bakarak ancak altmış kere yutkunuyorsak o zaman
yüz yirmiyi
ferah ferah geçeceğiz. Bugün, matbaaya gelirken bir sütçü
dükkânının camekânına baktım: Kaymağa hiç bu derece ehemmiyetle, en
hurde, en
nazara gizli yerlerine bir mikrop mütehassısı dikkatiyle,
bir saatçi gözüyle
bakabileceğimi zannetmezdim. Biraz sarışın
satıhlarının altında, iç
taraflarından ne sıcak, ne yumşak,
ne eriyici bir beyazlıkları var; süslü
tabakları içinde
biribirlerine sokulup dayanarak sırtsırta ne munis, ne sakin
yatıyorlar. Sevgilimin yatak manzarası beni bundan fazla müteheyyiç
edemez.
Ara sıra, tatmıyor değilim,
lâkin ne yesem, ne- kadar yesem, neleri yesem içimde
bir eziklik
var ki geçmiyor, bitmiyor...
Moda mağazalarının camekânlarına konan sarışın
saçlı,
üryan gerdanlı, pembe yüzlü dekolte mankenler önünde toplaşıp
hayran
hayran bakışan ben dört kişi görmüyorum. Lâkin Galata
kasaplarının çengellere
asılmış buz gibi danaları karşısında da
dün bir zümre toplandık, bakıştık, konuştuk, ah
ettik
ve karnı aç, eli boş döndük. Yalnız gözümüz bakmağa doymuştu.
Fakat camekânlarda seyrine doyamadığımız ne o
tatlılar,
keşküller... Ne o kuzu fırınları, piliç kızartmaları hiç
birini midemin
mahbubesi sayamam, hepsi başkalarının olsun,
aramam, sormam, bakmam bile...
Bana yalnız bir şey, bir ucuz
ve iptidaî gıda, bir ekmek versinler, ama nasıl
ekmek? Şu eski
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı bekliyoruz.