2021- ÖSYM Türk Dili ve Edebiyatı Alan Yeterlilik Testi 11. soru
Su gelir deste gider
Ayrılır dosta gider
Gurbet yansın, yıkılsın
Sağ gelen hasta gider
Sanat, Edebiyat, Dil, Kültür; Osmanlı Türkçesi / Osmanlıca örnek metin ve okunuşları
2021- ÖSYM Türk Dili ve Edebiyatı Alan Yeterlilik Testi 11. soru
Su gelir deste gider
Ayrılır dosta gider
Gurbet yansın, yıkılsın
Sağ gelen hasta gider
Edip Cansever'in şiir kitapları:
İkinci Yeni şairlerinden Edip Cansever'in beğenilen şiirlerinden:
Masa da Masaymış Ha
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
Kesin
Gözlerim bir balığın onu tutma denizlerinde
Gözlerim bir balığın
Bir balık ellerimde
Balıktan bir göz ellerimde
Kirpiksiz, tuzlu, diri
Bakışları günlerce.
Aaaa
Bir Süleyman gördüm hiçbir yanı kımıldamıyor
Oturmuş bir iskemleye
Pek de oturmuşluğu yok iskemle ayaksız
O nasıl şey, bu adam soyut mu ne
Baksan bir ilgisi var elleriyle
Uzamış uzamış uzamış doğrusu elleri
Sevmeye domuzlanıyor gittikçe
Konuştum konuşmuyor
Dürttüm dürtülmüyor
Kızdım, bir bıçak salladım karnına
Aaaa!
Yok yahu bana mısın demiyor.
Şaşırdım, yokladım kendimi iyice
Bir çağ mı değiştik sabah sabah ne
Artık ölüm insanlardan olmuyor.
Güzel Atomların Yaptığı Ayak
Bir menekşe duyuyorum ellerimsiz
O kadar güzel ki, Amerika bile güzel
Sen bile güzelsin bensizce
Atomlar bile güzel
Moleküller bile
Toplanıp ayak oluyorlar bende
Ağız oluyorlar biraz
Diş oluyorlar keskince
İki göz parlakça
On tırnak sivrice.
Bir menekşe duyuyorum ellerimle
Bir molekül duyuyorum
Bir atom
Korkunç
Birleşip ayak olmuyorlar bende
Ağız, diş, tırnak
Göz olmuyorlar
Hep birden,
Hep birden bir şey oluyoruz işte
Ağzı, burnu, elleri, kolları
O korkunç güzelliğe karşı.
Horozla Merdiven
Yukarsı yukarda, aşağısı aşağıda biraz
Horozla merdiven ortada
Canım horoz! merdivende renkleniyor
Çocuğu çocukluyor bu düdüğün kırmızısı
Annemi çağırıyor on kulaçlık bir iplik
Başımı iğiyorum su kovasına
Ne kadar balık düşünüyorsam o kadar balık.
Yılkı
Ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
Benim atım her zaman
Kim bilir kime sesleniyorum, sessizlik
Yosunlar, taşlar, o mezar yazıtlarından
Yaz gelmiş, zakkumlar açmış, elimi bile sürmedim
Sürsem bile ne çıkar, ama sürmedim
Ölü bir şey kalıyor dünyadan, yapraklardan.
Ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
Benim atım her zaman.
Bahaeddin Özkişi (1928-1975)
Hayatı
Bahaeddin Özkişi, 19 Haziran 1928’de İstanbul’un Fatih-Karagümrük
semtinde dünyaya geldi. Nüfusta adı Mehmet Bahattin Özkişi, doğum yeri Manisa olarak
geçmektedir.
Bahaeddin Özkişi çocukluğunu Fatih-Karagümrük’te
geçirmiştir. Küçük Bahaeddin ev ve sokakta birbirini tanıyan insanların içinde
yetişmiştir. Bahaeddin Özkişi eğitimine ilk olarak altı yaşında 20. Yıl
İlkokulu’nda (Şimdiki Ahmet Rasim İlköğretim Okulu) başlamış ve burayı 1939
yılında bitirmiştir. Aynı yıl Karagümrük Ortaokulu’na kaydolmuş, 1942’de burayı
bitirerek Sultanahmet Sanat Enstitüsü’ne başlamıştır. 1946 tarihinde Devlet
Deniz Yolları’nda işe başlar. 1948’e kadar burada, denizaltı
gemilerinde ve istim makinelerinde deniz tesviyecisi sıfatı
ile usta olarak çalışır. Buradan istifa ederek Evren Çivi fabrikası’nda kalıpçı
olarak çalışmaya başlar.
Askerlik görevini Erzurum’da “Doğu Bölgesi Emniyet
Başmüfettişliği”nde yaparak 1950’de onbaşı rütbesi ile teskere alır.
Askerlikten sonra bir süre işsiz kalan yazarımız ticarete atılır. Yakınlarının
desteği ile bir camcı dükkânı açmış fakat daha sonra kapatmak zorunda
kalmıştır. 1951’den 1955’e kadar Devlet Hava Yolları’nda oto makinisti olarak
çalışan Özkişi, buradan istifa ederek çeşitli alet, erdevat, gazocağı vs.
tamirciliğine başlamıştır. Dükkânın istimlâk edilmesi ile 1956’da bu işi de
bırakmıştır.
