Translate

Pazar, Aralık 24, 2017

Divan şairleri içki içer miydi?


 Klasik Türk şiirinde içki, içki meclisleri, içkinin halleri çokça şiire konu olur. Acaba şairler sadece bir hayal, bir mazmun, bir sembol olarak mı içkiyi şiirinde kullanıyordu yoksa gerçekten hayatlarında içki önemli bir yer tutuyor muydu? Cevabı Haluk İpekten Hoca verecek. Ancak burada dini bütün şairlere haksızlık etmemek gerekir:

Karamanlı Sübutî’nin İstanbul’daki Karaman Pazarı’ndaki dükkân şairlerin toplanma yeri idi. …Burada hekimlik eder, hastalara ilâç hazırlardı. Fakat asıl işi şarap, afyon macunları, hapları gibi keyif verici şeyler yapıp satmaktı. Kendisi de şair ve zarif, hoşsohbet bir şahıs olduğu için dükkânına devrin şairleri toplanırdı. Şarap içilir, sohbet edilir eğlenilirdi. Dükkânı bu bakımdan Zatî’ninkinden farklıydı. Orası daha ziyade acemi şairlere bir mektep durumunda, Sübuti’ninki ise bir eğlence yeri havasındaydı. …Fakat buraya hangi şairlerin devam ettiğini bilemiyoruz. Bu hususta tezkirelerde bilgi yoktur. Yalnız Sübuti’nin şiirini kıymetsiz bulan tezkireciler, söz birliği ederek bu dükkândan bahsettiklerine göre, o zamanlar hayli meşhur olduğu anlaşılıyor.
Sübuti, bir müddet sonra bu dükkânı kapamış, Şam kadısı olan Merhaba Efendi’nin yanında Şam’a gitmiştir.  Sonra İstanbul’a dönerek dükkânını yeniden açtı. Tekrar şairleri etrafına topladı. Fakat bu ikinci açılışında dükkân eskisi gibi müşteri bulamamıştır. Çünkü artık şarap satmaktan, macun yapmaktan, vazgeçmiştir. Sadece hastalara ilâç hazırlayıp satıyordu. Bu devrede şiire de tövbe edip divanını yakmıştır. Sonradan birkaç defa divan tertib etmişse de hepsini yaktı. Zaten iyi şiiri de yoktu. Sübuti dükkânının, Zati’nin ölümünden sonra (953/1546) açıldığı ve yirmi yıl kadar devam ettiği anlaşılıyor.
Rahiki’nin dükkânı Mahmudpaşa’da idi. Asıl adı Sinan olan Rahiki (ö. 953/1546), kuloğlu iken yeniçeri ağası Mustafa Ağa’nın öldürülmesi olayında canını zor kurtarmış fakat ordudan çıkarılıp ulufesi kesilmiştir. Bunun üzerine Rahiki, maişetini temin edebilmek için bir attar dükkânı açtı. Burada şarap satar, kendi keşfi olan esrar macununu yapar, satardı.
Dükkânı sevgilileriyle buluşmak isteyen aşıklar, içki içmeğe gelenler ve şairlerin uğrak yeriydi. Devrindeki şairlerle dostluğu, arkadaşlığı vardı. Balıkpazarı’na içmeğe, eğlenmeğe gidenler muhakkak uğrar, Rahikî’yi de alır, beraberlerinde götürürlerdi. Kendi imali olan Rahiki macunu ölümünden sonra çok meşhur olmuştur. Otuz kişi her gün macun döver, yine yetiştiremezlerdi. Onun yüzünden başkaları zengin olmuştur. Rahiki ise fakirlik içinde perişan öldü.
Zeyni’nin Karaman Pazarı’ndaki sahhaf dükkânı da şairlerin uğradığı yerlerdendi. Babası gibi o da hafızdı. Sahhaf dükkânında dostlarıyla oturur, vakit geçirirdi. Sübuti’nin dükkân komşusuydu. Bir zaman Sübuti ile aynı şahsı sevdiklerinden araları açıldı. Birbirinin rakibi oldular. Sevgilisi kendisini terk edince, şarap ve afyon müptelası oldu. Az sonra da hastalanıp öldü.
