, Kübra, Kübra’nın annesi fakir ve köylü karakterler olarak nitelenebilir.
Kaymakam, Şahinde, Şakir, Hacı Etem, Hilmi Bey, Jandarma Çavuşu şehirli,
zengin, eğitimli, yetkili kişilerdir. Kuyucaklı Yusuf, ailedeki bozulmayı
aktarmak için köylü bir karakter olarak şehirdedir. Kaymakam Sabahattin Bey de
devletteki bozulmayı göstermek için zenginlerle iç içedir.
Karakterlerin Ana Düşünceyle İlişkisi
Romanın ana fikri; 1900’lerde son günlerini
yaşayan Osmanlı Devleti’nde devletin, toplumun, ailenin bozulduğudur. Romanda
Yusuf, masumiyeti temsil etmektedir. Kaymakam ve onun çevresindekiler yozlaşan
toplumun, ailenin karakterleri olarak vardır.
SEMBOL ANALİZİ
Romanda çok sayıda yan ve ana düşünce iç
içedir. Birçok tema ve çatışmayı birbirinden soyutlamadan veren yazar ara bu
çatışmaları semboller üzerinden aktarır:
Bulut:
Yusuf, Kaymakam'ın evine geldikten sonra
kimseyle konuşmayıp odasında oturup pencereden Kuyucak'ın dağlarını ve
bulutları izliyordu. Bulut burada Yusuf'un geçmişe olan özlemini temsil ediyor,
belki de bulutlar Yusuf'a güzel bir geleceğinin olacağına dair umut veriyordur.
Rakı:
Rakıyı, unutmak ve düşünmemek için insanla
korkak ve kolaya kaçan insanlardır. Salahattin
Bey gerek evliliğindeki gerek işindeki olumsuzluklardan dolayı kolay yol olan
alkole başvuruyordu. Şahinde ile kötü bir olay yaşadıklarında konuşup çözüm
yolu aramak yerine unutmayı tercih ediyordu. Rakı sofrası; Anadolu’da
zenginlerin, güçlülerin saatlerce vakit geçirdiği bir yerdir. Ayrıca sarhoşluk,
aklı devreden çıkaracağı için birçok olayı aktarmak için iyi bir yöntemdir.
Kumar:
Kumar çoğu şeyi emek sarf etmeden
kazanabileceğini düşünen insanlar için bir umut kaynağıdır. Her şey şansa bağlıdır.
Kazanırsan daha zenginsindir, kaybedersen yavaş yavaş her şeyini masaya
bırakırsın. İşin içine birde alkol girince işler çığırından çıkar. Salâhattin
Bey masada oturan eşraflara, kızı Muazzez'i ortaya koyduğunu bilmeden katılıp
borca girmişti. Kumar, etkili ve yetkili bir kişiyi hem en iyi rezil etme hem
de en kolay elde etme biçimidir.
Kırılan
lamba:
Romanın son sahnesinde, silahların havaya
patladığı vakitte lamba Yusuf'un kamçı darbeleriyle kırılmıştı ve kime ne
olduğu anlaşılmamıştı. Lamba patlamasaydı belki de Muazzez ölmeyecekti. Yusuf
kötü anılarının olduğu bu şehri başkaldırıp terk etmeyecekti. Ayrıca burada
kırılan lamba ile karanlığa bürünen ev bize, romanın sonuna geldiğimizi, hiçbir
şeyin eskisi gibi olmayacağını gösteriyor olabilir. Kırılan lamba, olanın değil
değerlerin aşınmasının önemli olduğunu vurgulamak için ve kalanı okuyucunun
zihninde canlandırmasına izin vermek için harika bir yöntem olmuştur.
Rüşvet:
Zengin ve güçlü insanlar çoğu dönemde
yaptıkları hataların ve suçların üzerini para ve tehdit ile örtüp ortadan
kaldırabiliyorlar. Romanın ana sorunlarından biri, eşraf aileler ve devlet
yönetimi arasındaki bağdır. Bu bağ adaleti ortadan yok etmiş; güçlünün zayıfı,
zenginin fakiri öldürdüğü bir dünya haline getirmiştir. Tabi bunlara sebep olan
şeyde eşrafın maddi iradelerini kullanarak devlet memurlarına uygunsuz
teklifleridir.
Romanın başında şehirlilerin cinayet yerine
gelirken deri kalpak takacak kadar zengin olması fakat köyde yaşayan çocuğun
çıplak ayakla dolaşması toplumdaki sınıf farklılıklarını gözler önüne seriyor.
Kesik
parmak:
Yusuf’un romanın başında annesi ve babasının
katiline saldırması sonucunda kopan parmağı, ileride seferberlik ilan edilince
orduya katılamamasını sağlamıştır bu da Sabahattin Ali'nin ne kadar tutarlı bir
yazar olduğunu gösterir.