Daha sonra İstanbul teknik Üniversitesi Makine Fakültesi
Malzeme ve İkmal Usulleri Enstitüsü Müdürlüğü’nde kaynakçı ustası olarak işe
başlar. Burada “Kaynakçılık ve Kaynak Tekâmül Kursları”nı bitirerek Kaynak
Öğretmeni olur. 1960 ile 1962 tarihleri arasında Almanya’da Elektrik Ark Kaynak
Okulu’nda eğitim görmüş ve 15 Mart 1962’de bitirmiştir. Yurda dönünce kaynak
laboratuar şefliğine tayin edilir.
1969 yılında Fatma Özden Hanım ile evlenmiştir. O yaşına
kadar evliliğe pek sıcak bakmamış, uzun süre mutlu olamamaktan korkmuştur. Bu
evlilikten Zeynep adlı bir kızı dünyaya gelir.
Bahaeddin Özkişi, eşinin de yardımı ve etkisiyle kendisini
tamamen yazı hayatına vermek üzere emekliliğe niyetlendiği bir sırada beyin
kanaması geçirir. Mehmet Bahaeddin Özkişi 10 Kasım 1975 tarihine Hakk’ın
rahmetine kavuşur.
Edebî Hayatı ve Sanat Anlayışı
Bahaeddin Özkişi’nin edebiyatla ilgisi sanat Enstitüsü
yıllarında başlar. Yazarın yazmaya götüren sebepleri tespit amacıyla içinde
yaşadığı ailenin kültür ve sanat atmosferine baktığımızda, onun sanat cevherini
harekete geçirecek, besleyip geliştirecek çok elverişli bir ortamın mevcut olduğunu
görürüz. Çünkü tasavvufun hâkim olduğu evlerinde zengin bir dini kültür alan,
menkıbeler, sohbetler ve ilahiler arasında büyüyen Özkişi, toplumu iyice
inceler. Zaten çok meraklı bir yapısı vardır.
Sultanahmet Sanat Enstitüsü’nde okurken bir patlama neticesi
okul atölyesinde ölen ve yaralananlar onu roman denemesine sevk etmiştir.
Haliç Tersanesi’nde çalışırken karşılaştığı değişik tipler
ve yaşadığı ilginç olaylar, zehirli ortamlarda ekmek parası kazanan küçük
çıraklar, mahallede toplanan semt sakinlerinin yaşayışları ve kişilikleri
Özkişi’de derin izler bırakır. İyi bir gözlemci olan sanatkârımız, kayda değer
bulduğu her şeyi ve hadiseyi yazmaya başlar. Ortaokul yıllarından itibaren
sarıldığı kaleme 1950’lerden sonra asılır.
Yazarın yaşadığı şehrin sanat ve kültür ortamından faydalanmış olduğu kanaatimizi doğrulayan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tavsiyesidir: “Devam et, sen on Sait Faik edersin” diyerek hevesini arttırır.
İki yıl Almanya’da kalarak hem batı dünyasının iç yüzünü
yakından öğrenme fırsatı bulmuş hem de fikri anlamda derinleşmiş olarak
gelmiştir. Burada kazandıklarını hikâyelerde kullanmıştır.
İlk hikâye kitabı olan Bir Çınar Vardı 1959 yılında basılır.
Kitabın ilk hikâyesini 12 Ağustos 1955 yılında yazıldığını hikâyenin altına
düşülen tarihten öğreniriz. Bu tarihten 1974 yılındaki romanına kadar
yazılarını göremeyiz. Eşi Fatma Özden Hanım, sağlığındayken yazarın en büyük
destekçisi olmuş ve kâtipliğini yapmıştır. 1969 yılında evlenmiş ve yazarımıza
sanat çalışmalarında büyük katkılar sağlamıştır. Köse Kadı, Uçtaki Adam,
Sokakta, Göç Zamanı eserleri 1974–1975 yılları arasında yayımlanır. Eşinin desteğiyle
üç roman ve bir hikâye kitabı Ötüken tarafından yayınlanarak okuyucuyla buluşur.
Özkişi’nin sanatkâr şahsiyetinin başka yönleri de vardır. Süheyl
Ünver’den tezhip dersleri alıp cam üzerine tezhip çalışması, yağlı boya ile
ilgilenip tablo çalışması yapar. Bir yandan da eski İstanbul evlerinin maketlerini
üç boyutlu ve cepheli olarak yapmıştır. Aksesuarlarına en ince teferruatına
kadar dikkat etmiş ve bu maketlerle yıkılan evlerin ahşap malzemeleri kullanmıştır.
Evleri kendi tespit ettiği zamandaki görüntüleri ile yansıtmıştır. Bu yönü
edebiyata olan ilgisiyle yaklaşık aynı yıllarda başlamış 1959’dan 1972’ye kadar
önemli bir yer etmiştir.
Bahaeddin Özkişi, ecdadına ve onun eserine hayran bir
aydındır. Memleketini, şehrini, sokağını, insanları seven ve aşk derecesine
bağlı bir insandır. Tarihi dokularıyla örülmüş İstanbul’un beton yığını haline
gelmesine üzülmüş, o güzelim ahşap evleri hiç olmazsa maketlerini yaparak
yaşatmak istemiştir.
