Translate

Pazartesi, Mayıs 20, 2019

Kuyucaklı Yusuf Sabahattin Ali











Salâhattin Bey, Doktor, Savcı, Başçavuş ve Jandarma yağmurlu bir sonbahar günü cinayetin işlendiği Kuyucak köyüne gittiler. Köyün muhtarı ile olay mahalline vardılar. Cinayet mahalli çiçekli bahçesi olan küçük bir evdi. Karanlık odada, yatağın üzerinde bulunan iki cesedi sabit gözlerle izleyen onlu yaşlarında bir erkek çocuk vardı.
Doktor cesetlere bakarken Kaymakam küçük çocukla ilgilendi. Yabancılara soğukkanlı ve ilgisiz tavırlarla yaklaşan bu çocuk, ölenlerin oğlu Yusuf'tu. Anne ve babasından başkası olmayan çocuğun üzüntüsünü paylaşması, onun gururuna dokunuyordu.
Erkek çocuğa sahip olmayan Kaymakam, işlerini de bitirdikten sonra Yusuf’u da yanına alarak Nazilli'ye götürdü. Fakat karısı bu durumdan hiç hoşlanmadı. Çocuğun gelmesiyle Şahinde'nin durumu daha da kötü bir hal aldı. Salâhattin Bey evlilikleri boyunca onunla düzgün bir ilişki kurmak için birçok yöntem denedi ama hiçbirinde başarılı olamadı. Evlilikleri kötü durumdaydı. Öyle ki onları, çözüm yolu olarak görülen kızları Muazzez bile düzeltmedi. Zaten genel sorun da bu değil miydi? Genç kızlar, kendilerinden yaşça büyük adamlarla evlenirler lakin hayal ettikleri gibi ilişkilerini yürütemezlerdi. İçinden çıkılmaz sorunlar nedeniyle adamlar, kolay yol olan içkiye başvurup çıkmaza sürüklenirlerdi.
Salâhattin Bey ve Şahinde'nin ilişkisi Yusuf’u şaşırtıyordu çünkü ne kendi annesi Şahinde kadar ağzını açabilirdi ne de babası Salâhattin Bey kadar karısına tahammül edebilirdi. Yusuf’a bu evde iyi gelen tek kişi Muazzez'di. Ona hislerini göstermekten çekinmezdi. Ama ne yazık ki köyüne olan özlemini Muazzez bile gideremiyordu. Günlerin çoğunu sessizce camdan Kuyucak dağlarını ve bulutları izleyerek geçiriyordu.  Bu dönem Kamyakam'ın Edremit'e tayini çıkıncaya kadar devam etti. Yusuf’un kısa olan eğitim hayatı Edremit’te başladı. Yusuf okumaktan ziyade gücüne kuvvetine güvenen bir çocuktu. Ona göre okumak çok da gerekli bir şey değildi. Yusuf’un bu durumu Şahinde’nin canını sıksa da Muazzez'e baktığı için olayları oluruna bıraktı.
Yaşadıkları her yer ahenk içerisinde olan bu kasabadaki çocukların, muhtelif grupları vardı. Yusuf ilk başlarda onların işlerine karışmak istemese de, bir gün dayanamadı ve onunla dalga geçen Karabaşın Mehmet’e yumruk attı. Bu olaydan sonra Ali ve Kâzım ile tanıştı. Ali ile aralarındaki ilişki alışveriş niteliğindeydi. Yusuf onu korurken Ali de ona öğrendiklerini anlatırdı. Vakitlerinin çoğunu birlikte geçirirlerdi hatta bazen Muazzez'i de yanlarına alırlardı. Yusuf ve Muazzez arasındaki bağ gittikçe artmıştı. Çünkü Şahinde Hanım ona yeterince zaman ayırmıyordu. Kazım ise arkadaş grubunun en büyüğü ve en hesaplısıydı. Sahip oldukları dut ağacından dolayı yaptıkları gezintilere hiçbir şey götürmezdi. Yusuf bu gezintilerde aşçılıkta iyi olan Vasfi, gani gönüllü olan İhsan gibi birçok kişiyi tanıdı.
Aradan altı yıl geçmiş ve Yusuf on altı yaşına gelmişti. Zamanının çoğunu Salâhattin Bey’in aldığı zeytinlikle ilgilenerek veya rahatına bakarak geçiriyordu. Yusuf hala şehirlileri kendine yakın hissedememekle birlikte oradaki işçilerle daha iyi anlaşıyordu. Belki de yakınlık duymasının sebebi onların şehirliler tarafından ezilmesiydi. Yusuf, hiç kimse farkında olmadan evin en sözü geçen adamı oluvermişti. Muazzez bu sıralar on yaşındaydı. Çeşitli el işleri ile uğraşıyor ve Mürüvvet Hanım'dan ut dersleri alıyordu. Fakat Yusuf, İhsan'dan duyduğu münasebetsiz rivayetlerden dolayı Muazzez’e ut derslerini bıraktırdı.
Aradan üç yıl daha geçmişti. Yusuf yabancı kaldığı bu şehre alışıyordu. Bu küçük şehri sıradanlıktan uzaklaştıran hadislerden biri de bayramlardı: “Bu şehirde asıl yaşamaya başlaması da zaten bir bayram gününe rast geliyordu.” Yine bir bayram günü Yusuf ve arkadaşları Akça iskelesine gitmek için sözleşseler de Kâzım'ın gelememesi üzerine Ali, Yusuf ve Muazzez köy meydanındaki salıncaklara gittiler. Ali ve Muazzez salıncağa binerken Yusuf onları izliyordu. O sırada İhsan ve Şakir geldi. Şakir genç yaşta olsa da kasabadakilere yaka silktirmiş, ahlaksız bir çocuktu.
Şakir her zamanki gibi sarhoş ve olay çıkarmaya meyilliydi. Bir gün Şakir biraz sallandıktan sonra salıncaktan inip yüzündeki sarhoş gülümseme ile başındaki oyalı yemeniyi Muazzez’in salıncağına atarak kızı korkuttu. Bu olay sonucunda tetikte olan Yusuf, Şakir’e yumruk atarak kavgayı başlattı. Şakir'i kurnaz bir kişiliğe sahip olan yakın arkadaşı, Hacı Etem sakinleştirdi. Ve o gün Şakir bir söz verdi. Bu söz Yusuf’un ileriki hayatında hiç de iyi vakalara yol açmayacaktı. Bunlardan en mühimi de bir zeytinlik meselesiydi.
Yusuf her zamanki gibi zeytinliğe gittiğinde iki yabancıyla karşılaştı. Çaresiz görünen kadının, kızı ile birlikte çalışacağı bir işe ihtiyacı vardı. Yusuf gelenlerin Çineli olduğunu öğrenince bir akrabasına rast gelmiş gibi oldu. Tüylerini ürpertecek kadar solgun olan Kübra’ya acıyıp onları işe aldı. Ertesi gün kız hasta olduğu için gelmemişti. Gün boyunca kızı düşünen Yusuf, akşamüzeri kadınla birlikte kızın yaşadığı kerpiç bir kulübeye vardı. Kadın, yemek hazırlarken ev sessizdi. Sessizlikten rahatsız olan Yusuf dayanamayıp kıza hasta olup olmadığını sordu. Kız hasta olmadığını söyledikten sonra annesinin verdiği çorbadan bir iki kaşık içti. Kübra çorbayı aniden atarak ağlamaya başladı. Kadın bir taraftan ağlarken bir taraftan da tüyler ürperten hikâyesini anlatmaya başladı. Kübra'nın babası, onları terk etmişti. Kadın zor günlere daha fazla dayanamayıp Fabrikatör Hilmi Bey'in evinde çalışmaya başlamıştı. Kadının hikâyesini bölen kapı sesinin ardından Yusuf, gelenin Hacı Etem olduğunu anladı. Daha sonra kadın ve Hacı Etem arasında tartışma çıktı. Tartışmayı Hacı Etem'in tokadı böldü. Yusuf olaya müdahale edeceği sırada birden sırt üstü yere düştü.
Salâhattin Bey için her şey aynıydı. Kendini her zamanki gibi “rakı”ya vuruyordu. Yine bir akşam Kaymakam'ın arkadaşı, Hulusi Bey’in Tavşanbayırı'ndaki evinde toplandılar. Onlara beklenmedik misafir olan Hilmi Bey ve Hacı Etem eşlik etti. Hilmi Bey’in kumar teklifiyle birlikte sarhoş olan Salâhattin Bey, Hilmi Bey’e ödeyemeyeceği bir meblağda borçlandı.
Ertesi gün Salâhattin Bey ve Hulusi Bey önceki gece hakkında konuşurken Hacı Etem elinde senetlerle çıkageldi. Senet imzalatmalarındaki amacı anlayamayan Kaymakam çaresizce senedi imzaladı. Akşam eve geldiğinde Şahinde’nin verdiği havadisler, onu hayrete düşürdü. Parçalar az çok Salâhattin Bey’in kafasında birleşti. Hilmi Bey’in üç yüz yirmi altın borç vermesinde ki amaç kızı Muazzez olabilir miydi? Peki, şehrin zengin ve soylu ailesini kim, neden reddederdi ki? Ertesi gün Şakir’i biraz soruşturunca asıl amacının kızını vermek istemeyen Salâhattin'in elini ayağını bağlamak olduğunu anladı. Ama yine de şimdilik işi savsaklamayı uygun buldu. Salâhattin Bey, Yusuf’a bu konuyu söylememeyi tercih etti.
Yaralanan Yusuf’u evine zeytinlikte tanıştığı kadın ve kız getirdi. Yusuf'un yarası ağır değildi. Salahattin Bey Yusuf'un kendisi için ne kadar önemli olduğunu o zaman anladı. Ne olduğu konusunda kulağına gelen havadislerle yetiniyordu. Fakat bunlarla yetinmeyen Muazzez Yusuf'un odasına gitti. Kübra hakkında konuşmak için giden Muazzez, Hilmi Beylerin onu istediğini söyleyiverdi. Kıpkırmızı kesilen Yusuf sinirle bağırıp sorular soruyordu. Muazzez ağlamaya başladı. Yusuf'a bakan Muazzez’in gözlerinde hayret, sitem ve kırgınlık vardı. Daha sonra Muazzez başı önde ağır ağır odadan çıktı.
Kübra ve annesinin Salâhattin Bey ile tanışmaları Hilmi Bey'i hızlı olmaya sevk etti. Ricaların yerini tehditler alınca Salâhattin Bey ümidi kesti. Ama Salâhattin Bey'in kafasında Şakir'in Muazzez'e olan ısrarı hakkında sorular dolanmaya devam ediyordu. Şahinde Hanım bu konudan memnundu. Salâhattin Bey işin içinden çıkamayınca Yusuf'a danıştı. Yusuf başta umursamıyormuş gibi yapsa da Salâhattin Bey’e karşı hissettiği merhamet ve sevgi hissi ile ezilince ona Kübra ve annesi ile konuşması konusunda tavsiyelerde bulundu. Kübra ve annesinin Hilmi Bey ile ne alakası olabilirdi ki?
Yusuf, Kübra ile annesini odaya çağırıp yarım kalan hikâyelerini tamamlamalarını istedi. Anlatacakları Kübra'ya ağır gelse de kardeşi olarak gördüğü Muazzez 'e kıyamadı. Şakir'in onu nasıl sıkıştırdığını, olanları annesine neden söyleyemediğini anlattı. Son olarak da ruhsuz ve kapalı çıkan sesiyle Hilmi Bey ve Şakir'in onu çalışmak için gittiği bağda yalnız kalınca şıkıştırmalarını anlattı. Yusuf daha fazla dayanamayıp odanın çıkışına yürüdü.
Yusuf, Kübra’nın hikâyesini öğrendiği gece Ali’nin dükkânına gidip onların nasıl insanlar olduğunu kendince sorguladı. Yaşadığı dünyada karşılıksız hayır işlenmiyordu. Öyle ki en yakını olan Ali bile para karşılığında Muazzez’i istiyordu. Üstelik para Ali için çok da büyük bir dert değildi. Sonuçta onun sözlerini ikiletmeyen zengin bir büyükannesi vardı. Yusuf, arkadaşından aldığı parayla Şakir'e olan borcunu ödeyecekti. Şakir’den kurtardığı kız kardeşini şimdi de Ali’ye teslim edecekti. Yusuf bu durumdan memnun değildi ve Ali’ye imada bulunmaktan da çekinmiyordu. Fakat Ali yüreğinde hissettiği tatlı hislerden olsa gerek Yusuf’un sözlerindeki alayı hatta hakareti fark etmiyordu.
Birkaç gün sonra Yusuf ve Hacı Etem rast geldi. Yusuf ona “Akşam Çınarlı Kahve’ye gelmesini, gelirken yanında senedi de getirmesini, onlara olan borcunu ödeyeceğini söyledi.  Ne Şakir ne Hacı Etem ne de Hilmi Bey Yusuf’un o parayı nasıl ödeyeceğine mantıklı bir cevap bulabiliyordu.  Yusuf akşam borcunu ödedikten sonra kahveden ayrıldı. Yusuf’un ardından Şakir kahveye geldi. İkili başlarındaki sorunlara çare düşündü. Hacı Etem’in çare aradığı sorun, Kübra'yken, Şakir’in aklında Muazzez'den başkası yoktu.
Yusuf, kahveden ayrıldıktan sonra gecenin ve yağmurun ev sahipliği yaptığı sokaklarda dolaşırken içine bir hüzün çöktü. Ne kadar yalnız olduğunu fark etti. Onu düşünen birileri var mıydı? Ve o gece belki de ilk kez iri gözleri parlamıştı. Çünkü onu düşünen, seven hatta isteyen biri vardı. Eve döndüğünde onu bekleyen Muazzez, ona ne Şakir’i ne de Ali'yi istediğini söyledi. Muazzez ellerini tuttuğu adamı istiyordu; bunu belli etmekten de kaçınmadı.