İstanbul dışında şairlerin toplandığı dükkânlardan, Edirne’de Nasuhi’nin attar dükkânını tanıyoruz. Nasuhi, bu dükkânda attarlık eder, ilâç hazırlarken, sonra çalışıp hekim olmuştur. Hatta kendini tanıtıp Edirne Darüşşifa’sı sertabibliğine kadar yükseldi. Dükkânını işlettiği zamanlar bir tarafta attarlık ederken, diğer yanda da şarap satardı. Son derece hoşsohbet, latifeci bir şahıstı. Bu sebeple şairler, içki içmek için gelen zarifler dükkânını doldururlardı.
Edirne’de ikinci dükkân cerrahlık yapan Safayî’nin dükkânıydı. Burada da Edirneli şairler toplanır sohbet ederlerdi. Kendisi de şiir yazdığı için dükkânı sayesinde pek çok şairle dostluğu, münasebeti olmuştur. Fakat usta bir şair değildi. Bu çeşit dükkânlardan çakşırcı Şeyhi’nin dükkânı da Bursa’da şairleri toplamıştır. Aslında bir tahsili olmayan Şeyhi, çakşır yapıp satmakla geçinir, fakat tab’en şiire mail olduğu için şairlerle temas ederdi. Kendisinin de zararsız şiirleri vardı.
İstanbul’da bazı yüksek şahsiyetlerin evlerinde kurulan ve şairlerin de katıldıkları içki meclisleri, içkinin haram ve yasak olmasına rağmen rahatlıkla devam etmiştir. Zaten şairlerin pek azı müstesna, içki içerlerdi. Hatta bunun yanında afyon kullananlar da bulunurdu. Zevk ve safaya düşkün, evlerinde içki ve eğlence meclisleri tertib eden şahıslar içinde Sultan Süleyman’ın nedimi Kara Balizade (ö. 944/1537). Cafer Çelebinin oğlu Ca’feri mahlaslı Bali Çelebi ve Kaptan Şeydi Ali Re’is (ö. 970/1563) en meşhurlarıdır. Mukataacı iken tekaüde ayrılan ve hoş sohbeti, zarafeti ile Kanuni Sultan Süleyman’ın sevgisini kazanan Kara Balizade, zevk sahibi oluşu, içki merakı ve cömertliği ile tanınmış bir şahıstı. Konağında ekseriya, İstanbul’da bulunan acemler toplanır, yenir içilir eğlenilirdi. Bu arada devrin şairleri de bu konağa devam ederlerdi.
Ca’fer Çelebi'nin oğlu Bali Çelebi de içkiye ve afyona düşkün, zevk ve safa peşinde koşan bir şahıstı. Sahn-ı Semaniye müderrisi idi. Evinde içki meclisleri gece gündüz devam eder, biri bitmeden diğeri başlardı. İçki yanında kullandığı esrar tayınını gittikçe arttırarak günde 20 dirheme çıkardığı için zehirlenerek ölmüştür.
…Bu meclislerin dışında içki meraklısı şairlerin devam ettikleri meyhaneler de vardı. Bu asırlarda meyhaneler İstanbul tarafında Tahtakale ve Balıkpazarı’nda, Beyoğlu tarafında da Galata’da toplanmıştır. Yazın deniz kenarlarında da açık meyhaneler kurulurdu.
Tahtakale İstanbul halkından bir kısmının eğlence yeri idi. Sarhoşlar, esrarkeşler burada barınır, canbazlar, hokkabazlar halka gösteriler yaparlardı. Burada adlarını bilebildiğimiz iki meyhane, Efe Meyhanesi ve Yani Meyhanesi çok meşhur yerlerdi. Bilhassa Efe Meyhanesi, şairlerin toplantı yeri olarak çok rağbet bulmuştur. Şairler daha ziyade bu meyhanede toplamı, bir taraftan içkiler içilirken şiirler okunur, münakaşası yapılır, sohbet edilirdi. Efe Meyhanesi’nin hayli uzun zaman S. Bayezid II, Yavuz Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman devirlerinde çalışmakta olduğu anlaşılıyor. Bu meyhanelere bazen şairler daha hesaplı olsun diye pazardan mezelerini de tedarik eder, öyle giderlerdi.
İstanbul tarafında bir de Bakkal Zarif adında Yahudi dönmesi bir mezeci vardı. İçkinin ve mezenin iyisini bulmakta usta olan bu şahsın şairlerden çok müşterisi vardı. Ondan alış veriş ederlerdi. Bakkal Zarif de parası olmayana mezeyi ve şarabı ödünç verirdi.