Eserleri
Hikâyeleri
1-
Bir Çınar Vardı adlı
hikaya kitabında yer alan hikayeler:
Bir Sebilciden, Asıl Sebep, Misafir Geldi,
Helallik, Vermekten Ölümsüzlük, Şoför Aziz, Telsiz Memuresi, Erkeklik Özentisi,
Yeni Gün, Çatal, Nedamet, Dua, Terhis, Borç, Talebe, Hepimiz Gibi, Olgun Adam,
İnsan Hamal, Mektup, Deli İmam, Bilinmeyen Kahramanlar, Küçük Anneme, Serhoş, Erzurum’da Akşam,
İstasyondan, Tereke, Göç, Yeni Gelen, Taşındığım Ev adlı yirmi dokuz kısa
öyküden oluşur.
2-
Göç Zamanı adlı
hikaye kitabında yer alan hikayeler:
Doğuş, Kurşun Dünyasından, Göç Zamanı, Hayal Ülkelerinden,
Körün Gördükleri, Suç, Kırkıncı Yıl, Soytarı Olmak, Nedenlerim, Elli Liralık
Teşhis, Sınır, Koltuk Değnekleri, Rilke’nin Dişiliği Hakkında, İnsanlar ve Saatler,
Yeni Okul, Vermek ve Ötesi, Üçü Çeyrek Geçe, Okuyamadığım Mektup, Palto,
Kırkıncı Adam, Beşinci Karl Hikâyesi, Cümbüş, Odamdaki Cinayet, Değişme, Bekleyenler,
Açmadığım Kapı, Napolyon’un Ümidi, Possionya Buluntuları adlı yirmi sekiz kısa öykü yer alır.
Romanları
1-Köse Kadı
2-Uçtaki Adam
3-Sokakta
4-Yarım Kalan Roman
Bahaeddin Özkişi Genel Değerlendirme:
Bahaeddin Özkişi romancıdan çok hikâyecidir. Onun
romanlarının kuruluşunda, olayların sıralanışında yalın, duru bir anlatının
olması onun hikâyeci tarafının güçlü oluşundan ileri gelir. Romanlardaki birçok
bölüm kendi başına bir hikâye olabilecek durumdadır. Yazar bunları ustalıkla
romanın bütünlüğünü bozmayacak şekilde, sağlam bir yapıyla kurmuştur.
Kahraman yaratma, bireyin bir anını yakalayıp o nokta
üzerinde derinleşme, bilinç akımı, mekân-insan, zaman-insan ilişkilerine
yaklaşım tarzı ile Çehov hikâyeciliğine yaklaşan Bahaeddin Özkişi, bu tarzı
Türk Edebiyatı’nda başarılı bir şekilde kullanan yazarlar arasında yerini
alacaktır.
Vaka için büyük maceralar ve çatışmalara ihtiyaç duymaz.
Günlük hayat içindeki herhangi bir olay veya durum vaka için yeterlidir. Çoğu
zaman belli bir giriş bölümü kullanmadan ve doğrudan doğruya vaka ile başlayan
hikâye, belli bir sonuca ulaşmadan da bitiverir. Daha çok kişilerin ruh
hallerini sezdirmenin esas olduğu bu hikâyelerde klasik vaka düzenine
rastlanmaz. Çünkü başta bilinç akımı, iç monolog, iç diyalog gibi modern
anlatım teknikleri önem kazanır. Bunun temel sebebi, olaylardan önce bireyin iç
dünyasındaki çelişkileri ve bilincinde geçenleri yansıtmaktır.
Köse Kadı ve Uçtaki Adam hariç birçok hikâyelerinde ve
Sokakta romanında zengin bir şahıs kadrosu yoktur. Büyük ölçüde içe dönük,
bedbin ve pasif karakterler yer alır. Kahramanların isimlerinin belirsiz ve
sayısının az olmasına rağmen verilen mesajlarla birlikte düşünürsek olayın
kahramanı milyonlarca insandır.
Eserlerinde umudunu hiç kaybetmeyen, beklemeyi bilen munis
şahısların yanısıra tedirgin, zor beğenen şahıslarda görülür. Bu şahısların iç
dünyaları çok sade cümlelerle okuyucuya sunulur.
Bahaeddin Özkişi’nin elli sekiz hikâyesi ile üç romanında
belli başlı konu etrafında yoğunlaştığını ve eserlerini çatışma zemini üzerine
kurduğunu görmekteyiz.
Bahaeddin Özkişi’nin işlediği konular: Ana hatlarıyla eski-yeni
boyutundan batılılaşma temasıyla desteklenen Doğu-Batı çatışmasına; değişen
değerlere, metafizik anlamda ortaya çıkan insanın varlığını veya yokluğunu
madde ve mana anlamında aldığı değer gibi pek çok çatışmayı ve insanın fani,
devletin ebed müddet olduğu anlayışı bünyesinde barındırır. Bu itibarla bireyin
içinde bulunduğu buhranları ifade eden bir yazardır.
Ele aldığı kahramanların ruhunu ve psikolojisinin çeşitli
hallerini, heyecanlarını, bunalımlarını tahlile çalışmakta; metafizik
meseleleri izah etme endişesinde ve gayretindedir. Ruh burkuntuları, metafizik
endişeler, toplumun içinde bulunduğu hâl onu alakadar eder.
