Translate

Çarşamba, Mayıs 17, 2023

Hüdayinabit 7 (Psikomotor Edebiyat, Otobediyat, Hodbehod)

 

7. Gün


 

Yazma

Konuşma

Okuma

Dinleme

Çarşamba

Cümle ve ilgili kavramlar deftere yazılacak ve fotoğrafı grubu atılacak. 

1. Her öğrenci cümlelerin ve ilgili kavramların ses kaydını gruba atacak.

2. Behçet Necatigil'in Evler şiirinin ses kaydı atılacak.



Aşağıda verilen metin ve şiir okunacak (Fütürist Toplumcu Nazım Hikmet'in serbest ölçüyle yazılmış şiirleri okunacak).

Eşleşen öğrencilerden biri cümleyi okuyacak, diğeri gözleri kapalı kavramları ezbere söyleyecek. Her iki öğrenci de yapacak.

Bireyin iç dünyasını anlatan romanlarıyla (Huzur, Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler, Saatleri Ayarlama Enstitüsü) anlatan romanlarıyla bildiğimiz saf şiirin önemli ismi Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Bursa'da Zaman şiirine ait video izlenecek.




Rüya, müzik, zaman, sonsuzluk temalarını işleyen hece şairi Ahmed Hamdi Tanpınar’dır.

Bursa’da Zaman

Araba Sevdası, Ekrem’in yanlış batılılaşmayı anlattığı romanıdır.

Bihruz Bey ve Periveş Hanım, bilinç akışı tekniği, ilk realist novel

Halide Edip; savaşı anlattığı romanlarından önce Raik’in Annesi, Seviye Talip, Handan ve Son Eseri romanlarında erkek gözüyle kadın ve aşkı değerlendirir.

Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Kurtuluş Savaşı

İslamî Türk edebiyatının ilk hamsesi Azeri şair Genceli Nizami, Türk edebiyatının ilk hamsesi Çağatay şairi Ali Şir Nevai’ye, Anadolu’daki ilk hamse Hamdullah Hamdi’ye, 17. Yüzyıldaki mensur hamse ise Nergisi’ye aittir.

Hamse, manzum-mensur

“Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı…” cümlesi bir abideden alınmıştır.

Vezir Tonyukuk, Kültigin, Bilge Kağan, Orhun

101 dörtlük, 40 beyit olmak üzere 484 dizeden oluşan eserde ayet ve hadislerden yola çıkılarak İslam ahlakı öğretilir.

Atabetü’l-Hakayık, Yüknekli Edip Ahmet, aruz-hece

Hüsn ü Aşk mesnevisi, Nabi’nin Hayrabad mesnevisini geçmek için yazılmıştır.

18. yüzyıl, Şehy Galip

Sade bir dil, yarım uyak, dörtlük ve heceyle koşuklar yazılmıştır.

Sav, sagu, İslamiyet Öncesi, Eski Türkçe

Halk şiirinden gelen unsurları Batılı şiirle birleştiren ve ölüm, hüzün gibi bireysel konular yanında toplumsal konuları da işleyen şairimiz.

Evler Şairi, Necatigil, saf şiir

Meded meded bu cihânûn yıkıldı bir yanı

Ecel Celâlîleri aldı Mustafâ Han’ı

Taşlıcalı Yahya, mersiye, Kanuni’nin oğlu, 16. yy


Nazım Hikmet'in Şiir Kitapları

ŞİİR:

 

    835 Satır (1929)

    Jokond ile Sİ-YA-U (1929)

    Varan 3 (1930)

    1+1=1 (1930)

    Sesini Kaybeden Şehir (1931)

    Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932)

    Gece Gelen Telgraf (1932)

    Portreler (1935)

    Taranta-Babu’ya Mektuplar (1935)

    Simavne Kadısı Oğlu şeyh Bedreddin Destanı (1936)