Yusuf başladığı işi nasıl sonlandıracağını düşünüyordu. Gidip Ali’ye ne diyecekti? Ya söyledikleri karşısında Ali ne yapar, ne derdi? Tam bir çıkmazın içinde olan Yusuf, Ali’nin dükkânına vardı. Ali, Muazzez’i ailesine söylemişti. “Muazzez sana razı gelmiyor.” demedi, diyemedi. Elinden geleni yapıp Muazzez’i, Ali’ye karşı ısındıracaktı. “Nasıl hayatının en güzel gecesini böyle korkunç bir gün takip ediyordu.” Yeni bulduğu hisleri, arzuları neden ve kim için öldürüyordu. Düşününce uğruna hislerini öldüreceği adamı böyle bir fedakârlık yapacak kadar sevmediğini hatta onu küçük gördüğünü fark etti. İnsan tepeden baktığı, küçümsediği insanı nasıl sevebilirdi? Yusuf'un sevdiği bir Salâhattin Bey bir de Muazzez vardı. Salâhattin Bey’i sabrından dolayı saygı duyup seviyordu. “Muazzez’e olan hisleri ise büsbütün başkaydı. Onu kendinden bir parça olarak görüyordu.” Muazzez’in kendisinden koparılma ihtimaline karşı hissettiği duygu acıydı. Yusuf her şeye rağmen boyun eğeceğini biliyordu. Onu düşüncelerinden kurtaran Muazzez'e, Ali’nin annesinin görücü geleceğini, susması gerektiğini ve doğrunun bu olduğunu söyledi.
O günden sonra Ali’nin annesi görücü geldi ama ağzından laf çıkacak erkekler kendi havalarında olduğu için ortada net bir cevap yoktu. Muazzez ise Yusuf ile konuşmak için ayaklanıp daha sonradan vazgeçiyordu.  Ve tüm bu zaman zarfında Muazzez, ona yakınlaşmaya çalışan Kübra’ya ısınamıyordu.
Ve bir felaket her şeyi değiştirmişti. Ali, İhsan'ın bir haftadır süren düğününe katılmış bir konuk olarak köşede oturuyordu. Gece ilerlerken kör kütük sarhoş olan Şakir ve Hacı Etem’in gelmesiyle düğün hareketlenmişti. Şakir, Muazzez'den dolayı Ali 'ye sinirliydi. Dolayısıyla Yusuf 'un parayı nereden bulduğunu da tahmin etmekte zorlanmamıştı. Sinirle karşısında ona bakan gence meydan okusa da karşılık alamadı. Daha sonra boş verip meydana çıkıp oynamaya başladığı sırada oynayanların bir kısmı siyah gökyüzüne silah sıkıyordu. Şakir de onlara eşlik etmek için ceketinin altındaki iri tabancayı kavrayıp gökyüzüne üç el sıktı. Eli yorgunca inerken tam Ali'nin hizasında durdu ve bir silah sesi diğer tüm sesleri bastırdı. Eğlenmeye giden insanlar bir cinayete şahit olmuştu. Artık Ali için yapılacak bir şey yoktu.
Ali'nin ölümünden hemen sonra daha yeni jandarma olan Cemal Çavuş ve iki jandarma Şakir'i ve dört şahidi de alıp ahşap karakola götürdü. Cemal Çavuş'un odasına ilk çağırılan Şakir ifade verecek gibi değildi. Şaşkın ve hala sarhoştu. Şakir'den laf alamayan Çavuş, onu götürmelerini istedi. O sırada Hacı Etem geldi. Cemal Çavuş’u bu ölümün bir kaza olduğuna ikna etti. Masadaki Şakir'in iri tabancasını alıp beline sokarken silahın yerine yanında getirdiği küçük silahı ve torbayı koydu. Çavuş birkaç uyarıda bulunurken küçük torbayı cebine koymuştu. Sırada şahitlerle konuşmak vardı. Onları da oyununa dâhil ettikten sonra Hilmi Beylerin evinin yolunu tuttu.
Şakir 'in bir hafta süren hapis hayatı kendisine yapılan birçok esneklikle geçmişti. Aksi mümkün değildi çünkü çok zengin olan babası oğlunun kendisinden alt tabakadaki insanlarla bir tutulmasını kabul edemiyordu. İşler Ali’nin babasının yeni şahitler toplamasıyla uzasa da, sonradan şahitler ifadelerini değiştirdi. Şakir'in avukatı olan Hami, adalette kazanmak için her yolu deneyecek bir adamdı ama Şakir'in davasında çok yorulmadı. Hacı Etem her şeyi halletmişti. Mahkemede Şakir'in suçlu olduğunu bilse de ortada ne kanıt ne de şahit vardı. Salâhattin Bey her ne kadar Kaymakam olsa da kalp hastalığından dolayı bu işle hiç meşgul olamadı. Evde boğulacak gibi hissettikten sonra zeytinlikleri aşıp tepelerde dolaştığı günün gecesinde Kaymakam, boğuk öksürükleriyle hem kendisini hem de yanında yatan karısını uyandırmıştı. Kocasının bu halinden korkan Şahinde gözyaşlarına boğuldu. Kaymakam, karısının kızarık gözlerine bakınca evliliğinin ilk gecesindeki sevinç ve ümit duygularını hissetti. Karısını sakinleştirip uyudu. Hatta kaymakam, tüm ev halkının mahkeme süresinde bu konuyla ilgilenmemelerini tembihledi. Muazzez bu ölümden memnundu. Yusuf ve arasındaki engel kalkmıştı. Muazzez gönlündekileri Yusuf'a sunacağını sanıyordu. Yusuf ise duygularını dizginlemeye çalışıyordu. Onun için tek çare susmak, kapalı kalmaktı. Tüm bu zaman boyunca küçük değişiklikler olmuştu. Mesela Yusuf'un hal ve tavırları değişmişti. O sert, dik başlı Yusuf’un yerinde yeller esiyordu. Salâhattin Bey Yusuf'un boynu bükük halini fark ediyor ama sorgulamıyordu. Onu düşündüren tek mesele kızı Muazzez'in mürüvvetiydi. Son zamanlarda sıklıkla adı duyulan bir kızla hangi namuslu adam evlenmek isterdi? Kızını Şahinde’nin ellerine bırakmak istemiyordu. Şahinde'nin damat adayı Şakir idi. Şahinde eşeğini sağlam kazığa bağlamak istiyordu. Bunu anlamak hiç de zor değildi. Çünkü son zamanlarda yeniden Hilmi Beylere gidip gelmeler artmıştı. Yalnızca kendi gitmiyor, yanında kızını da götürüyordu. Muazzez bunlara tahammül edemiyordu. Yaşıtları gibi davranmayıp bir kadın gibi düşünüp çareler arıyordu.
Şahinde’nin yine Hilmi Beylere gittiği bir gün, Muazzez evden çıkmak üzere olan Yusuf’a, onu çok düşündürecek hatta onları bambaşka yollara sürükleyecek o cümleyi söylemişti: “Belki bir gün canım isteyecek.” Bu cümledeki ima hatta belki de tehdit, Yusuf’un canını sıkmıştı. Kaçarcasına uzaklaştığı eve hızlı adımlarla geri döndü. Bu konuyu Muazzez ile konuşması gerektiğini düşündü. Muazzez ise onu anlamaya gelen annesiyle Hilmi Beylerin bağına gitti. O gün evden ayrılan yalnızca Muazzez olmadı. Kübra ve annesi de Yusuf’a gideceklerini söyledikten sonra evden ayrıldı.
Yusuf fazla düşünmeden yolda görüp kiraladığı at arabasıyla birlikte bağa gitti. Meliha ve Muazzez birlikte üzüm yiyordu. Yusuf Muazzez’i çağırınca Muazzez’in aklına babası gelmişti ama Yusuf, yalnızca Muazzez için gelmişti. İkisi de anın verdiği coşkuyla nereye gittiklerini bilemedikleri yollara düştü. Ne geçmişi ne de geleceği düşünüyorlardı. Akıllarında yalnızca saadetleri varken saatlerce tozlu yollarda tekerlek sesleriyle birlikte ilerlediler.
Meliha, Şahinde'ye Yusuf’un Muazzez’i alıp götürdüğünü söyledi. Şahinde başörtüsünü bile takamayacak kadar ne aceleleri olduğunu düşündüğü vakit aklına kocasına bir şey olduğu ihtimali geldi. Eve vardığında komşulardan Kübra ve annesinin gittiğini öğrendi. Şahinde’nin düşünmeye alışık olmadığı kafasına bir de telaş eklenince ne yapacağını bilemez halde Salâhattin Bey’i bekledi. Bey eve gelince ona olan biteni anlattı. Salâhattin Bey'in aklına onların temelli gitmesi ihtimali gelince hızla evden çıkıp karakola ilerledi. Zavallı bir mahlûk olarak gördüğü karısı ile yalnız kalma ihtimali onu harekete geçirdi.
Ertesi gün Salâhattin Bey Yusuf’un yerini, onun kaçarken yanında götürdüğü at arabasını sahibine teslim etmesi için gönderdiği adamdan öğrendi. Yusuf ve Muazzez’in iman nikâhıyla evlendiğini öğrenen kaymakam İsmail’i ikna edip Yusufların kaldığı Tahtacı köyüne gitti. Kaymakam Yusuf’u karşısına alıp konuştu. Yusuf düşününce Kaymakam'ın haklı olduğunun farkına vardı. Kaymakamı kızından ayırmamak için yeniden Edremit'e gitmeye karar verdi. Bu sefer Edremit’e Muazzez ile evli bir adam olarak geri döndü. Yapılan birkaç basit eğlence yeni çiftin düğünü sayıldı. Zaman ilerledikçe iki genç de birileri için ne kadar önemli olduklarını anladı. İkisinin de yüreğindeki sevgi nefeslerini kesiyordu.
Salâhattin Bey, her ne kadar, Muazzez'in, Yusuf ile  birlikteliğinden memnun olsa da kızının sefil bir hayat yaşamasına gönlü razı gelmiyordu. Bu yüzden Yusuf'u  tahrirat kâtibi  olarak tayin ettirdi.  Fakat bu işin Yusuf'a göre olmadığını ikisi de biliyordu.  Salâhattin Bey, Yusuf'un zamanla  alışacağını düşünse de Yusuf'a  bu  meslek, boş, sıkıcı ve manasız geliyordu.
Yusuf'un işe başladığı ilk haftada kasabada fena havadisler dolaşıyordu. Yusuf, babasından seferberliğin ilan edildiğini ve savaşın olacağını öğrendi. Coşkun ve genç askerler öleceklerinden  hatta ölümün ne olduğundan habersiz bir şekilde ortada bıraktıkları ailelerine, güçlü olmalarını söylüyordu. O genç kahramanların arasında Yusuf yoktu. Şube reisinin ilk tercihi, sakatlığı olan erkekler değildi.
Yine Şahinde'nin  komşusuna gittiği bir gün Salâhattin Bey, kalp krizi geçirmişti. Ne Yusuf, ne de  Muazzez ne yapacaklarını bilmiyordu, Yusuf, telaşla doktor çağırmak için evden çıktı. Muazzez eter  (Lokman ruhu) getirmek için yukarı kata koştu fakat ne doktor ne de eter, Kaymakamı uyandırabildi.
Ertesi gün  “kendine düşman edinmeyen” Kaymakamın evinin önünde bir yığın  kalabalık vardı. Kalabalık da öyle biri vardı ki yalnızca dişlerini sıkıyor, bunun korkunç bir rüya olduğunu düşünüyordu. Yusuf’un bu halleri insanları korkutuyordu. Yusuf  camiye doğru giderken semada yankılanan sela, onu kendinden geçirerek geçecek kadar farklıydı.
Salâhattin beyin ölümü birçok şeyi değiştirmişti. Yaşlı gördükleri bu adamın gidişiyle evi  tamamen bir  sükûnet kaplamıştı. Yusuf’un da artık tek derdi işi değildi. O şimdi kendiyle birlikte diğer iki kişiyi  de ayakta tutmak mecburiyetindeydi.  Değişenlerden biri de yeni Kaymakam İzzet Bey idi. Bu Kaymakam’ı, kimsenin gözü tutmamıştı özellikle Yusuf'a  karşı küçümseyici gözlerle bakıyordu ve Yusuf, bunun sebebinin, Kaymakamın yeni dostluk kurduğu  Hilmi Beyler olduğunu düşünüyordu.
Akşamı zor eden Yusuf, onu durduran Hulusi Bey'in yanına gitti. Babasının yakın arkadaşı Yusuf'la konuşup ona  tavsiyeler verdi.
Ertesi  sabah, İzzet Bey Yusuf'u odasına çağırdı. İzzet'in Yusuf'a bir iş teklifi vardı. Teklif edilen tahsildarlık işi, Yusuf için iyi olsa da Yusuf işin içinde bir fenalık olduğunu düşünüyordu. Bu teklife en çok Muazzez üzüldü. Yusuf gidince annesiyle kalacaktı ki bu da yalnızlıktan daha beterdi ama işlerin karışık olduğu bu vakitlerde başka çarelerinin de olmadığını biliyordu. Sabah, at almak için yola çıktığında ona eski dostu olan İhsan yardım etmişti. Yusuf'u hana götürüp, atın parasını borç vermişti. İkisi de tekrar görüşmekten memnundu. İşler bitince İhsan ile ayrıldı. İşte o vakit, Yusuf, dünyada hiçbir şeye bağlı olmadığını, bir yabancı olduğunu hissetti. Issız bir teşrinievvel günü eve geldi. Aç olan Yusuf, mutfakta pek bir şey bulamayıp önceden hazırlanmış pilavdan yedi. Sonra dışarıda olan Muazzez ve  Şahinde geldi. Yusuf'un eve yiyecek bir şeyler getirmemesinden şikâyetçi olan Şahinde, yüzüne karşı imalı şeyler söylüyordu. Yusuf, o gece nasıl bir yükü sırtında taşıdığını anlayıp bu yükün altında ezildi.
Yusuf en uzun seferindeydi. Muazzez ise odasına kapanmış onun gelmesini bekliyordu. Yusuf ve Muazzez, Şahinde ile konuşmaktan adeta kaçıyorlardı fakat Şahinde kızının kederli hallerine dayanamayıp onun yanına çıktı. Konuştuktan sonra aralarındaki buzlar biraz olsun erimişti. Şahinde'nin ağlayan kızına karşı, içini merhamet ve sevgi kaplamıştı. 
Olaylar hızlıca gelişiyordu. Muazzez ve annesinin kaldıkları eğlenceli akşam yemeklerine zamanla Şakir, Hilmi Be ve yeni Kaymakam gibi yeni yüzler de ekleniyordu. 