Tanpınar’ın “ne içindeyim ne dışında” mısrasıyla zamanın
kazandığı simgesel anlam Özkişi’nin hikâyelerinde de karşımıza çıkar.
Hikâyelerinde çağrışımlar, hatırlamalar, zihin devinimleri ile geriye dönüşler
yapılır. Geçmiş ile şimdiki zaman iç içe girmiş şekilde verilir. Klasik
anlatılarda görülen kronolojik zaman anlayışı yıkılır. Bireyin içinde bulunduğu
an önem kazanır.
Romanlarda tarihin belli bir dönemini kurgusal olarak ele
alan yazar, bir milletin nasıl var olduğunu ve varlığını nasıl sürdürdüğünü,
bundan sonra nasıl sürdürmesi gerektiğini anlatır.
Bahaeddin Özkişi’nin eserlerinde dikkati çeken bir başka
unsur da mekândır. Göz önünde olandan çok, gerçeğin insan ruhunda yansımalarını
tasvir ettiğinden tecride bağlı mekân önem kazanmaktadır. Bu da mekân-insan
ilişkilerinde psikolojik bir boyut kazandırmış ve işlevsel bir özellik
almıştır.
Eserlerde dil net ve açıktır. Ancak hikâyelere yüzeysel
bakamayız. Yazarın üslûbu ve kurgusu buna izin vermektedir. Yazar hikâyelerine
konu olan objeleri itina ile seçmekte ve bu her objeye derin manalar
yüklemektedir. Bu derinliği hikâyelerde görülmektedir. Yazarın hikâyelerinde
lüzumsuz hiçbir ayrıntıya ve ifadeye rastlanmamakta, kullandığı dilde yer yer
konuşma diline yer verse de hiçbir zaman argo kelimelere yer vermemektedir.
Böylece yazarın hikâyelerinde şiirsel bir dil meydana gelir.
Roman, özellikle toplumsal ve siyasal kargaşanın arttığı
değerlerin, alt üst edildiği dönemlerde sosyal işlevi bakılmadan asli
fonksiyonunun önüne geçer ve daha aktif bir rol üstlenir. Bu özellikleri
gösteren Sokakta romanı, eser-okur ilişkisi, konu, olay örgüsü ve yapı
itibariyle kendinden önceki ve onrakilerle beraber anılacaktır.
Bütün bunlardan sonra Bahaeddin Özkişi hakkında
söyleyeceklerimizi şu cümlelerle bitirelim: Hikâyelerde ve romanlarda; felsefi,
psikolojik ve dini açıdan yüzeysel değil derinliğine inilmesi, yazarımızın daha
iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Son yüz elli yıllık zaman zarfında Türk
toplumunda meydana gelen değişmeyi iyi bir tarz ile ortaya koymuştur. Bahaeddin
Özkişi’nin derin bir gözlem, okuma, araştırma sonucu oluşan zihni yoğunluğu;
kahramanların ruhsal yapılarını edebî eserlere ait çerçeve içinde anlatılmasına
zemin hazırlamıştır.
Kaynak:
Bahaeddin Özkişi’nin Eserlerinin İncelenmesi-Aydın Adnan
Gümüş (Muğla Üniversitesi-Yüksek Lisans Tezi)
2021- ÖSYM Türk Dili ve Edebiyatı Alan Yeterlilik Testi 8. soru
Şair: Bağdatlı Ruhi [16. yüzyıl]
Nazım Şekli: Terkib-i Bend [Tam Metin]
Nazım Türü: Hiciv [Sosyal hiciv]
Vezin: Mef’ûlü
Mefâîlü Mefâîlü Feîlün [Aruz ölçüsü]
Meşhur terkibibendinden Ruhi, insanın yapısını, sosyal hayatın insana etkisini, toplumdaki adaletsizlik ve dengesizlikleri, çıkarcı ve omurgasız kişilerin durumlarını yermiştir. Sosyal hicivleriyle meşhur Bağdatlı Ruhi, eleştiri edebiyatının önemli bir ismidir.
Tanzimat şairi Ziya Paşa'nın yazdığı nazire
Bağdatlı Ruhi’nin şiirlerini topladığı Divan’ı vardır. Divanında yer alan terkib-i bentlerden biri olan aşağıdaki metinde, 17 bent bulunmaktadır. Bent sonlarında bulunan vasıta beyitleri, her bent sonunda farklı şekilde kafiyelenmiştir. Terkib-i bentle terci-i bent nazım şekli bu vasıta beytinden ayırlır. Eğer vasıta beyitleri aynı olsaydı metnin nazım şekli terci-i bent olacaktı. Metinde, ÖSYM'nin soru ve cevaplarının bulunduğu beyitlere kırmızı renkle açıklamalar eklenmiştir. Mavi olarak verilen beyitler metindeki vasıta beyitlerini göstremek içindir.