Ahmed Hamdi Tanpınar Değerlendirmesi

Hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi nesir sahasında pek çok eser vermiş olmakla birlikte şairliği bunlardan aşağı kalmaz. Fakat şiirleri, diğer eserlerinden azdır. Çünkü şiiri müstesna bir sanat olarak kabul etmiş ve ona üstün bir değer vermiştir. Ondaki bu şiirde mükemmeliyet arayışı hocası Yahya Kemal’den gelir. Şiirde kendisine üstat seçtikleri arasında Yahya Kemal’in yanı sıra Ahmet Haşim, Batı edebiyatından da Paul Valéry, Charles Baudelaire, Stéphane Mallarmé yer alır. (Alptekin 2001: 81) "Antalyalı Genç Kıza Mektup"ta bilhassa Valéry’nin kendi şiiri üzerindeki etkisini açıkça dile getirir. Yine bu mektupta şiir ve nesrindeki zaman konusunda Bergson’un ve rüya meselesinde de psikanalistlerin etkilerinden bahseder. (Kaplan 1982: 258)

“Şiir söylemekten ziyade bir susma işidir. Sustuğum şeyleri roman ve hikâyelerimde anlatırım” diyen Tanpınar, romanlarında ve hikâyelerinde ferdin iç dünyasıyla beraber hayata ve hayatın içindeki insana yönelir. Nitekim “Şiirde dolayısıyla kendimin, hikâye ve romanlarımda kendimle beraber mümkün olduğu kadar hayatın ve insanların -benden başkalarının- peşindeyim. Yahut başkalarına ait zamanın peşinde. Abdullah Efendi’nin Rüyalarında, Huzurda sanatımın -eğer üzerinde durulacak böyle bir şey varsa- iki kolumun birleştiği yerler vardır.” demektedir. (Kaplan 1982: 259)

Tanpınar’ın roman ve hikâyeleri içerisinde ilk basılan kitabı Abdullah Efendi’nin Rüyalarıdır (1943). Tanpınar’ın hikâyeleri 1955’te basılan Yaz Yağmuru kitabında yer alan hikâyeler ve bu ikisinde yer almayan iki hikâyenin eklenmesiyle 1983’te Hikâyeler ismiyle yayımlanır. Şiiriyle romanı arasında bir yerde duran hikâyelerde Tanpınar, modernleşme, siyaset gibi sosyal problemlere temas etmekle birlikte daha ziyade bireyi ilgilendiren meseleleri söz konusu etmiştir. Rüya, zaman, kadın, musiki gibi konular, başka yazarlarda aynı titizlik ve orijinallikte karşımıza çıkmaz. O, bütün bunlara derin bir felsefe, tarih, psikoloji bilgisi açısından bakar. On dört hikâyenin yer aldığı bu kitap Tanpınar’ın, doğudan batıya, müzikten, felsefeye, tarihe kadar ilerleyen bir çerçevede bu geniş bilgi birikimini aksettirmektedir.



Evler

Şair: Behçet Necatigil

 

İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.

İrili ufaklı, birbirinden farklı,

Ahşap evler, kagir evler yaptılar.

Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,

Evlerin içi devir devir değişti

Evlerin dışı pencere, duvar.

 

Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde

Kalbi kara insanlar oturdu.

Gündelik korkuların çökerttiği evlerde

O fıkara insanlar oturdu.

 

Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi,

Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.

Kimi hayata doymuş göründü,

Bazılara zamana uydular.

Evlerin içi oda oda üzüntü,

Evlerin dışı pencere, duvar.

 

Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü:

Eve geldi bir tane, nar gibi,

Arttı, eksilmedi.

Evleri felaketler taunlar gibi süpürdü.

Kaderden eski fırtınalar gibi,

Ardı kesilmedi.

 

Evlerin çoğunda dirlik düzen

Kalan bir hatıra oldu geçmişte.

Gönül almak, hatır saymak arama.

Evlatlar aileye asi işte,

Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.

Evlerde nice nice cinayetler işlendi,

Ruhu bile duymadı insanların.

Dört duvar arasında aile sırları,

Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın,

Gözyaşlarıyla beslendi.

 

Çocuklar, büyük adam yerine evlerin kiminde:

Çocukları işe koştu kalabalık aileler.

Okul çağının kadersiz yavruları,

Ufacık avuçlardan akşamları akan ter,

Tuz yerine geçti evlerin yemeğinde.

 

İnananların kaderi besbelli evlere bağlı,

Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar,

Kendi seviyesinde evler kız verdi, kız aldı.

Bazıları özlediler daha yüksek hayatı,

Çırpındılar daha üste çıkmaya

Evler bırakmadı.