Senet:
İnsanlar, aralarındaki sözlü anlaşmaları
yazıya dökerek tüm kaçış yollarını kapatıyorlar. Böylece borçlu olan tarafın
eli kolu bağlanıyor. Salâhattin Bey’in, Hilmi Beylere borçlanması
sonucunda imzalanan senet, Salâhattin Bey’in elini kolunu bağlamanın yanında
Hilmi Beylerin Muazzez konusunda ciddi olduklarını gösterir.
TEMA VE ANA DÜŞÜNCE ANALİZİ
Tema
Romanın teması, toplumdaki bozulmalardır. Bu bozulmaları;
devlet yöneticileriyle zenginlerin arasındaki ilişkide, aile yapısında, aşkta,
köylü-şehirli münasebetlerinde, adalette görülmektedir.
Ana Fikir
Romanın ana fikri; 1900’lerde son günlerini
yaşayan Osmanlı Devleti’nde devletin, toplumun, ailenin bozulduğudur. Romandaki
tarihlendirmelerden hareketle romanın 1912-1913 yıllarında geçtiğini söylemek
mümkündür. Bu dönemi Osmanlı Devleti gücünü iyice yitirdiği dönem olarak
nitelemek mümkündür. Devlet otoritesinin iyice zayıflaması, zengin ve soylular
lehine bir yozlaşmayı da beraber getirmiştir. Bir yerde yozlaşma varsa bunu bir
kurumda görmezsiniz. Belki bunu daha iyi ifade etmek için bir yere kendi
halinde bırakılmış elmayı düşünmek gerekir. Bir elma kendi haline
bırakıldığında birçok yerden bozulabilir. Birçok yerden elmaya kurt girebilir
ve elma birçok yerden pörsüyebilir. Romandaki Osmanlı da öyledir. Devlet,
ailede, şehirlerde, köylerde, insani ilişkilerde, adalette, aşkta, zenginlerde
bozulmalar vardır. Kuyucaklı Yusuf, bu yozlaşmaları, bozulmaları ve çürümüşlüğü
bir bütün halinde gözler önüne seren bir roman olmuştur.
Romanda ana düşünce ve yan düşünceye örnekler
vermek gerekirse, birkaç olayı buraya yazmak lazım. Yönetimdeki ve nüfuz
müsaadelerindeki yozlaşmalara örnek olarak, Hacı Etem'in Şakir'i kurtarmak için
jandarma komutanı Cemal Çavuş'a rüşvet vererek delilleri ortadan kaldırması,
ayrıca mahkeme heyetinin Şakir'in Ali'yi vurduğunu bilmesine rağmen sessiz
kalması, eşraftan birilerinin sürekli Kaymakam'la oturup kalması, birlikte
kumar oynayıp borçlanmaları, alkol kullanmaları gibi ciddi sorunlar
gösterilebilir.
Romanda yönetimdeki yozlaşmaların yanında
zengin-fakir, kadın-erkek gibi çatışmalarda vardır. Örneğin, romanın başında
şehirden gelenlerin, deri kalpak takması fakat köyde yaşayan küçük kızın çıplak
ayaklı olması. Yusuf'un yetiştirilme şeklinden dolayı kadınların fazla ses
çıkarmaması, evde son sözün erkeğe ait olması gibi yanlış düşüncelere sahip
olması, o dönemde yaşanan ciddi sorunlardan sadece bazılarıdır.
Şahinde'nin ev gezintilerine gitmek için
henüz üç yaşında olan kızını hala çocuk olan Yusuf’a bırakması, Kaymakam’ın
gündüzlerini işe, gecelerini de dostlarıyla kurduğu rakı sofralarında harcaması
yüzünden kızına ve karısına vakit ayırmaması, Muazzez’in ilgisiz bir çocuk
olarak yetişmesine neden olmuştur.
O dönemdeki insanların çocuklarına olan
ilgisiz tavırları; Aileler farkında
olmadan çocuklarına kötü bir hayat hazırlıyorlardı. Hilmi Bey gibi bazı
ebeveynler, çocuklarının hata yapıp yapmamasıyla ilgilenmeden yalnızca
çocuklarının arkasında dururlar. Onlara karşı olan bu tutumları, çocuklarının
şımarık, görgüsüz, gözü yükseklerde ve her istediğini elde edebilecek birer
yetişkin olmasına zemin hazırlıyor. Şahinde’nin ailesi gibi olan bazı ailelerde
dünyaya getirdikten sonra belli bir amaç için büyütüyor bu süreçte de
çocuklarına nasıl olduklarını, ne düşündüklerini bile sormuyorlardı. Böylece
çocuklar kapalı büyüyor, her şeyi içinde yaşıyorlardı. Bu da onların gelecekte
ki hayatında sinirli ve manevi açından bozuk bir birey olmasına neden
oluyordu (13). “Onlar işportaya konan
bir elma gibi onu süsleyip temizlemişler, parlatmışlar, sonra yağlı bir
müşteriye okutmuşlardı. Kız yetiştirmekten de gaye bu değil mi?” (13).