1. Bend
Sanman bizi kim şîre-i engûr ile mestüz
Biz ehl-i harâbâtdanuz mest-i Elest'üz
Ter-dâmen olanlar bizi âlûde sanur lîk
Biz mâil-i bûs-i leb-i câm ü kef-i destüz
Sadrın gözedüp neyleyelüm bezm-i cihânun
Pây-ı hum-ı meydür yerimüz bâde-perestüz
Mâil değilüz kimsenün âzârına ammâ
Hâtır-şiken-i zâhid-i peymâne-şikestüz
Erbâb-ı garaz bizden ırâg olduğı yeğdür
Düşmez yere zîrâ okumuz sâhib-i şastuz
Bu âlem-i fânîde ne mîr ü ne gedâyuz
Â’lâlara â’lâlanuruz pest ile pestüz
Hem-kâse-i erbâb-ı dilüz arbedemiz yok
Meyhânedeyüz gerçi velî aşk ile mestüz
Biz mest-i mey-i meygede-i âlem-i cânuz
Ser-halka-i cem'iyyet-i peymâne-keşânuz
2. Bend
Sâkî getür ol bâdeyi kim dâfi-i gamdur
Saykal ur o mir'âta ki pür-jeng ü elemdür
Dil-bestelerüz bizden ırağ eyleme bir dem
Ol bâdeyi kim nûr-ı dil ü dîde-i Cem'dür
Ey h’âce fenâ ehline zinhâr ululanma
Dervîşi bu mülkün şeh-i bâ-hayl ü haşemdür
Hâk ol ki Hudâ mertebeni eyleye âli
Tâc-ı ser-i âlemdür o kim hâk-i kademdür
Gel doğrılalum meygedeye rağmına anın
Kim bâr-ı riyâdan kad-i ber-geştesi hamdur
Mey sun bize sâkî bizüz ol kavm ki dirler
Rindân-ı sabûhî-zede-i bezm-i kıdemdür
Bu nazmı Beyânî’den işit hâle münâsib (Peyâmî olmalı)
Kim zübde-i yârân-ı suhandân-ı Acem'dür
Mâ rind-i sabûhî-zede-i bezm-i
Elestîm
Piş ez-heme derdî-keş ü pîş ez-heme mestîm
3. Bend
Hoş gûşe-i zevk idi safâ ehline ‘âlem
Bir hâl ile sürseydi eger ‘ömrini âdem
Sıhhat sonı derd olmasa vuslat demi hicrân
Nûş âhiri nîş olmasa sûr âhiri mâtem
Bu ‘âlem-i fânîde safâyı ol ider kim
Yeksân ola yanında eger zevk u eger gam
Dâ’im ola hem-sohbet-i rindân-ı kadeh-nûş
Varın koya meydâna eger bîş ü eger kem
Sûfî ki safâda geçinür Mâlik-i dînâr
Bir dirhemini alsan olur hâtırı derhem
Zâhir bu ki âhır yeri hâk olsa gerekdür
Ger dirheme muhtâc ola ger mâlik-i dirhem
Mey sun bize sâkî içelüm rağmına anun
Kim cehli ile bilmedügi yerden urur dem
Her münkir-i keyfiyyet-i erbâb-ı harâbât
Öz aklı ile Hakk'ı diler bulmağa heyhât
4. Bend
Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayın der
Dün mektebe vardı bugün üstâd olayın der
[İrşad sahibi olmak isteyen şu zahide bak ki dün okula gitti bugün hoca olmak istiyor.]
Bu şıkta ÖSYM, "haddini bilmeme" ifadesiyle beyti eşleştirmiştir. Dün okula gelen birinin bugün hoca olmak istemesi, hadsizliktir.
Meyhânede ister yıkılup olmaya vîrân
Bîçâre harâbâtta âbâd olayın der
Bir serv-kadün bende-i efgendesi olsun
Âlemde o kim gussadan âzâd olayın der
‘Ömrin geçirüp kûh-ı belâda dil-i şeydâ
Berhem-zen-i hengâme-i Ferhâd olayın der
Vasl istemeyüp hicr ile hoş geçdügi bu kim
Miskîn gam-ı cânâneye mu‘tâd olayın der
Elden komasun gül gibi câm-ı meyi bir dem
Her kim ki bu gamhânede dilşâd olayın der
Gezdi yürüdi bulmadı bir eğlenecek yer
Min-ba‘d yine ‘âzim-i Bağdâd olayın der
Bağdâd sadefdür güher-i dürr-i Necef ’dür
Yanında anun dürr ü güher seng-i hazefdür
5. Bend
Ol gevher-i yektâ ki bulunmaz ana hemtâ
Gelmez sadef-i kevne bir öyle dür-i yektâ
Ol zât-ı şerîfe yaraşır da'vî-i himmet
Kim oldu ne dünyâ ana maksûd ne ukbâ
Kim derk eder anı ki ola zâtına ma'lum
Remz-i kütüb-i medrese-i ilm ile bâlâ
Ol zâhidün ağlar yer ü gök haline yarın
Kim içmeye destinden anın câm-ı musaffa
Bir noktadadur sırrı dedi çâr kitabın
Ol çârdadur sırr-ı kütüphâne-i eşyâ
Ol nokta benim dedi dönüp remzini seyret
Ya'ni ki benim cümle-i esmâ-yı müsemmâ
Çün hisse imiş kıssadan ehl-i dile maksûd
Maksûd nedür anla bil ey ârif-i dânâ
Hep mağlatadur lâklaka-yı zâhir ü bâtın
Bir nokta imiş asl-ı suhan evvel ü âhir
6. Bend
Ey sâhib-i kudret kanı insâf ü mürüvvet
Rindân-ı mey-âşâma niçin olmaya rağbet
Kısmetleri dersen ezelî cevr ü cefâdur
Cevr ola niçin zevk u safâ olmaya kısmet
Dersin ki bugün eylemeyen yarın eder zevk
Çok mu iki gün bendelerin eyleye işret
Hacetlerimüz kâdir iken kılmağa hâsıl
Salmak kereminden bizi ferdâya ne hâcet
Nâçâr çeker halk bu zahmetleri yohsa
Âdem kara dağ olsa getürmez buna tâkat
Hâlün kime açsan sana der hikmeti vardur
Öldürdi bizi âh bilinmez mi bu hikmet
[Kime halini açsan sana hikmeti olduğunu söyler. Ah bu hikmet bilinmez mi, öldürdü bizi.]