Muazzez'in son zamanlarda artan bu uygunsuz davranışları onu ilk başlardaki gibi rahatsız etmiyordu. Örneğin onu hediyelere boğan Kaymakam’a yakın olmaktan çekinmiyordu. Şakir ise bir zamanlar sevdiği kızın bu hallerine merhamet duysa da Yusuf’a beslediği kin, merhametini gölgeliyordu. Şakir sonunda o bayram günü yediği yumruğun intikamını almıştı. Kasabada Şahendelerin adının kötüye çıkmasıyla birlikte ahbapları onlara eskisi gibi itibar göstermiyordu. Şahinde ise tüm suçu Yusuf'a atıp bu olaylardaki rolünü kabul etmiyordu.
Bir gün öğlen vakitlerinde Yusuf eve geldi. Uzun süre kapıyı çaldıktan sonra kapıyı şiş gözleriyle Şahinde açtı. Yusuf öğle olmasına rağmen hala uyuyan karısının odasına çıktığında yatakta yatan kadını tanıyamadı. Ona neler yapmışlardı? Bu alkol kokan nefes onun nefesi, bu solgun sarı ten onun teni değildi. Şahinde’nin yanına hesap sormak için gitse de kadının söylediklerine cevap veremeyerek evden çıkmıştı. Şahinde onlara yardım edenin kaymakam olduğunu söylemişti. Yusuf bu adamın öylesine iyilik yapacağını düşünmüyordu. İçini saran kötü düşünceler ile hızla eve geldi. Daha 15 yaşındaki kızını kötü yola düşüren Şahinde’ye diz çöktürüp rica, biraz da tehditle karışık bir kaç söz söylemişti.
Yusuf olanlardan sonra bir hafta kadar şehirde kalmıştı ve çevresindeki insanların tavırlarından şüphelense de kimse açıkça bir şey söylemiyordu. Hala öğrendiklerine rağmen kontrolünü kaybetmeyişine şaşırıyordu.  Muazzez ile konuşmak istese de kızın dalgın halleri yüzünden konuşamıyordu. Eli kolu bağlı tüm çaresizliği ile onunla oynayan insanlar içinde ayakta kalmak için çabalıyordu.
Kaymakam Malmüdürüne Yusuf'un neden bir haftadır kasabada olduğunu sordu. Malmüdürü gerekli açıklamayı yapsa da Yusuf'u yanına çağırıp tekrar yola çıkmasını söyledi.
Yusuf yola çıkarken Muazzez'e imalı bir şekilde veda etti. Yusuf'un iması ile Muazzez korku ve acı ile birlikte Edremit'ten gitmek istediğini söyledi. Bu iş böyle aceleye gelmemeli diye düşünen Yusuf kasabadan ayrıldığında Muazzez’i yanında alıp götürmediğine çok pişman oldu. Geldiği Zeytinli köyünde hasta yatağına düşen Yusuf defalarca geri dönmek istedi. Hastalığı beşinci günde azalır gibi olduğunda daha fazla dayanamayıp gece kar dinlemeden yollara düştü.
Yusuf eve varınca ut sesini takip ederek odaların birine ulaştı. Gördüğü bu görüntü 3-4 gündür uyurken, rüyalarına; uyanıkken, daldığı yerlerde gördüğü görüntülerdendi. Karısının çok yakınında jandarma kumandanı Kadri Bey vardı. Şahinde, Kaymakam İzzet Bey, Hilmi Bey, Şakir ve Hacı Etem onu gördü. Oda utun susmasıyla sessizleşti.
Birkaç dakika içerisinde olanlar oldu. Yusuf elindeki kamçıyı Kaymakam’a doğru, sağa, sola savuruyordu. Kamçı lambaya isabet edince lamba kırıldı ve oda karanlığa büründü. Karanlığı Yusuf'un ve Şakir’in silahının sesleri takip etti. Kurşunlar bitince Yusuf Muazzez'e seslendi. Kimlerin öldüğünü umursamadan hala yaşayan karısını kuracağına alıp ata bindirdi.
Edremit'ten uzaklaşırken karısının yaralı olduğunu öğrendi.  En başından beri yağan kar artınca yaralı olan karısı ile birlikte bir ağacın altına oturdu. Muazzez’in üzerinde ilk kaçtıkları zamanki elbisesi vardı. Kendi elleriyle sanki bir canlıya hizmet edercesine karısının mezarını kazdı. Her şeyi anladığı vakit, önünde oluşan tümseği gördüğü vakitti.
Gözlerinden yaşlar akarken hayatının en korkunç yıllarını geçirdiği kasabadan uzaklaşarak yeni hayatına doğru ilerledi.