Galata tarafı, zaten daha çok gayr-ı müslimlerin oturdukları semt olduğu için burada hayat İstanbul tarafında nisbetle daha serbestti. Burası Latifi’nin tabiriyle “bir şehr-i dil-âviz ve dil-ârâ ki işret-gâh-ı dünya”, “mey ü mahbûbda bî-bedel ve zevk u safâda darbe mesel”di. “Ekser halkı ümmet-i İsâ ve millet-i Mesihâ olmağın Cem gibi ellerinden cam düşmez. Ve bezm-i mey andan gayrı yerde haramdır”. Müslüman şehrin kapalı hayatından bulunan “İstanbul’un zevvâk ve ehl-i mezâk ne kadar rind ü hallâşı ve bâde-nûş ayyaşı var ise def’-i melâl ve ref’-i helâl edüp” eğlenmek, güzeller seyretmek için Galata tarafına geçerlerdi.
Buranın meyhaneleri daha meşhurdu. Eğlenmek üzere zahmeti göze alıp kayıklarla Galata’ya geçen şairler hakkında bazı hikâye ve latifeler tezkirelerde kayıtlıdır. Şairlerden çoğunun içki içtiği, şarabın haram ve içilmesi yasak olduğu halde meyhanelerde toplandıkları devirde, Sultan Süleyman Kanuni’nin 969/1563 de şarabı yasak etmesine ve şarab getiren gemileri İstanbul’da Galata önünde yaktırmasına rağmen bu yasak kısa sürmüş, iş bir müddet sonra yine eski halini almıştır. Sonradan kadı, kazasker, hatta şeyhülislam olan bazı şairlerin bile hiç olmazsa, gençliklerinde, tahsil sırasında içki kullandıkları, meyhanelere devam ettikleri tezkirelerde kayıtlıdır. İçki müptelaları içinde bir kısmı yaşlandıkça, halkın gözüne batacak makamlara yükseldikçe içkiyi bırakmışlar, fakat diğer bir kısmı ayyaşlığı bütün hayatlarınca sürdürmüşlerdir.
İçki müptelası ve meyhane müdavimi olarak tanınan kimselerden haklarında az çok bilgi sahibi olduğumuz şairleri şöylece sıralayabiliriz. Fatih devri şairlerinden Melihi’nin içki iptilası malumdur. İran’dan döndüğünde avare ve sarhoştu. Meyhanelerden çıkmazdı. İran’da tanıştığı Molla Cami bazı eserlerini kendine gönderdiğinde, Melihi’yi bir meyhane köşesinde bulmuşlar, “biz bunlara el sürmeğe artık lâyık değiliz” diyerek ağlamış ve kitapları almamıştı. Meyhaneye elindeki asasıyla gider asasız dönerdi…
Ne tahsil arkadaşı Şeyh Ruşeni, ne de bizzat padişah onu içkiden vazgeçirememişlerdir. Fatih Sultan Mehmed bu kabiliyetli şairin içki ile ziyan olduğunu görünce içkiye yemin ettirmiş, sonra yeminine sadakatini görmek için arattığında, çavuşlar Tahtakale’de mest… bulmuşlardır.
Huzura getirildiğinde ayakta duramayacak kadar sarhoş olan Melihi'nin yemini bozup ağzına içki koymadığı, fakat dayanamayıp şarabı kendisine şırınga ettirdiği anlaşılınca Padişah Şairi bağışlamış, ama bundan sonra toplantılarına da almamıştır.
Mesihi, İsa (Ö. 918/1512), devrinde şiiri kadar, sarhoşluğu ile de tanınmıştı. … Ali Paşa, Mesihi’yi ne zaman aratsa, kalemde bulunmaz, adamlar gönderip ya Tahtakale meyhanelerinde veya mesire yerlerinde eğlenirken buldururdu. Hayatı böyle perişanlık içinde geçmiştir.
Kalkandelenli Sücudi de içkisiyle tanınmış şairlerden idi. Rind derya-dil bir şahıstı. Meyhanelerden çıkmaz, daima içer, sarhoş gezerdi. Bu yüzden kendisine sucu iti adı verilmişti. …Yavuz Selim’in Mısır seferine dahil oldu. İhtiyarlıktan beli iki kat olduğu halde içkiyi bırakmamıştı.
Edirneli Sagari de içki iptilasını ölünceye kadar terk edemeyen şairlerdendir. Aynı zamanda usta musikişinas idi. 100 yaşma kadar yaşamış, ölünceye kadar ne sazı ne de içkiyi elinden bırakmamıştır.