ÖSYM, bu beyti "bilgisiyle övünme" ifadesini eşleştirmiştir. Beyitte kişinin hikmeti kimseden öğrenememesi, sorduğu kişilerin ona hep hikmetinin olduğunu söylemesi anlatılmıştır. İnsanlar bilmediklerini, tanımlayıp anlayamadıklarını hikmeti olduğunu söyleyip geçiştirmektedir.
Bîhûde dönüp neyler ola başımuz üzre
Halkun bu felek dedüği dôlâb-ı meşakkat
Bîhûde yeter döndü hemân terkini
kılsa
Kim aksine devr eylemeden yeğdi yıkılsa
7. Bend
Çarhun ki ne sa’dinde ne nahsinde bekā var
Dehrün ki ne hâsında ne ‘âmında vefâ var
Aldanma anın sa’dine nahsinden alınma
Nahsinde deme mihnet ü sa’dinde safâ var
Meyl etme anın hâsına ‘amından üşenme
‘Amında deme hisset ü hâsında ‘atâ var
Cehd eyle hemân gayr eline bakmayı gör kim
Benden ne sana fâide senden ne bana var
Eğninde görüp gayrilerin atlas ü dîbâ
Gam çekme ki eğnimde benüm köhne abâ var
Geç cümle bu efkârdan ü ârif-i vakt ol
Sergeşte bil anı ki serinde bu hevâ var
Ferdâ elemin çekme mey iç bak ruh-ı hûba
Âşıklara ferdada dahi va’d-i likâ var
El verse safâ fırsatı fevt eyleme bir dem
Düyâ ana değmez ki cefâsın çeke âdem
8. Bend
Giryen kopar ey h’âce meğer kim ciğeründen
Kim çıktı ciğer pâreleri çeşm-i teründen
Bin girye edersin seni âhir ayırurlar
Ferzend ü zen ü tantana-i sîm ü zeründen
Bu mülk-i fenâya ki ademden güzer ettin
Sûdun nedür ancak anı bil sen seferinden
Yok çıkmağa gönlün der-i dünyâ-yı denîden
Billâh dahı hoşnud mısun yoksa yeründen
Bu mezbeleden böyle güzâr eyleyi gör kim
Bir zerre gubâr irmeye tâ rehgüzeründen
Sîm ile zeri kendüne kat kat siper ettin
Merg okını geçmez mi sanursun siperünden
Akl adın anup kendüni teşvîşe düşürme
Divâne olup ref’-i kalem kıl üzerinden
Ey h’âce eğer kim sen isen âkil ü dânâ
Şeydâluğı bin akla değişmez dil-i şeyda
9. Bend
Vardum seherî tâ'at içün mescide nâgâh
Gördüm oturur halka olup bir nice gümrâh
Girmiş kemer-i vahdete almış ele tesbîh
Her birisinün vird-i zebânı çil ü pencâh
Didüm ne satarsuz ne alursuz ne virirsüz
K'aslâ dilinüzde ne nebî var ne hôd Allah
Didi biri kim şehrimüzün hâkim-i vakti
Hayr itmek içün halka gelür mescide her gâh
İhsânı ya pencâh ya çildür fukaraya
Sabr eyle ki demdür gele ol mîr-i felek-câh
Geldüklerini mescide bildüm ne içündür
Yüz döndirüp andan didüm ey kavm olun âgâh
Sizden kim ırağ oldı ise Hakk'a yakındur
Zirâ ki dalâlet yolıdur gitdüğünüz râh
Tahkîk bu kim hep işinüz zerk ü
riyâdur
Taklîddesüz tâ'atünüz cümle hebâdur
10. Bend
Dünyâda denîlerden idersin tama’-i hâm
Ey ham-ı tama’ niceye dek bu tama'-ı hâm
Bir âdemi ger cübbe vü destâr ile görsen
Eylersün anun cübbe vü destârına ikrâm
[Bir adamı eğer cübbe ve sarık ile görürsen onun cübbe ve sarığına saygı gösterirsin.]
ÖSYM, 2. şıkta bu beyte yer vermiştir. Doğru cevaplar arasında yer alan beyit "dış görünüşe önem verme" cevabıyla eşleştirilmiştir.
Nakşın çıkarup eylemedin zâtını ma'lûm
Başlarsın ana eylemeğe fakrunı i'lâm
Cerrar diyü virmez olur Tanrı selâmın
Şermende ider itse sana habbece in'âm
Sen er olasın hırkada nâmun ola derviş
Mülhid diyü yandurmağa eyler seni ikdam
Yazuk sana kim eyleyesin hırs u tama'dan
Bir habbe içün kendüni 'âlemlere bed-nâm
[Küçük şeylere hırs ve tamahından adını kötüye çıkarıyorsun, yazık sana!]