KARAKTER ANALİZİ

Karakter Listesi

1.      Yusuf
2.      Salahattin Bey  (Kaymakam)
3.      Muazzez
4.      Şahinde Hanım
5.      Şakir
6.      Karabaş’ın Mehmet
7.      Ali
8.      Kazım
9.      İhsan
10.  Mürüvvet Hanım
11.  Hacı Etem
12.  Köse İbrahim
13.  Kübra
14.  Kübra’nın Annesi
15.  Kübra’nın Babası Seyit Efe
16.  Yunus Ağa
17.  Hilmi Bey
18.  Hilmi Bey’in Hanımı
19.  Hulusi Bey
20.  Ceza Reisi
21.  Ali’nin Büyükannesi
22.  Meliha
23.  İsmail
24.  Cemal Çavuş
25.  Nuri Bey
26.  Hasip Efendi
27.  İzzet Bey  (Yeni Kaymakam)
28.  Kadri Bey
29.  Şube Reisi
30.  Malmüdürü


Karakterlerin Analizi

Yusuf:

Ailesi öldüğünde on yaşında bir çocuktu. Ebeveynlerinin ölümü üzerine Kaymakam ile tanışmıştı ve bu olayla acı dolu hayatına adım atmıştı. Yusuf, ölmüş anne ve babasının yanında saatlerce korkmadan bekleyecek kadar soğukkanlıydı  (9).  Yusuf, içine kapanık bir çocuktu. Ailesini kaybettikten sonra herkese ve her şeye yabancı kaldı. Zaman ilerledikçe daha da sessizleşti. Edremit’e taşınıncaya kadar kaldığı Nazilli’de odada tek başına otururdu  (16). Yusuf daima yalnızdı. Yusuf sessiz bir çocuk olmasına rağmen yaşadığı evde otoritesi sağlamdı  (27). Yusuf eğitime çok da olumlu bakan bir karakter değildi. Yusuf gücüne, kuvvetine güvenen bir çocuktu. Çevresini korkutan ne gücü ne de dayanıklılığıydı; çevresini ürküten sükûneti ve kendine olan güveniydi. Yusuf’un dik başlı ve kararlı bir yapısı vardı  (27-51). O, doğal ve masumdu. Sert bir mizacı olsa da merhametli bir karaktere sahipti. Mesela Kaymakam’a, Muazzez’e, Kübra’ya karşı merhametli davranırdı. Ayrıca köylülere, zeytinlikteki işçilere de merhamet ve anlayış gösterirdi  (26). Yusuf arkadaş canlısı biri değildi. Bunun sebeplerinden biri de Yusuf, toplumsal düzenin öngördüğü yükümlülük ve ödevleri yerine getiremediği için topluma uyum sağlayamayan bir kişiydi.
Yusuf, ne zaman insanlardan uzaklaşmak istese doğaya giderdi ve doğayı kendine benzetirdi. Asırlık bir ağacın kabuğundaki yarıklar gibi yaraları vardı ve en az o ağaç kadar yalnızdı (75).
Yusuf Muazzez’i ağlatacak derecede bir güzelliğe sahipti. Kafasının tam ortasında, saçlarının bir daire yaptığı yerden ensesine doğru inen harikulade muntazam bir hat, Muazzez’de hiç durmadan sarılıp öpmek arzusu uyandırıyordu. Kocasının çok geniş olmayan, biraz çizgili alnı, hiç çukur yapmadan bu alınla birleşen burnu daima birbirine sımsıkı yapışmış duran dudakları ve kahverengi gözleri vardı (143 – 78).

Yusuf’u bu şehirde tutan iki şey vardı. Biri Salâhattin Bey diğeri de Muazzez’di. O, Salâhattin Bey’in sabrına hayranlık duyuyor, harikulade denecek kadar iyi bir kalbi olduğu için onu seviyordu  (16-82). Muazzez’e karşı olan hisleri ise her zaman bambaşkaydı. Buna sebep olan olay belki de ebeveynlerinin onlarla ilgilenmemesi sonucunda sevgiyi de ilgiyi de birbirinde bulmalarıydı  (23). Kimseyle konuşmadığı zamanlarda bile Muazzez’e olan hislerini gizlemiyordu  (16). Her zaman Muazzez’i çevresindeki insanlardan koruyor küçük kardeşini asla ihmal etmiyordu  (31- 22). Muazzez’in evlilik dönemi geldiğinde Muazzez’e duyduğu sevginin kardeş sevgisinden farklı olduğunu fark etti. Duygularını Muazzez’e belli etmek istese de ilişkilerindeki büyük engel olan Ali’ye verdiği sözlerden dolayı kendini engelliyordu. Duygularının yoğunluğuna dayanamayıp Muazzez’i kaçırmıştı. Muazzez’i yabancı ve başka bir insan olarak düşünmüyor; kendinin bir parçası, kolu, gözü ve yüreği olarak zihninde canlandırıyordu.  Burada beğenmek veya beğenmemek, sevmek ya da sevmemek önemli değildi. Ona karşı hangi duyguyu hissettiğini bir an bile düşünmemişti  (82). Ali onun bu şehirdeki en yakın arkadaşıydı. İkisinin ilişkisi alışveriş niteliğindeydi. Yusuf, Ali’den küçük olsa da her zaman büyüğünü korur hatta ağabeylik yapardı. Ali ise Yusuf’un aksine okumayı, yeni şeyler öğrenmeyi severdi. Öğrendiği her şeyi Yusuf’a anlatır, Yusuf da anlattıkları her şeyi önceden biliyormuş gibi bir hal takınarak bazen tebessümle bazen ciddiyetle arkadaşını dinlerdi  (22).  Yusuf ve Ali ne zaman buluşsa bir süre sohbet eder sonra susarlardı. İkisi de bu derin sükûnetten rahatsız değildi. Ali her şeye rağmen Yusuf’un yanında olur, bilmediği şeyleri öğretir, körü körüne yürümesini engellemeye çalışırdı  (34). Yusuf’un yaşadığı evde katlanamadığı tek kişi Şahinde'ydi. Yusuf, Şahinde’nin edepsiz, gevşek çeneli olduğunu düşünüyordu  (15). Mümkün olduğunca Şahinde ile az konuşurdu. Yusuf’un merhamet duyduklarından birisi de Kübra’ydı. Zeytinlikte tanıştığı ince, uzun ve sapsarı olan bu kıza karşı derin bir acıma duygusu ve merhamet besliyordu. Belki de bunun en büyük sebebi bu küçük kızı, kendine benzetmesiydi.
Yusuf, roman bittiğinde ise I. Dünya Savaşı başlamış, seferberlik ilân edilmiş olduğuna göre yirmi bir yaşındadır.