Şairler içinde sarhoşluğu ile tanınmış şahıslardan biri de Revani (Ö. 930/1524) idi. Daima içer, meyhanelerde dolaşırdı. Her zaman sarhoş ve mahmurdu. Gazelleri de hep bade üzerinedir. Ayrıca sohbet ve içki adabım anlatan bir işret-name yazmıştı. Sonra ihtiyarlığında tövbe edip şarabı bıraktı. İstanbul’da bir mescit yaptırıp kendini ibadete verdi.
Şairlerin üstadı Zati ve Kanuni Sultan Süleyman devrinin ilmi irfanı ve cömertliği ile tanınmış kazaskeri Abdülkadir Efendi (Ö. 914/1509) de gençliklerinde içkiye düşkün ve Efe Meyhanesi’nin devamlı müşterilerinden idiler…
Âhi Benli Hasan (923/1517) de meyhane müdavimlerindendi. Dostları ile buluşur, Balıkpazarı’na uğrayıp nevalelerini düzer, meyhaneye öyle giderlerdi. Bir taraftan içerken diğer taraftan şiirler okunur, sohbet derinleşirdi. Zaten pek az konuşan ve söyleyeceğini daima kısaca bir mısra ile ifade eden Âhi, bu içki ve sohbet meclislerinde de konuşmaz, daima susar dinlerdi. Efe Meyhanesi ve Yani Meyhanesi’nde meyhaneciler onu dilsiz danişmend gelmedi ya” diye sorarlardı...
Sultan Yavuz Selim devrinde yetişmiş ve pek çabuk şöhret yapmış olan Fizani Ramazan (Ö. 938/1526), ibda kabiliyetine sahip bir şairdi. Fakat işrete düşkün, harabatı, âvâre bir şahıstı… Kara Balizade’nin işret ve eğlence meclislerine devam eder, diğer taraftan da arkadaşları Na’ti ve Levhi’nin kardeşi Nuhî ile Efe Meyhanesi’nden çıkmazdı. Bu üç arkadaş, meyhanede, seyranlarda, ilim ve şiir toplantılarında daima beraber idiler.
Galata kadısı Nihalî Ca’fer (Ö. 949/1542) ve Âşık Çelebi’nin babası Seyyit Ali Matta’ da Efe Meyhanesi’nin devamlı müşterilerinden idiler. Gençliklerinde medrese arkadaşı olan bu iki şahıs, beraber ders okur, sonra meyhanede beraber içerlerdi. İçkide sohbette birbirinden ayrılmazlardı. Sonra ikisi de kadı oldu. Nihali, Yavuz S. Selim muhasipliğinden uzaklaştırılınca dostları olan devrin büyüklerine sığındı. İhtiyarlığında kalkıp yürüyemez halde idi. Böyle iken bile içkiyi terk etmedi.
İçki içmesiyle tanınmış şairlerden biri de Manastırlı Haveri, Ali Çelebi’dir (Ö. 972/1565). Gençliğinde çok içer meyhane meyhane dolaşırdı. Selanik ve Üsküp kadısı olarak bir zaman İstanbul’dan ayrı kaldı. Sonra Galata ve Eyüb kadılıklarına beraber tayin edilince, eski meyhane arkadaşları ile görüşür, eski günleri yad ederdi. Gençliğinde Galata ve Tahtakale’de o kadar meşhurdu ki, “Galata’da bütün şekerci dükkânlarındaki şişeler kendisini tanır, Hıristiyan çocukları ezilmesinler diye meyhane çardaklarına tırmanırlardı. Efe meyhanesinde hiç bir fıçı yoktu ki aylarca ayılmayıp dibine düşüp kalmıya”. Bu şöhreti unutulmadığından kadılığı üzerinde dedikodular, şikâyetler oldu ve azledilip Karaferye kadılığı ile İstanbul’dan uzaklaştırıldı.