 

Yeni yeni tüterken ocakların dumanı

Kadın en büyük kuvvet erkeğin işinde

Erkekleri kaçtı, kadınları kaçtı

Evler dilsiz şikayet kaçmışların peşinde.

 

Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı,

Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar

Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı

Ama size hiçbir hisse ayrılmadı

Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,

Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar.




MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI  
İKİNCİ BÖLÜM  
I  
Atlantiğin dibinde upuzun yatıyorum, efendim,  
                                Atlantiğin dibinde  
                                      dirseğime dayanmış.  
Bakıyorum yukarıya:  
bir denizaltı gemisi görüyorum,  
yukarıda, çok yukarıda, başımın üzerinde,  
yüzüyor elli metre derinde,  
balık gibi, efendim,  
zırhının ve suyun içinde balık gibi kapalı ve ketum.  
Orası camgöbeği aydınlık.  
Orda, efendim,  
orda yeşil, yeşil,  
orda ışıl ışıl,  
orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarla mum.  
Orda, ey demir çarıklı ruhum,  
orda tepişmeden çiftleşmeler, çığlıksız doğum,  
orda dünyamızın ilk kımıldanan eti,  
orda bir hamam tasının mahrem şehveti,  
mahrem şehveti efendim,  
                        gümüş kuşlu bir hamam tasının   
ve koynuna ilk girdiğim kadının kızıl saçları.  
Orda rengarenk otları, köksüz ağaçları  
                        kıvıl kıvıl mahlukları deniz dünyasının,  
orda hayat, tuz, iyot,  
orda başlangıcımız, Hacıbaba,  
                            orda başlangıcımız  
ve orda hain, çelik ve sinsi  
                        bir denizaltı gemisi.  
400 metroya kadar sızıyor ışık.  
Sonra alabildiğine derin  
          alabildiğine derin karanlık.  
Yanlız ara sıra  
                  acayip balıklar geçiyor karanlığın içinde  
                                                             ışık saçarak.  
Sonra onlar da yok.  
Artık dibe kadar inen  
     kat kat kalın sular kati ve mutlak  
                                   ve en dipte ben.  
Ben, upuzun yatıyorum, Hacıbaba,  
upuzun yatıyorum dibinde Atlantiğin  
                                  dirseğime dayanmış,  
                                  bakıyorum yukarlara.  
Avrupa Amerika' dan Atlantiğin yüzünde ayrıdır  
                                             dibinde değil.  
Gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri peşi sıra.  
Omurgalarının altını görüyorum,     
                             omurgalarının altını.  
Dönüyor keyifili keyifli pervaneleri.  
Dümenleri ne tuhaf suyun içinde  
İnsanın tutup tutup kıvırası geliyor.  
Köpekbalıkları geçti gemilerin altından,  
karınlarını gördüm  
                 ağızları da orda.  
Gemiler şaşırdılar birdenbire,  
herhalde köpekbalıklarından değil.  
Denizaltı gemisi bir torpil attı, efendim  
                                             bir torpil.  
Gemilerin dümenlerine baktım:  
telaşlı ve korkaktılar.  
Gemilerin omurgalarında imdat arar gibi bir hal vardı,  
gemiler bir bıçak darbesinden en yumuşak yerini  
                   karnını saklamak isteyen insanlara benziyorlardı.  
Denizaltılar birden üç oldular, derken, altı, yedi, sekiz.  
Gazgemileri düşmana ateş açarak  
insanlarını ve yüklerini suya döküp saçarak  
                                 batmaya başladılar.  
Mazot, gaz, benzin,  
tutuştu yüzü denizin.  
Bir alev deryasıdır şimdi yukarda akan,  
yağlı ve yapışkan  
        bir alev deryası efendim.  
Kıpkızıl, gömgök, kapkara,  
arzın ilk teşekkülü hengamesinden bir manzara.  
Ve denizin yüzüne yakın suyun içi allak bullak.  
Köpürüp, dağılıp parçalanmalar.  
Yukardan dibe doğru inen gazgemisine bak.  
Gece uykuda gezenler gibi bir hali var:  
                                              lunatik.  
Geçti kargaşalığı,  
girdi deniz dünyasının cennetine.  
Fakat durmadan iniyor.  
Kayboldu ıslak karanlıkta.  
Artık baskıya dayanamaz, parçalanır.  
ve direği, efendim, bacası yahut  
                                   nerdeyse yanıma düşer.  
Yukarda insanla dolu denizin içi.  
Bir tortu gibi dibe çöküyorlar  
                          tortu gibi çöküyorlar, Hacıbaba.  
Baş aşağı, baş yukarı,  
uzanıp kısalıyor, bir şeyler aranıyor kolları bacakları.  
Ve hiçbir yere, hiçbir şeye tutunamadan  
          onlarda iniyorlar dibe doğru.  
Birden bire bir denizaltı düştü yanıbaşıma.  
Parçalanmış bir tabut gibi açıldı köprüüstü kaportası  
ve Münihli Hans Müller dışarı çıkıverdi.  
39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önce  