Muazzez :

Salâhattin Bey ve Şahinde’nin evliliklerinin ilk yılında doğdu (14).  Yusuf ile tanıştıklarında üç yaşındaydı (16). Ne Kaymakam ne de Şahinde ona söz geçirebilirdi. Muazzez yalnızca en çok vakit geçirdiği Yusuf’un sözlerini dinlerdi. Aradan altı yıl geçmiş Muazzez on yaşına girmişti. Bu dönemlerde çeşitli el işleriyle uğraşıyordu. Müziğe meraklı biri olarak komşusu Mürüvvet Hanım'dan ut dersleri alıyordu. Yaşı on üçü bulduğunda birden güzelleşmiş, olgun, yetişkin bir hanım kız olmuştu. Muazzez hayatı boyunca narin ve zayıf bir genç kız olmuştu (144). Muazzez kim ile vakit geçirirse ondan etkilenen bir karakterdi. Mesela annesinin ısrarlarına dayanamayıp onunla birlikte komşu ziyaretlerine gidip konuk ağırlıyor, Hilmi Beyleri ziyaret ediyordu  (50). Korkak ve cesaretsiz olduğundan dolayı başından geçenleri Yusuf’a en başından beri anlatmak istese de anlatamamıştı. Zamanla birlikte pişmanlığı artarken aynı zamanda da iyi bir yalancı oluyordu. İçinde her zaman Yusuf’a karşı özlemi ve hatırladığında onu hemen ağlatan bir sevgisi vardı  (186-202).


Salâhattin Bey:

Kendinden on beş yaş küçük olan Şahinde ile evli otuz yaşında bir kaza kaymakamıdır (7-12). Kaymakam’ın hiç erkek çocuğu olmadığı annesi ve babasını cinayette kaybeden ve köyde başka kimsesi olmayan Yusuf’u yanında götürmüştür. Kötü alışkanlıkları vardır. Örneğin sigara içmektedir  (8), evliliğinde ve hayatındaki tüm sorunlara çözüm olarak rakıyı görmektedir  (14). Ayrıca kumar oynamaktadır (45). Kaymakam'ın küçük bir zeytinliği  (26) ve Edremit’te Bayramyeri dedikleri yabancı memurların da oturduğu semtte bir evi vardı. Evde pek durmaz, gündüzleri iş yerinde olur, geceleri dostlarıyla dışarıda rakı sofraları kurardı. Kurdukları rakı sofrasında beklenmedik misafir olan Hilmi Bey’e 320 altın borçlanmıştı. Ziyaretlere ve davetlere olumlu bakan biri değildi  (44). Tuzağa düşmemek ve namuslu kalmak istediği için çevresinde az sayıda insan barındırıyor ve yalnızca itimat ettikleriyle içiyordu.  Salâhattin Bey, Şahinde’yi yola getirmek, ona yol göstermek için onunla abi-kardeş, baba-evlat hatta bazen arkadaş olmayı denedi ama hiçbirinde başarılı olamadı. Şahinde, kocasıyla eşit olmaktaki ısrarını devam ettirince daha fazla tahammül etmedi. Salâhattin Bey çok sabırlı, yumuşak bir adamdı. Kızı Muazzez’i, ölmeden önce namuslu bir adamla evlendirmek istediği için Yusuf ile evlenmesinde bir sakınca görmemişti. Çünkü Yusuf ona en iyi bakabilecek kişiydi. Kaymakam, Yusuf’un fikirlerine önem verir, onu severdi. Yusuf’a diğerlerinden ayırarak onu işe alması onun nepotist (akraba veya adam kayıran) biri olduğunu gösterir.

Şahinde:
Kaymakam ile evlendiğinde on beş(12), anne olduğunda ise on altı yaşındaydı(14). Evliliğinin ilk yıllarında güzel, sakin bir kızken zamanla şirret, adalet isteyen, çoğu şeye boyun eğmeyen bir kadın olmuştu(13). Yaşlandıkça şişmanlamıştı.
Şahinde fikirlerine önem verilmeyen, iyi bir kısmet için büyütülen bir çocuk olduğundan dolayı "Sinirli ve manen bozuk." bir birey olmuştu(13). Belki de böyle büyütüldüğü için aynı kaderi kızı içinde uygun görüyordu. Kızı, Muazzez'i zengin biri ile evlendirip eşeğini sağlam kazığa bağlamak istiyordu.  Evliliğinden mutlu olamamakla birlikte sorumsuz bir anneydi. Rahat yaşımı kendine amaç edinmiş biri olarak sürekli gezmeye gider, çocuğu ve kocasıyla ilgilenmezdi(18). Şahinde'nin daha ahlaksız ve rahata olan düşkünlüğünü belli ettiği bölüm Kaymakam'ın ölümüyle belli olur. Rahat bir hayat için uygunsuz eğlencelere katılır, yanında kızını da götürürdü.

Şakir:

Şakir, Muazzez ve Yusuf 'un hayatına bir bayram günü girmişti ve o sıralar 18 yaşındaydı (31). Şakir ayyaş, hovarda, ahlaksız bir kişiliğe sahipti. Babası zengin soylu bir fabrikatördü (51). Babasının parasını kullanarak ya Rum orospularla ya da İzmirli oğlanlarla eğlenir, etmediği rezalet kalmazdı (31). Babası ve aile dostları Hacı Etem sürekli onun arkasını toplardı (50). Öyle ki Ali’yi öldürdüğünde bile rüşvetle şahitlerin ağızları kapatılarak Şakir'in suçsuz olduğu kanıtlanmıştı. Şakir kindar biriydi ve hırsından dolayı yapamayacağı bir şey yoktu. Şakir’in parayla kurduğu arkadaş “parti”si vardı. Ona ve “parti”sine jandarma da hükumet de karışamazdı.
Bakkal Seyfi’nin oğludur. Hatta okulu bittikten sonra babasının bakkalında çalıştı. Yusuf’un aksine okumayı, yeni şeyler öğrenmeyi seven, insanlarla iyi geçinen Yusuf’un, en yakın arkadaşı ve kendinden yaşça büyük olsa da koruduğu karakterdir (22). En yakın arkadaşının kız kardeşine âşık biri olarak başlarda Muazzez’den çekinmiştir ama zamanla sevdiği kızla evlenmek için Yusuf ile konuşmuş, onunla anlaşma yapmıştır (30-71). Ali, arkadaşı İhsan'ın hatırı kırılmasın diye gittiği düğünde Şakir tarafından vurularak ölmüştür.

Kübra, Yusuf’un zeytinlikte tanıştığı, ince, yaşına göre uzun, hastalıktan ortaya çıkmış sarımsı yüzü, siyah ince ve kesin kaşları olan kızdı. Simsiyah iri gözlerini, görmüş geçirmiş bir edayla insanların üstünde tutuyordu.  Yüzünde, gözünden dudağına kadar her yeri çok yaşanmışlığı, bezginliği hatta nefreti yansıtıyordu. Çehresi ve bakışları Yusuf’u suçlu hissettirdiği için Yusuf, onu ve annesini işe almıştı (35). Kübra bu romandaki en talihsiz kişiydi. Önce babası tarafından terk edilmiş, yataktan kalkamayacak kadar aç kaldığı zor günler geçirince son bir umutla Hilmi Beylerin yanında çalışmaya başlamışlardı (41). Orada da Şakir rahat vermemişti. En sonunda Şakir, Hilmi Bey ve Hacı Etem'in de olduğu bir vakit Hilmi Bey’in bağında tecavüze uğramıştı (64). Yusuf ile taşınca da her şey hızla ilerledi. Yusuf yaralandı, anne ve kız yaralı çocuğu eve getirdikleri vakitten itibaren Kaymakam'ın evinde kalmaya başladı (52).

Yusuf ile karşılaştırıldığında yirmi dört yaşındaydı. Hacı Etem, “güzel ve kurnaz bir çocuktu.” Henüz dört yaşındayken anne ve babasıyla hacca gittiği için ismi hacı olarak kalmıştı. Zengin olmamasına rağmen iyi giyinir, çok gezerdi. Bu rahat tavırlarının sebebi ise Şakir’in de bulunduğu zengin arkadaşlarından kaynaklanıyordu (32). Şakir’in en yakın arkadaşıdır. Her daim Şakir’i koruyup kollar.

Salahattin Bey  öldükten sonra şehre yeni atanan kaymakamdır. Kaymakam olmadan önce "En kıdemli memur olan tapu müdürüydü  (164) . 30 yaşlarında genç, sarışın sıska vücudu olan, "kirli sarı saçlara, daha koyu bıyıklara sahip"  bir karakter  (165).  Şehrin ileri gelenleri ile birlikte sürekli işbirliği içinde olan eğlenceye düşkü, eli açık biri.

Cemal Çavuş:

“Genç ve meslekte yeni bir candarmaydı, fakat Hacı Etem’in buraya Ali’ye yanıp yakılmak için gelmediğini anlamayacak kadar saf ve acemi değildi.” (93). Cemal Çavuş, para karşılığında adalete ihanet edecek bir jandarmaydı. Hacı Etem, para verince Şakir’in Ali’yi öldürdüğünü ortaya çıkaracak olan silahı değiştirmesine ses çıkarmamıştır.

Karabaş'ın Mehmet:

Yusuf hakkında alaylı konuşarak çevresindekileri güldüren, Yusuf’un dayanamayıp yumruk attığı ilk çocuktur. (21).

 

Kazım:

Alanyalı Rüştü Efendi’nin oğludur. Evlerinin bahçelerinde bulunan dut ağacından dolayı Yusuf’un da katıldığı gezintilere pek bir şey götürmezdi  (23).

Yusuf’un bu gezilerde tanıdığı, arkadaş çevresindeki en gani gönüllü karakterdi. Babası avda öldüğü için on dört yaşında evin erkeği, babasının bütün parasının sahibi olmuştu. İyi kalpli, mert, şımarık ve kavgacı bir çocuktu. Bir hafta süren düğünü ile Çoruk'tan bir kız ile evlendi (81).