ÖSYM, bu beyti "kendini küçük düşürme" ifadesiyle eşleştirmiştir.
Yok sende kanâ'at gözün aç olduğı oldur
Rızkun irişür sana eğer subh u eğer şâm
[Anlamı: Sabah-akşam rızkın sana
erişmektedir. Gözünün aç olması, sende kaanatin olmamasıdır.]
ÖSYM metnin bu beytini sormuştur.
ÖSYM, AYT sorusunda bu beyitte “var olanla yetinmeme” anlamı olduğunu söyleyerek
doğru cevaplar arasına koymuştur.
11. Bend
Ebnâ-yı zamânun talebi nâm u nişândur
Her biri tasavvurda filan ibn-i fülândur
Güftâra gelüp söyleseler cehl-i mürekkeb
Zu’munca velî her biri bir kutb-ı zamândur
Erbâb-ı hıred zerre kadar mu'tekid olmaz
Ol mürşide kim mu'tekîd-i bî-hıredândur
Taklîd ile seccâde-nişîn olmuş oturmuş
Tahkîkte ammâ har-ı be-güsiste-inândur
Dermiş bana keşf oldu hep esrâr-ı hakîkat
Vallâhi yalandır sözi billâhi yalandur
Kendünden ırağa düşüp ardınca yorulma
Ol bî-haberün gitdüği yol zann u gümândur
Ey tâlib-i tahkîk eğer var ise aklun
Gûş it bu sözi kim haber-i bâ-haberândur
Zinhâr unutup bildiğüni düşme inâda
Bir pîre yapış kim eresin sırr-ı ma’âda
12. Bend
Sûrette nola zerre isek ma’nide yohuz
Ruh-ül kudüs’ün Meryem’e nefh ittüği ruhuz
Peymâne-i hûrşîd ile her dem iderüz ayş
İsâ ile peymâne-keş-i câm-ı sabûhuz
Ettükse şarab içmemeğe tövbe güzelsiz
Sabit-kademüz tövbemüz üstinde nasûhuz
Mâr ise ‘adû biz yed-i beyzâ-yı kelîmüz
Tufân ise dünyâ gamı biz keştî-i Nuh’uz
Molla okusun medresede şerh-i me’ânî
Metn-i kadehi sor bize biz ehl-i şürûhuz
Sûfi bizi sen cism göziyle göremezsin
Aç cân gözini eyle nazar gör ki ne rûhuz
Pürgûlara leb-beste görünmekteyüz amma
Rindân-ı Mesîhâ-deme miftâh-ı fütûhuz
İsî-dem ü Rûhî-lakab ü Hızr-hayâtuz
Deryâ-yı sıfat içre nihân gör ki ne zâtuz
13. Bend
Aya nice bir devrede bu çâr-anâsır
Kim ana ne evvel ola ma’lûm ne âhir
Gâh eyleyeler âlem-i tefrîdde seyrân
Gâhî olalar âlem-i terkîbte sâyir
Tefrîdde çâr ola vü nâçâr ola devri
Terkîbe gelince se-mevâlîd ola zâhir
Bu cümle mezâhirden ola mu’teber insan
Insanın ola cumle tufeyli bu mezâhir
Nefsini bilenler getüre Hâlik’a îmân
Bilmezlere îmân getürenler diye kâfir
Kâfir ki yerin dûzeh eder cehlden eyler
Çün cehl hakîkatte ola küfr acep sır
Dünyâ vere câhillere el kâmil olanlar
Ayakta kala olmayalar habbeye kâdir
Çün cehldedür zevk kemâli nidelim biz
Kāl ehli safâ eyleye hâli nidelüm biz
14. Bend
Sûfî ki riyâ ile ider kendüyi mevsûf
Evkât-i şerîfi ola taklîd ile masrûf
Minberde hatîb ola vü mahfilde muarrif
Âr eylemeye olduğuna cehl ile ma’ruf
Âyîne-i kalbini kudûret ede tîre
Ruşenleri feyz-i Hak ile olmaya mekşuf
Cem’-i kütüb etmekle ne mümkin ola vâkıf
Esrâr-i Hüdâ’ ya ki ola ol mürşide mevkûf
Cân ü dilinin revzenesi olmaya pür-nûr
Daim biri mahsûf ola anın biri meksûf
Zâtındaki âsâr-ı kemâl olmaya hardur
Ya şâl-ı siyeh eğnine giymiş ya yeşil sûf
Âlemde ki kâmil çeke gam zevk ede câhil
Yerden göğe dek yûf bana ger demeyim yûf
Çün Hak diyeni eylediler zulm ile berdâr
Bâtıl söze agaz edelim biz dahi nâçâr
15. Bend
Yuf hârına dehrün gül ü gülzârına hem yuf
Ağyârına yuf yâr-i cefâkârına hem yuf
Bir ıyş ki mevkûf ola keyfiyyet-i hamre
Ayyâşına yuf hamrine hammârına hem yuf
Zî-kıymet olunca nidelim câh ü celâli
Yuf anı satan dûna hirîdârına hem yuf
Çün ehl-i vücûdun yeri sahrâ-yı ademdir
Yuf kâfile vü kâfile-sâlârına hem yuf
Âlemde ki bengîler ola vâkıf-i esrâr
Hayrânına yuf anların esrârına hem yuf