Şehirli-köylü çatışması için Yusuf-Kübra ve
diğerleri şeklinde bir ayrım mümkündür. Ancak Yusuf ideal ve saf köylü tipi
için Kübra ise annesiyle şartların zorlamasıyla ve diğer sebeplerden
masumiyetini koruyamamış köylü bir karakterdir. Şahinde’nin Yusuf’a bakışı,
tersinden Yusuf’un Şahinde’nin tavır ve davranışlarıyla ilgili gözlemleri,
köylü-şehirli çatışmasında pik yapan yerlerdir. Şehirliler tarif edilirken “Siyah kuzu dersi kalpak”, köylüler tarif
edilirken “Çıplak ayaklı kız çocuğu” (7)
tasviri kullanılır.
Sorumlu ve sorumsuz ebeveyn de yine Yusuf
gözünden annesi ve Şahinde arasındaki kıyasta veya Yusuf’un babası-Kaymakam
Salahattin Bey arasındaki mukayesede ortaya çıkmaktadır. Yine bu temayla
beraber kadın-erkek ilişikleri de işlenir. Mesela Yusuf, Şahinde’ye çok
şaşırır: “Yusuf bir kadının çenesini bu kadar açabilmesine hayret ediyor...”
(15). “Bir evde sözü geçecek, hüküm yürüyecek yegâne adam o evin erkeği
olduğuna ve o erkek de kendisi istediğine göre, Şahinde Hanım’ın sözlerinin bir
kıymeti olmazdı.” (15) “ Lakin derhal
anladı ki, bu kızcağız kendisini hiç de küçük, basit görmemekte, bir müsavat
istemektedir.” (12)
İç içe giren bu temalar içinde şehirli ve
köylü kadın farkı romanda şöyle ortaya konur: “Anasıyla babası arasında da
kavga olurdu ama bunlara kavgadan ziyade babasının herhangi bir şeye kızıp
acısını anasından çıkarması demek daha doğruydu. Çünkü zavallı kadıncağız
mukabele etmek, hatta ağzını açmak şöyle dursun, gözlerini bile kaldıramaz,
sessiz sessiz ağlardı.” (15).
Romanda sınıf ayrılıkları birçok yerde
işlenir. Mesela nüfuz sahibi Şakir’in
ekip kurması şöyle anlatılır: “Şakir’in kendine benzeyenlerden ibaret partisine
ne hükümetin ne de jandarmanın karışmaması çünkü parayı bolca oynatıyorlardı.”
(33). Bu sınıf farklılıkları çocuklar arasında bile vardı. İnsanların farklı
olduğu düşüncesi yerleştikten sonra adaletsizliğin gelmesi çok uzun sürmezdi.
Artık Hilmi Bey parasıyla adalete söz geçirebilirdi. Hapishane onun serseri
oğlu için değil başka serseri çocuklar için mekân olabilirdi: “Hapishane ancak
serseriler, köylüler ve aşağı tabakadan insanlar içindi; bir Hilmi Bey’in oğlu,
adam öldürse bile, onlarla bir tutulamazdı.” (96). “Mahkeme uzun sürmedi. Zaten
Şakir, tevkifinin haftasında müstantik tarafından serbest bırakılmıştı. Bu bir
haftanın da ancak gündüzlerini, onu da müdür odasında oturup cigara içmek ve
nizamiye kapısının yanında ki küçük bahçede aşağı yukarı dolaşmak suretiyle,
hapishanede geçirdi.” (96).
Zenginler olunca onların işlerini yürüten
işçilere ihtiyaç vardır. Haliyle bu durumda mal sahibi-işçi sorunları gündeme
gelmektedir. Mal sahipleri işçilere karşı hiç de olumlu tutum içinde değildir
(26).
Romanda paranın ve gücün değiştirdiği
insanların yanında özüne uygun davranan insanlarla, köy ve şehir hayatı, köyün
ve şehrin doğası-manzarasını görmek mümkündür. Romanda doğa; yaşamı, aşkı,
sevgiyi, umudu, bozulmamışlığı, kirlenmemişliği, masumiyeti temsil ederken;
kasaba ya da şehir yozlaşmayı, yapaylığı, ölümü, şehveti, kirlenmeyi,
adaletsizliği temsil eder.
Osmanlı Devleti’nde 1900’lü yıllarda
değişikler oluyordu. Bunlardan biri de hürriyetin ilanıydı. Hürriyetin ilanıyla
halk eskisi kadar rahat değildi. İlan sonucunda Osmanlı Devleti’nde askeri ve
sosyal alanda ilerlemeler katledilse de sorunlar tam olarak çözülememiş,
çatlaklar hala kapanmamıştır. Bunu da henüz mesleğinde yeni olan jandarma Cemal
Çavuş'un adalete duyduğu saygısızlıktan anlıyoruz.
Havva Gizem TEPER-Burcu AKTAŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı bekliyoruz.