Mürüvvet Hanım:

Muazzez’in de dâhil olduğu kız grubuna ut dersi veren terzidir.

Köse İbrahim:

Yusufların zeytinliğinde işçi başı olarak çalışan karakter (35).

 

Kübra'nın Annesi:

Kocasının terk etmesi sonucunda beş kuruşsuz kalınca Hilmi Beylerin yanında çalışmaya başladı.

Kübra’nın babasıdır. Çine’den çıkmadan önce melek gibi bir adam olsa da, Edremit'e taşınınca kötü alışkanlıklar edinip eve geç gelmeye başladı. En sonunda da karısını ve kızını terk etti.

Yunus Ağa:

Arasta'da pabuççudur. Seyif Efe ile ilgili aldığı haberleri Kübra’nın annesine söylerdi. Hilmi Bey’in yanındaki işi kişidir.

Şişman, süslü, çeşitli mücevherler takmayı seven bir karakter (42). Şahinde'nin ev gezmelerine birlikte gittiği yakın arkadaşı.

Hilmi Bey:

Zengin, soylu bir fabrikatör. Edremit'in eşraflarından olan bir karakter. Kumarbaz ve parasını her alanda kullanan biri. Devlet adamlarından dostları olan, oğluna toz kondurmayan bir karakter.

Hulusi Bey :

Kaymakamın avukat arkadaşıdır. Tavşanbayırı'nda büyük ve güzel bir evi vardır  (44). Bunun dışında bir yazıhaneye sahiptir (168).

Ceza Reisi:

Salâhattin Bey'in kumar ve alkol arkadaşı.

Zengin bir karakter ve Ali'ye değer veriyor  (71).

Meliha:

Şube Reisi'nin kızı, Vasfi'nin kardeşi ve Muazzez’in arkadaşıdır.

"Sarı mintanlı, genç bir köylü" (137) Yusuf'un Muazzez ile kaçarken götürdüğü arabayı şehre getiren kişi. Ayrıca hakkında Kaymakama da bilgi getiriyor.

Nuri Bey:

Hükümette çalışan memurlardan biridir. Somurtkan bir kişiliğe sahip karakterdir.

Hasip Efendi:

İbadetlerini eksiksiz yerine getiren hükümet memurlarından biri.

 Malmüdürü:

Yusuf’un tahsildar işindeki müdürü.


Mekanlar:

Romanda, mekanlar çatışma ve zıtlıkların kolay verilebilmesi için küçük bir Anadolu “kasaba”sı olan Edremit seçilmiştir. Yine diğer mekanlar da çatışmaların, temanın, ana fikrin aktarılmasında önemli rol oynadığı için kısaca mekanlar:
Aydın’ın Nazilli kasabasına yakın, çamurlu ve bakımsız yollarını incir ve  ceviz ağaçlarının takip ettiği bu köyde; Yusuf doğmuş, büyümüş, annesi ve babasını kaybetmişti  (7-8).

Nazilli Kasabası:

Kaymakam'ın Edremit’te tayini çıkıncaya kadar yaşadığı, Kuyucak'a yakın olan bir kasabadadır.

Edremit:

Romanda en önemli ve olayların geliştiği mekândır. Edremit kahvesiyle, camisiyle, meydanıyla, bitki örtüsüyle tamamen bir Anadolu kasabasıdır. Edremit hem fakirlerin hem de zengin ve soylu kesimin bir arada yaşadığı yozlaşmış bir kasabadır. Tıpkı içerisinde yaşanan halk gibi iki bölümden oluşur. Bir tarafta yapay olarak nitelendirilebileceğimiz kasaba-şehir varken diğer tarafta doğal olarak nitelendirebileceğimiz doğa, kasabanın dışı, zeytinlikler ve dağlarlar bulunmaktadır.
Edremit: “Edremit, üç tarafını saran Çamtepe, İbramcaköy ve Tavşanbayırı isimli üç yamaca yaslanan büyükçe, şirince bir kasabaydı. İki küçük dere, kasabanın içinden ve kaldırımlı sokakların ortasından gelerek Aşağıçarşı dedikleri yerde birleşiyor, sonra biraz ileride kasabayı yalayıp geçen Büyükcay'a kavuşuyordu. Tepelerden birine çıkıp bakıldığı zaman, görülen manzara ender bir şeydi: Damların yosun tutan ve kararan kiremitlerini nihayetsiz dut, erik ve iiri yapraklı incir ağaçları örtmeye çalışıyor, derelerin kenarını beyazımtırak yapraklarıyla uzun kavaklar, bazı yerlerde kopan bir şerit halinde ve yalnız kenar mahallelerde takip ediyor; bunların arasında belki yirmiden fazla minare, bembeyaz yükseliyor ve uzaktan bakan bir göze, tıpkı kavak ağaçları gibi hafif hafif sallanıyor hissini veriyordu. Yukarıçarşı'daki Kurşunlu Camii'nin iki kubbesi daima dönük bir ışıltı ile parlıyordu. Bu, ağaç, minare ve kiremit kümesinin etrafını çevreleyen ayva ve diğer meyve ağaçlarından ve ova tarafında bağlardan ibaret açık yeşil bir çember sarıyor; onun etrafında da siyah yapraklı zeytinlerin daima kıkırdayan halısı göz alabildiğine uzanıyordu. Şehrin içeri orta halli bir esnaf manzarası gösterirdi. Dar sokakların iki tarafındaki ahşap fakat oldukça biçimli ve aşağı yukarı birbirine benzeyen evlerin hepsinde muhakkak bir bahçe vardı. Bunların arasında bazen sivriliveren büyük eşraf evleri, beyaz badanaları, çifte kanatlı sokak kapıları ve ikinci katın sokağa doğru yaptığı çıkıntıdaki tozlu kalyon ve muharebe resimleri ile insana küçükken dinlediği masalları anlatırdı. Salâhattin Bey’in evi Bayramyeri dedikleri semtte yabancı memurların oturduğu Rum mahallesi ve Aşağıçarşı tarafından uzaktaydı. Sokağın köşesinde olan evin arkasında büyük bir bahçe vardı. Evin ön tarafındaki meydanda bulgur değirmeni vardı (19).
Edremit, sınıf farklıklarının kendini belli ettiği bir kasabadadır. Yalnızca büyükler değil daha çoğu şeyi tozpembe görmesi gereken çocuklar arasında da belirli sınıflar vardı.
“Burada çocukların büyük adamlar gibi, muhtelif sınıfları, muhtelif grupları vardı ve bu tasnifte büyüklerinkinden çok farklı esaslar gözetliyordu.” (20).
Edremit; Yusuf’un, eğitim hayatının başladığı, en zor günlerini geçirdiği, dostluklar ve düşmanlar kazandığı, yeniden kayıplar verdiği kasabadır. Bir tablo gibi her şeyiyle birbirini tamamlayan bu kasaba her şeyin sonuca vardığı yerdir.

Bağların bulunduğu bölge.

Kozak civarındaki bu köy Yusuf ve Muazzez’in evlendiği yerdi.