                            Münihli Hans Müller  
Hitler hücum kıtası altıncı tabur  
                         birinci bölük  
                              dördüncü mangada sağdan üçüncü neferdi.  
Münihli Hans Müller  
         üç şey severdi:  
1-Altın köpüklü arpa suyu  
2-Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna.  
3-Kırmızı lahana.  
Münihli Hans Müller için   
                          vazife üçtü:  
1-Çakan bir şimşek   
               gibi mafevke selam vermek.  
2-Yemin etmek tabancanın üzerine.  
3-Günde asgari üç çıfıt çevirip  
                           sövmek silsilelerine.  
Münihli Hans Müller'in  
kafasında, yüreğinde, dilinde üç korku vardı:  
1-Der Führer.  
2-Der Führer.  
3.Der Führer.  
Münihli Hans Müller  
sevgisi, vazifesi ve korkusuyla  
                            39 ilkbaharına kadar  
                                      bahtiyar  
                                            yaşıyordu.  
Ve Vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli  
Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli   
                                                        Anna'nın  
tereyağı ve yumurta krizinden şikayet etmesine  
                                                        şaşıyordu.  
Diyordu ki ona:  
-Bir düşün Anna,  
 yepyeni bir manevra kayışı takacağım,  
 pırıl pırıl çizmeler giyeceğim ben.  
 Sen beyaz ve uzun entari giyeceksin,  
 balmumundan çiçekler takacaksın başına.  
 Tepemizde çatılmış kılıçların altından geçeceğiz.  
 Ve mutlak  
 hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak.  
 Bir düşün Anna,  
 tereyağı, yumurta yiyeceğiz diye  
 top, tüfek yapmazsak eğer  
 yarın 12 oğlumuz nasıl muharebe eder?  
Münihlinin 12 oğlu muharebe edemediler  
çünkü doğamadılar,  
çünkü henüz, efendim, Anna'yla zifaf vaki olmadan önce  
                                 bizzat harbe girdi Hans Müller.  
Ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında  
                                 dibinde Atlantiğin  
                                      benim karşımda durmaktadır.  
Seyrek sarı saçları ıslak,  
kırmızı sivri burnunda esef,  
        ve ince dudaklarının kıyılarında keder.  
Yanı başımda durduğu halde  
yüzüme çok uzaklardan bakıyor,  
İnsanın yüzüne nasıl bakarsa ölüler.  
Ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek Anna'yı,  
ve artık bir daha arpa suyu içip  
                 yiyemeyecek kırmızı lahanayı.  
Ben bütün bunları biliyorum, efendim,  
ama o bütün bunları bilmiyor.  
Gözü bir parça yaşlı,  
silmiyor.  
Cebinde parası var,  
çoğalıp eksilmiyor.  
Ve işin tuhafı  
artık ne kimseyi öldürebilir  
ne de kendisi ölebilir bir daha.  
Şimdi şişecek birazdan,  
yükselecek yukarıya,  
sular sallayacak onu  
ve balıklar yiyecek sivri burnunu.  
Ben   
Hans Müller'e bakıp, Hacıbaba, bunları düşünürken  
yanımızda peyda oluverdi  
         Liverpul Limanından Harri Tomson.  
Gazgemilerinden birinde serdümendi.  
Kaşları ve kirpikleri yanmıştı.  
Gözleri sımsıkı kapalıydı.  
Şişman ve matruştu.  
Bir karısı vardı Tomson'un:  
tavan süpürgesi gibi bir kadın,  
tavan süpürgesi gibi, efendim, zayıf, uzun, titiz, temiz  
ve tavan süpürgesi gibi münasebetsiz.  
Bir oğlu vardı Tomson'un:  
altı yaşında bir oğlan, Hacıbaba,  
tombul mu tombul, pembe beyaz, sarı papa mı sarı papa.  
Tuttum Tomson'un elinden.  
Açmadı gözlerini.  
"-Vefat ettiniz" dedim.  
"-Evet " dedi, "İngiliz imparatorluğu ve hürriyeti için:  
Canım isterse, harp içinde bile Çörçil'e sövmek hürriyeti  
ve canım istemese de aç kalmak hürriyeti uğruna.  
Fakat değişecek hürriyette bu son bahis,  
harpten sonra artık işsiz ve aç kalacak değiliz.  
Planı hazırlıyor Lordlarımızdan biri.  
Adalet: ihtilalsiz.  
Ben İngiliz İmparatorluğu'nu dağıtmaya gelmedim, dedi Çörçil.  
Ben de ihtilal çıkarmaya gelmedim:  
buna Kenterburi başpiskoposu  
                  bizim tredünyonun reisi  
                              ve karım razı değil.  
Ay bek yur pardın.  
         İşte bu kadar,  
                    nokta, son."  
Sustu Tomson.  
Ve ağzını açmadı bir daha.  
İngilizler fazla konuşmayı sevmezler,    
                      hele hümoru seven ölü İngilizler.  
Tomson' la Müller'i yanyana yatırdım.  
Şiştiler yan yana,  
yan yana yükseldiler yukarı doğru.  
Balıklar Tomson'u afiyetle yediler,  
fakat dokunmadılar ötekisine,  
Hans'ın etiyle zehirlenmekten korktular anlaşılan.  
Hayvan deyip geçme, Hacıbaba,  
sen de hayvansın ama  
                      akıllı bir hayvan...  
  