Ârif ki ola müdbir ü nâdân ola mukbil
İkbâline yuf âlemin idbârına hem yuf
Çarh-i feleğin sa'dine vü nahsine lâ'net
Kevkeblerinün sâbit ü seyyârına hem yuf
Çün ola harâm ehl-i haka dünya
vü ukbâ
Cehdeyle ne dünyâ ola hâtırda ne ukbâ
16. Bend
Dünyâ talebiyle kimisi halkın emekte
Kimi oturup zevk ile dünyâyı yemekte
Yok derdüne bir çâre ide mîr ü gedâda
Sen çektiğin âlâmı eğer sakla eğer de
A’yân-ı cihândan kerem umma anı sanma
Asâr-ı ‘atâ ola ne paşada ya begde
Matbahlarına aç varan âdem değenek yer
Derbânları var göz kapuda el değenekte
Bir devrde geldük bu fenâ âleme biz kim
Âsâr-ı kerem yok ne beşerde ne melekte
Ağyâr vefâdan dem urur yâr cefâdan
Âdemde vefâ olmaya vü ola köpekte
Evc-i feleğe bastı kadem câh ile câhil
Erbâb-ı kemâlin yeri yok zîr-i felekte
Yâ Rab bize bir er bulunup
himmet eder mi
Yoksa günümüz böyle felâketle geçer mi
17. Bend
Verdük dil ü cân ile rızâ hükm-i kazâya
Gam çekmezüz uğrarsak eğer derd ü belâya
Koyduk vatanı gurbete bu fikr ile çıkduk
Kim renc-i sefer bâis ola izz ü ‘alâya
Devr eylemedük yer komaduk bir nice yıldur
Uyduk dil-i dîvâneye dil uydı hevâya
Olduk ne yere varduk ise aşka giriftâr
Alındı gönül bir sanem-i mâh-likâya
Bağdâd’a yolun düşse ger ey bâd-ı seher-hîz
Âdâb ile var hizmet-i yârân-ı safâya
Rûhî’yi eğer bir sorar ister bulunursa
Derlerse buluştun mu o bî-berg ü nevâya
Bu makta-i garrâyı okı ebsem ol andan
Malûm olur ahvâlimüz erbâb-ı vefâya
Hâlâ ki biz üftâde-i hûbân-ı
Dımışk’uz
Ser-halka-i rindân-ı melâmet-keş-i ışkuz
9. Bend
…
Bendin son beyti:
Sizden kim ırag olsı ise Hakka yakındur
Zira ki dalalet yolıdur gittügünüz rah
9. bendin vasıta beyti beyti:
Tahkik bu kim hep işinüz zerk ü riyadur
Takliddesüz taatinüz cümle hebadur
10. bendin vasıta beyti:
Et lokması lâzım mı toyurmaz mı seni nân
Zehr olsun o lokma k'ola pes-mânde-i dûnân
1870 yılında Ziya Paşa'nın Terkib-i Bent Nazım Şekliyle Yazdığı Hiciv Nazım Türündeki Eseri
Şair: Ziya Paşa [19. yüzyıl]
Nazım Şekli: Terkib-i Bend [Tam Metin]
Nazım Türü: Hiciv [Sosyal hiciv]
Vezin: Mef’ûlü Mefâîlü Mefâîlü Feîlün [Aruz ölçüsü]
1. Bent
2. Bent
3. Bent
4. Bent
5. Bent
6. Bent
7. Bent
8. Bent
9. Bent
10. Bent
11. Bent
12. Bent
2021- ÖSYM Türk Dili ve Edebiyatı Alan Yeterlilik Testi 7. soru
Necati Bey'in Gazeli
Gazel
Çıkalı göklere âhum şereri döne döne
Yandı kandîl-i sipihrün cigeri döne döne
Ayagı yir mi basar zülfüne ber-dâr olanun
Zevk u şevk ile virür cân u seri döne döne
Şâm-ı zülfünle gönül Mısrı harâb oldı diyü
Sana iletdi kebûter haberi döne döne
Sen durup raks idesen karşuna ben boynum egem
İne zülfün kuca sen sîm-beri döne döne
Ka’be olmasa kapun ay ile gün leyl ü nehâr
Eylemezlerdi tavâf ol güzeri döne döne
Sen olasan diyü yir yir asılub âyîneler
Gelene gidene eyler nazarı döne döne
Ey Necâtî yaraşur mutribi şeh meclisinün
Raks urup okuya bu şi’r-i teri döne döne
(Tarlan, Ali Nihad (hzl.) (1963). Necatî Beg Divanı. İstanbul:
MEB Yay. 433-34.)
Bu beyitte ÖSYM beytin başında yer alan "Sen" zamiriyle kimin kast edildiğini, aynaların sevgiliye aşık kişiler olarak düşünülüp hüsnütalil sanatı yapılmasını ve yer yer / döne döne kelimelerinin ahengi sağlayan tekrir sanatı olmasını doğru cevabın parçası olarak vermiştir. Metinde geçmeyen aşığın ızdırabının aynalara yansımasını yanlış cevap olarak şıklara koymuştur.