Karakterlerin Diğer Karakterlerle İlişkileri

Romanın başkahramanı Yusuf, roman sonunda 21 yaşındadır. Ancak roman başında kendisi de bir çocuktur. Annesi babası ölmüştür ve başka akrabası da yoktur. Kaymakam ve devletin müşfik elinin gösterilebilmesi için çocuk yaşta bir kahraman bu iş için uygundur. Tavırları bir eşkıya gibi asi de olsa kimsesiz ve yaralı bir çocuk olan Yusuf’un en iyi yaptığı şey hiç gülmeden, ciddi kalabilmesidir. Kimsesizlik yarasını da en iyi doğada sardığı için sürekli tabiatın koynunda kendini bulmaktadır ve mümkün olduğunca insanlardan kaçmaktadır. Hatta romandaki birçok karakter bu durumu yadırgamakta ve anlayamamaktadır. Yusuf aynı zamanda Hz. Yusuf güzelliğiyle insanların dikkatini çekmektedir. Çocuk yaştayken bir başka çocuk Kaymakam ve Şahinde’nin kızı Muazzez’i o büyütmüştür. Ancak Yusuf’un güzelliği Muazzez’in onu eş seçmesinde önemli rol oynamış ve sürekli ona âşık kalmıştır.
Yusuf; fakir, kimsesiz, art niyetsiz, az konuşan biri olarak devlet adamlarıyla eşraf arasındaki yozlaşmayı en iyi aktarabilecek şekilde tasarlanmıştır. Yine romanın arka planında geçen köylü-şehirli, zengin-fakir, çalışkan-tembel, sorumluluk sahibi-mirasyedi, iyi aşık-kötü aşık çatışmalarını aktarmak için ideal bir kişiliktir.
Muazzez, romanda ailenin ilgisizliğinin ve evlilikte uyumu kaybeden ebeveynlerin çocuklarının durumunu göstermek için iyi bir karakterdir. Yine zengin koca bulmak hayaliyle yaşayan kızlar ve anneleri anlatmak için romanda önemli bir fonksiyon üstlenir. Muazzez, daha çocukluktan itibaren kendini yetiştiren ve bakımını üstlenen Yusuf dışında kimseyi dinlemeyen bir kişidir. Romanda ayrıca vahşi güzelliğin temsilcisi olan Yusuf’u mücadelesini aktarabilmek için iradesini ortaya koyamayan bir karakter olarak resmedilmiştir. Bu aynı zamanda herkesten kolay etkilenmesini doğurmuştur ve Muazzez’in Yusuf’la evlendikten sonra zenginler ve annesi tarafından kolayca idare edilebilmesini doğurmuştur. Bu da Yusuf’un içindeki isyanı ortaya çıkaran bir unsur olmuştur.
Kaymakam Salahattin Bey, kendinden 15 yaş küçük Şahinde’yle evlilik yapmış bir devlet adamıdır. Yaşça kendinden küçük kadınlarla evlenen yaşlı adam karakteri rolü verilen Kaymakam, karısı Şahinde’yle hep sorun yaşamıştır. Evlilik hayatı hiç düzgün gitmemiştir. Şahinde’ye baba, abi, arkadaş olmayı denemiş ama Şahinde hiçbirini kabul etmemiş aksine bunlar Şahinde’yı tabiri caizse zıvanadan çıkarmıştır. Kaymakam da terbiye edemediği ve kendini her durumda zora sokan Şahinde’nin bu tavrı karşısında sigara, rakı, kumar gibi illetlere bulaşmıştır. Bu alışkanlıklar, onun devlet yönetimiyle zenginler/eşraf arasındaki sınırı kaybetmesine sebep olmuştur.  Sabırlı ve yumuşak biri olmasına rağmen Kaymakam, sıra dışı bir şekilde kimsesiz, fakir, köylü ve erkek Yusuf’u evlat sonra damat edinmiştir. Yusuf’un Kaymakam’la yan yana gelmesi aşk, aile, devlet yönetimi, devlet yöneticileriyle eşrafın çizgiyi aşan ilişkileri, çocuk bakımı, evin hanımı, evin reisi, masumiyet, zenginlik-fakirlik, şehir hayatı ve otantik hayat gibi onlarca konunun kolay kıyaslanmasını sağlamıştır. Kaymakam’ın Yusuf’la olan bu ilişkisi sadece devletteki yozlaşma ve nüfuz mücadeleleri değil aynı zamanda para karşılığında adaletin alınıp satılması, kendi akraba veya adamlarının kayırılmasını (nepotizm) gözler önüne sermiştir.
Şahinde, kaymakamın şişman eşidir. İyi bir kısmet için yetiştirilmiştir. Kendisi de kızı Muazzez’i zengin bir kısmet için yetiştirmektedir. Eşraf ve zengin hanımlarıyla gezmelerde vaktini harcamakta bu arada kızını ve kocasını sürekli ihmal etmektedir. Üstüne bir de hiçbir şeyden memnun değildir. Yusuf’u sevmez, Yusuf da onu sevmez. İdeal olan olmaması gerekenin mücadelesi gibi algılanabilecek bu durumun asıl sebebi kendisinden yaşça çok büyük bir eşle evli olmak yatıyor gözükse de, Şahinde’nin bir eş olarak suçlarını örtmeye yetmemektedir. Kızı Muazzez’i bir başka çocuk Yusuf’a teslim etmesi veya sonradan Yusuf’a eş olan Muazzez’i laf-söze yol açacak şekilde gezmelere götürmesi Şahinde’nin romanda anlatılmak istenen zıtlıkları aktarmak için önemli bir rol üstlendiğini gösterir.
Şakir, hırslı ve kindar birisi. Zengin ve nüfuzlu ailelerin çocuklarında görülen birçok arızaya sahip: ayyaş, hovarda ve ahlaksız. Babası bir fabrikatör ve Şakir vaktini Rum orospularla geçiriyor. Bu kadar sorumsuz bir hayattan arda kalan çöpleri de dostu bir başka genç Hacı Etem topluyor. Yusuf’un arkadaşı Ali’yi öldürdüğünde jandarma komutanını verdiği rüşvetle kurtaran da Hacı Etem oluyor. Şakir şehirli ve zengin bir karakter olarak köylü ama güce yakın Yusuf’un karşısında bir karakter.
Şakir tarafından öldürülen Ali de Yusuf’un yeni şeyler öğrenmeye meraklı arkadaşı. Babası bakkal olan Ali’nin hamisi, Yusuf.
Kübra, Yusuf gibi köylüydü. Babası tarafından terk edilmiş, annesiyle yaşayan ve hayattan bezmiş bir kızdı. Şakir, Hilmi Bey'in bağında Kübra'ya tecavüz etti. Yusuf'la tanışınca Kaymakam'ın evinde kaldı.
Hacı Etem, 24 yaşında kurnaz biriydi. Genç yaşta anne babasıyla hacca gitmişti. Zengin değildi ama giyimi iyiydi. Zengin Şakir'in yakın arkadaşıydı.
İzzet bey, Salahattin Bey ölünce kaymakam olan kişiydi. O da şehrin ileri gelenleriyle çizgiyi aşan münasebetler içindeydi. Yönetici değişse de anlayış değişmedikçe uygulama ve sonuçlar değişmez dedirten bir karakter olarak romanda görev üstlenmektedir.
Cemal Çavuş, genç ancak ekabire yakın durmaktan, para için hukuksuzluğa göz yuman biriydi. Aslında hiçbir kişi veya kurum kendine suç ortağı bulmadan/bulamadan hukuksuzluklarını sürdüremez. Kaymakam veya bir başkasının hukuksuzluklarını sürdürebilmek için böyle yardımcı, yan karakterlere ihtiyaç vardır. Cemal Çavuş’u yozlaşan çarkın bir parçası olarak ve eşraf-ekabir-zengin sofrasının bir elemanı olarak düşünmek gerekir.
Hilmi Bey, Edremit eşrafından bir fabrikatördür. Devlet eşrafı üzerinde nüfuz sahibidir. Kumarbaz. Parasıyla oğlunu sürekli koruyan birisidir. Paranın ve nüfuzun birçok kapıyı açtığı ve birçok günahı örtebildiğinin göstereni olarak romanda yer alır.

Edremit kahvesiyle, camisiyle, meydanıyla, bitki örtüsüyle tamamen bir Anadolu kasabasıdır. Edremit hem fakirlerin hem de zengin ve soylu kesimin bir arada yaşadığı yozlaşmış bir kasabadır.
Edremit, sınıf farklıklarının kendini belli ettiği bir kasabadadır.
“Burada çocukların büyük adamlar gibi, muhtelif sınıfları, muhtelif grupları vardı ve bu tasnifte büyüklerinkinden çok farklı esaslar gözetliyordu.” (20).

Karakterlerin Tema ile İlişkisi

Romanın teması, toplumdaki bozulmalardır. Yusuf, Kübra, Kübra’nın annesi fakir ve köylü karakterler olarak nitelenebilir. Kaymakam, Şahinde, Şakir, Hacı Etem, Hilmi Bey, Jandarma Çavuşu şehirli, zengin, eğitimli, yetkili kişilerdir. Kuyucaklı Yusuf, ailedeki bozulmayı aktarmak için köylü bir karakter olarak şehirdedir. Kaymakam Sabahattin Bey de devletteki bozulmayı göstermek için zenginlerle iç içedir.  

Karakterlerin Ana Düşünceyle İlişkisi

Romanın ana fikri; 1900’lerde son günlerini yaşayan Osmanlı Devleti’nde devletin, toplumun, ailenin bozulduğudur. Romanda Yusuf, masumiyeti temsil etmektedir. Kaymakam ve onun çevresindekiler yozlaşan toplumun, ailenin karakterleri olarak vardır.  

SEMBOL ANALİZİ

Romanda çok sayıda yan ve ana düşünce iç içedir. Birçok tema ve çatışmayı birbirinden soyutlamadan veren yazar ara bu çatışmaları semboller üzerinden aktarır:

Bulut:

Yusuf, Kaymakam'ın evine geldikten sonra kimseyle konuşmayıp odasında oturup pencereden Kuyucak'ın dağlarını ve bulutları izliyordu. Bulut burada Yusuf'un geçmişe olan özlemini temsil ediyor, belki de bulutlar Yusuf'a güzel bir geleceğinin olacağına dair umut veriyordur.

Rakı:

Rakıyı, unutmak ve düşünmemek için insanla korkak ve kolaya kaçan insanlardır.  Salahattin Bey gerek evliliğindeki gerek işindeki olumsuzluklardan dolayı kolay yol olan alkole başvuruyordu. Şahinde ile kötü bir olay yaşadıklarında konuşup çözüm yolu aramak yerine unutmayı tercih ediyordu. Rakı sofrası; Anadolu’da zenginlerin, güçlülerin saatlerce vakit geçirdiği bir yerdir. Ayrıca sarhoşluk, aklı devreden çıkaracağı için birçok olayı aktarmak için iyi bir yöntemdir.

Kumar:  

Kumar çoğu şeyi emek sarf etmeden kazanabileceğini düşünen insanlar için bir umut kaynağıdır. Her şey şansa bağlıdır. Kazanırsan daha zenginsindir, kaybedersen yavaş yavaş her şeyini masaya bırakırsın. İşin içine birde alkol girince işler çığırından çıkar. Salâhattin Bey masada oturan eşraflara, kızı Muazzez'i ortaya koyduğunu bilmeden katılıp borca girmişti. Kumar, etkili ve yetkili bir kişiyi hem en iyi rezil etme hem de en kolay elde etme biçimidir.

Kırılan lamba:

Romanın son sahnesinde, silahların havaya patladığı vakitte lamba Yusuf'un kamçı darbeleriyle kırılmıştı ve kime ne olduğu anlaşılmamıştı. Lamba patlamasaydı belki de Muazzez ölmeyecekti. Yusuf kötü anılarının olduğu bu şehri başkaldırıp terk etmeyecekti. Ayrıca burada kırılan lamba ile karanlığa bürünen ev bize, romanın sonuna geldiğimizi, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösteriyor olabilir. Kırılan lamba, olanın değil değerlerin aşınmasının önemli olduğunu vurgulamak için ve kalanı okuyucunun zihninde canlandırmasına izin vermek için harika bir yöntem olmuştur.

Rüşvet:

Zengin ve güçlü insanlar çoğu dönemde yaptıkları hataların ve suçların üzerini para ve tehdit ile örtüp ortadan kaldırabiliyorlar. Romanın ana sorunlarından biri, eşraf aileler ve devlet yönetimi arasındaki bağdır. Bu bağ adaleti ortadan yok etmiş; güçlünün zayıfı, zenginin fakiri öldürdüğü bir dünya haline getirmiştir. Tabi bunlara sebep olan şeyde eşrafın maddi iradelerini kullanarak devlet memurlarına uygunsuz teklifleridir.
Romanın başında şehirlilerin cinayet yerine gelirken deri kalpak takacak kadar zengin olması fakat köyde yaşayan çocuğun çıplak ayakla dolaşması toplumdaki sınıf farklılıklarını gözler önüne seriyor.