Nazım HİKMET (1902 - 1963)  



Başkanlık Sırası

1.

Tarık

2.

Görkem

3.

Elif

4.

Sude

5.

Ceren

6.

Abdullah

7.

Zehra

8.

Efe




Günlere Göre Eşleştirme Kurası

 

Hüdayinabit

 

 

Çarşamba

 

 

 

 

Elif

vs

Tarık

 

Ceren

vs

Zehra

 

Görkem

vs

Sude

 

Efe

vs

Abdullah

Perşembe

 

 

 

 

Tarık

vs

Abdullah

 

Sude

vs

Efe

 

Zehra

vs

Görkem

 

Elif

vs

Ceren

Cuma

 

 

 

 

Ceren

vs

Tarık

 

Görkem

vs

Elif

 

Efe

vs

Zehra

 

Abdullah

vs

Sude

Cumartesi

 

 

 

 

Tarık

vs

Sude

 

Zehra

vs

Abdullah

 

Elif

vs

Efe

 

Ceren

vs

Görkem

Pazar

 

 

 

 

Görkem

vs

Tarık

 

Efe

vs

Ceren

 

Abdullah

vs

Elif

 

Sude

vs

Zehra

Pazartesi

 

 

 

 

Tarık

vs

Zehra

 

Elif

vs

Sude

 

Ceren

vs

Abdullah

 

Görkem

vs

Efe

Salı

 

 

 

 

Efe

vs

Tarık

 

Abdullah

vs

Görkem

 

Sude

vs

Ceren

 

Zehra

vs

Elif



Üyelerin Rapor Cümleleri ve Görevleri

İnternet kapalı konumda bütün görevleri peş peşe Hüdayinabit'e atmak.

Yazma ödevini yaptım ve fotoğrafı gruba attım.

Cümle ve kavramların ses kaydını gruba attım.

Metin ve şiiri okudum.

Arkadaşım .... cümlelerle ilgili kavramları eksik/tam verdi.

Dinleme görevini tamamladım.


Başkanın Görevi ve Rapor Cümleleri

23.59'da bütün grup üyelerinin görevlerini yapıp yapmadığını denetlemek.

Grubu denetledim. Herkes görevini eksiksiz yapmış.

Grubu denetledim. ... adlı üye/üyeler cezaya kaldı ve danışmana ilettim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı bekliyoruz.