Tahtakale’de Efe meyhanesinin devamlı müşterilerinden biri de Aydınlı Selman’dır. Tahsili sırasında arkadaşları ile vaktini meyhanelerde geçirirdi…
Sihri de gece gündüz içer, şarapsız duramazdı. Ömrü meyhanelerde geçerdi. Defterdar Sirozlu Hasan Çelebi’nin şehreminliğinde kâtibi olmuş, Haleb’e de beraberinde gitmişti. Burada da eski hayatına, içkiye ve güzeller peşinde koşmağa devam etmiştir. Haleb’de Atpazarı kâtibi iken bir gece sevgilisini sarhoş edip odasına aldığı için şikâyet üzerine Haleb beylerbeyi Üveys Paşa, eskiden beri Haşan Çelebiye kızdığından, onun adamı olan Sihrî’yi hadım ettirdi…
 Zamanında sarhoşluğu ile tanınmış şairlerden biri de Gelibolulu Seyfi’ydi. Daima avare, başıboş ve sarhoş gezerdi. Meyhaneleri mesken edinmişti. Yine bir gün sarhoş gezerken Tophane’de yüksek bir yerden düşerek ölmüştür.
Devrinde musikisi ile çok meşhur olmuş, aynı zamanda şairliği de bulunan Savur da içki müptelası idi. Gençliğinde meyhane merdivenlerinden düşüp ayağını sakat etmişti, topallardı…
Şeyh Vefa Tekkesi’ne girip Ali Dede’den inabet alarak şeyh olan Şem ’i, (Ö. 938/1530) hem tasavvuf ehli, hem içki alemlerinden ayrılmazı rind bir şairdi. Pir Mehmed Paşa’nın yardımı sayesinde yaşar, bazan hankahda zikirle meşgul olur, bazan camide ibadet eder, fakat bahar geldi mi elde kadeh meyhaneden çıkmazdı…
Sun’i Mehmed (Ö. 941/1535) Gelibolu’dan yetişen şairlerin en iyilerinden idi. Gençliğinde Sultan adında bir kadın sevmiş, ona gazeller yazmış ve nihayet içki mübtelası olup meyhanelere düşmüştür…
İshak Çelebi’nin (Ö. 949/1542) de gençliğinde sarhoşluğu ve âşıklığı ile tanınmıştı. Hatta Sahn’da müderris olduğu zamanlar bile bu hayatını sürdürürdü. Arkadaşları ile meyhanelerde dolaşır, sabah eşeğine binip medreseye giderken yolda bir güzel görse, peşine takılır dersini unuturdu.
Daima mest gezen şairlerden bir başkası, Zari-i Suzeni (Ö. 960/ 1553), usta san’atkar olduğu halde avarelikten dükkânına uğramaz, yazın deniz kıyısında açık hava meyhanelerinde, kışın Tahtakale meyhanelerinde şarapla dost sohbetleriyle vaktini geçirirdi. Parası bittiğinde birkaç zaman dükkânına döner, çalışır, kazandığı parayı yine meyhanelerde yerdi. Ayrıca çok iyi tanbur da çalardı. Ömrünü böyle saz ve sözle, içki alemleriyle geçirdi.
İşreti, Mustafa (Ö. 974/1567) da ayyaşlığı ile tanınan şairlerdendir. Bu yüzden İşreti mahlasını almıştı. İstanbul’da Rumelihisarı’nda doğmuş, tahsili müddetince şiiri yanında içki iptilası ile de meşhur olmuştu. Daima sarhoş gezer, meyhanelerden çıkmazdı. Edirne yakınında Hasköy’de kadı iken Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadesi Bayezid’e intisab etmiş, Kütahya’da onun yanında bulunmuş, bu arada yine gece gündüz içmiştir. Nihayet şehzadeyi içkiye alıştırıyor diye yapılan şikâyetler üzerine kadılıktan ve şehzadenin muhitinden uzaklaştırıldı.
Can Memi lakabıyla anılan Sani de (Ö. 995/1587), meyhanelerden çıkmayan şairlerdendi. Gençliğinde güzelliği ile meşhurdu. Şeyh Karamanî’ye mürid iken onun idamı üzerine Sani, canını zor kurtarmış “Şeyhler bezmine yakın olmağa tövbeler ettim” diyerek meyhanelere düşmüştür. Kanuni Sultan Süleyman’ın şarab getiren gemileri İstanbul-Galata arasında yaktırınca, mecburen meyhaneyi bırakıp kahvehanelere devama başladı ve bu beyti söyledi:

Humlar şikeste câm tehi yok vücud-ı mey
Kıldun esir-i kahve bizi hey zamane hey


 Kaynak: Divan Haluk İpekten, Edebiyatında Edebi Muhitler, İstanbul, MEB Yayınları, 1996, s. 229-254 (Şairlerin Toplantı Yerleri: Şuara Meclisleri, Dükkanlar, Meyhaneler)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı bekliyoruz.