Kesik parmak:

Yusuf’un romanın başında annesi ve babasının katiline saldırması sonucunda kopan parmağı, ileride seferberlik ilan edilince orduya katılamamasını sağlamıştır bu da Sabahattin Ali'nin ne kadar tutarlı bir yazar olduğunu gösterir.

Senet:

İnsanlar, aralarındaki sözlü anlaşmaları yazıya dökerek tüm kaçış yollarını kapatıyorlar. Böylece borçlu olan tarafın eli kolu bağlanıyor. Salâhattin Bey’in, Hilmi Beylere borçlanması sonucunda  imzalanan senet, Salâhattin Bey’in elini kolunu bağlamanın yanında Hilmi Beylerin Muazzez konusunda ciddi olduklarını gösterir.

TEMA VE ANA DÜŞÜNCE ANALİZİ

Tema

Romanın teması, toplumdaki bozulmalardır. Bu bozulmaları; devlet yöneticileriyle zenginlerin arasındaki ilişkide, aile yapısında, aşkta, köylü-şehirli münasebetlerinde, adalette görülmektedir.

Ana Fikir

Romanın ana fikri; 1900’lerde son günlerini yaşayan Osmanlı Devleti’nde devletin, toplumun, ailenin bozulduğudur. Romandaki tarihlendirmelerden hareketle romanın 1912-1913 yıllarında geçtiğini söylemek mümkündür. Bu dönemi Osmanlı Devleti gücünü iyice yitirdiği dönem olarak nitelemek mümkündür. Devlet otoritesinin iyice zayıflaması, zengin ve soylular lehine bir yozlaşmayı da beraber getirmiştir. Bir yerde yozlaşma varsa bunu bir kurumda görmezsiniz. Belki bunu daha iyi ifade etmek için bir yere kendi halinde bırakılmış elmayı düşünmek gerekir. Bir elma kendi haline bırakıldığında birçok yerden bozulabilir. Birçok yerden elmaya kurt girebilir ve elma birçok yerden pörsüyebilir. Romandaki Osmanlı da öyledir. Devlet, ailede, şehirlerde, köylerde, insani ilişkilerde, adalette, aşkta, zenginlerde bozulmalar vardır. Kuyucaklı Yusuf, bu yozlaşmaları, bozulmaları ve çürümüşlüğü bir bütün halinde gözler önüne seren bir roman olmuştur.
Romanda ana düşünce ve yan düşünceye örnekler vermek gerekirse, birkaç olayı buraya yazmak lazım. Yönetimdeki ve nüfuz müsaadelerindeki yozlaşmalara örnek olarak, Hacı Etem'in Şakir'i kurtarmak için jandarma komutanı Cemal Çavuş'a rüşvet vererek delilleri ortadan kaldırması, ayrıca mahkeme heyetinin Şakir'in Ali'yi vurduğunu bilmesine rağmen sessiz kalması, eşraftan birilerinin sürekli Kaymakam'la oturup kalması, birlikte kumar oynayıp borçlanmaları, alkol kullanmaları gibi ciddi sorunlar gösterilebilir.
Romanda yönetimdeki yozlaşmaların yanında zengin-fakir, kadın-erkek gibi çatışmalarda vardır. Örneğin, romanın başında şehirden gelenlerin, deri kalpak takması fakat köyde yaşayan küçük kızın çıplak ayaklı olması. Yusuf'un yetiştirilme şeklinden dolayı kadınların fazla ses çıkarmaması, evde son sözün erkeğe ait olması gibi yanlış düşüncelere sahip olması, o dönemde yaşanan ciddi sorunlardan sadece bazılarıdır. 
Şahinde'nin ev gezintilerine gitmek için henüz üç yaşında olan kızını hala çocuk olan Yusuf’a bırakması, Kaymakam’ın gündüzlerini işe, gecelerini de dostlarıyla kurduğu rakı sofralarında harcaması yüzünden kızına ve karısına vakit ayırmaması, Muazzez’in ilgisiz bir çocuk olarak yetişmesine neden olmuştur.
O dönemdeki insanların çocuklarına olan ilgisiz tavırları;  Aileler farkında olmadan çocuklarına kötü bir hayat hazırlıyorlardı. Hilmi Bey gibi bazı ebeveynler, çocuklarının hata yapıp yapmamasıyla ilgilenmeden yalnızca çocuklarının arkasında dururlar. Onlara karşı olan bu tutumları, çocuklarının şımarık, görgüsüz, gözü yükseklerde ve her istediğini elde edebilecek birer yetişkin olmasına zemin hazırlıyor. Şahinde’nin ailesi gibi olan bazı ailelerde dünyaya getirdikten sonra belli bir amaç için büyütüyor bu süreçte de çocuklarına nasıl olduklarını, ne düşündüklerini bile sormuyorlardı. Böylece çocuklar kapalı büyüyor, her şeyi içinde yaşıyorlardı. Bu da onların gelecekte ki hayatında sinirli ve manevi açından bozuk bir birey olmasına neden oluyordu  (13). “Onlar işportaya konan bir elma gibi onu süsleyip temizlemişler, parlatmışlar, sonra yağlı bir müşteriye okutmuşlardı. Kız yetiştirmekten de gaye bu değil mi?”  (13).
Şehirli-köylü çatışması için Yusuf-Kübra ve diğerleri şeklinde bir ayrım mümkündür. Ancak Yusuf ideal ve saf köylü tipi için Kübra ise annesiyle şartların zorlamasıyla ve diğer sebeplerden masumiyetini koruyamamış köylü bir karakterdir. Şahinde’nin Yusuf’a bakışı, tersinden Yusuf’un Şahinde’nin tavır ve davranışlarıyla ilgili gözlemleri, köylü-şehirli çatışmasında pik yapan yerlerdir. Şehirliler tarif edilirken  “Siyah kuzu dersi kalpak”, köylüler tarif edilirken “Çıplak ayaklı kız çocuğu”  (7) tasviri kullanılır.
Sorumlu ve sorumsuz ebeveyn de yine Yusuf gözünden annesi ve Şahinde arasındaki kıyasta veya Yusuf’un babası-Kaymakam Salahattin Bey arasındaki mukayesede ortaya çıkmaktadır. Yine bu temayla beraber kadın-erkek ilişikleri de işlenir. Mesela Yusuf, Şahinde’ye çok şaşırır: “Yusuf bir kadının çenesini bu kadar açabilmesine hayret ediyor...” (15). “Bir evde sözü geçecek, hüküm yürüyecek yegâne adam o evin erkeği olduğuna ve o erkek de kendisi istediğine göre, Şahinde Hanım’ın sözlerinin bir kıymeti olmazdı.”  (15) “ Lakin derhal anladı ki, bu kızcağız kendisini hiç de küçük, basit görmemekte, bir müsavat istemektedir.”  (12)
İç içe giren bu temalar içinde şehirli ve köylü kadın farkı romanda şöyle ortaya konur: “Anasıyla babası arasında da kavga olurdu ama bunlara kavgadan ziyade babasının herhangi bir şeye kızıp acısını anasından çıkarması demek daha doğruydu. Çünkü zavallı kadıncağız mukabele etmek, hatta ağzını açmak şöyle dursun, gözlerini bile kaldıramaz, sessiz sessiz ağlardı.”  (15).
Romanda sınıf ayrılıkları birçok yerde işlenir.  Mesela nüfuz sahibi Şakir’in ekip kurması şöyle anlatılır: “Şakir’in kendine benzeyenlerden ibaret partisine ne hükümetin ne de jandarmanın karışmaması çünkü parayı bolca oynatıyorlardı.” (33). Bu sınıf farklılıkları çocuklar arasında bile vardı. İnsanların farklı olduğu düşüncesi yerleştikten sonra adaletsizliğin gelmesi çok uzun sürmezdi. Artık Hilmi Bey parasıyla adalete söz geçirebilirdi. Hapishane onun serseri oğlu için değil başka serseri çocuklar için mekân olabilirdi: “Hapishane ancak serseriler, köylüler ve aşağı tabakadan insanlar içindi; bir Hilmi Bey’in oğlu, adam öldürse bile, onlarla bir tutulamazdı.” (96). “Mahkeme uzun sürmedi. Zaten Şakir, tevkifinin haftasında müstantik tarafından serbest bırakılmıştı. Bu bir haftanın da ancak gündüzlerini, onu da müdür odasında oturup cigara içmek ve nizamiye kapısının yanında ki küçük bahçede aşağı yukarı dolaşmak suretiyle, hapishanede geçirdi.”  (96).
Zenginler olunca onların işlerini yürüten işçilere ihtiyaç vardır. Haliyle bu durumda mal sahibi-işçi sorunları gündeme gelmektedir. Mal sahipleri işçilere karşı hiç de olumlu tutum içinde değildir (26).
Romanda paranın ve gücün değiştirdiği insanların yanında özüne uygun davranan insanlarla, köy ve şehir hayatı, köyün ve şehrin doğası-manzarasını görmek mümkündür. Romanda doğa; yaşamı, aşkı, sevgiyi, umudu, bozulmamışlığı, kirlenmemişliği, masumiyeti temsil ederken; kasaba ya da şehir yozlaşmayı, yapaylığı, ölümü, şehveti, kirlenmeyi, adaletsizliği temsil eder. 
Osmanlı Devleti’nde 1900’lü yıllarda değişikler oluyordu. Bunlardan biri de hürriyetin ilanıydı. Hürriyetin ilanıyla halk eskisi kadar rahat değildi. İlan sonucunda Osmanlı Devleti’nde askeri ve sosyal alanda ilerlemeler katledilse de sorunlar tam olarak çözülememiş, çatlaklar hala kapanmamıştır. Bunu da henüz mesleğinde yeni olan jandarma Cemal Çavuş'un adalete duyduğu saygısızlıktan anlıyoruz.

Havva Gizem TEPER-Burcu AKTAŞ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı bekliyoruz.