Translate

Çarşamba, Mayıs 22, 2019

Gün Olur Asra Bedel Cengiz Aytmatov




Gün Olur Asra Bedel
Cengiz Aytmatov









En Uzun Cenaze Namazına Buyurun:
İnsanı Ayakta Tutan Omurgası mıdır, ruhu mudur?








 1.Bölüm Özet


Tilki acıktığı için vadi yamaçlarında yiyecek arıyordu. Demiryoluna kadar yaklaşmıştı. Demiryolundan korksa da açlığı onu cezbetti ve oraya indi. Yolcuların pencereden raylara attıkları çöpler arasında yiyecek bulmak için uğraştı. Bu sırada bir uğultu duydu. Tren ona doğru geliyordu. İlk başta donakaldı daha sonra kendini yana attı ve koşarak oradan uzaklaştı.

Gece yarısı, birisi demiryolu kulübesine doğru gidiyordu. Önünden Bir tren geçti. Bu özel bir ekspresti. Sarı-Özek 1 kosmodrumuna gidiyordu.

Demiryoluna giden Yedigey'in karısı Ukubala'ydı. Yedigey, karısının gece vakti gelmesinden dolayı önemli bir şey söyleyeceğini anlamıştı.  Onu karşıladı ve birlikte kulübeye geçtiler.  Ukubala soluklandıktan sonra Kazangap'ın öldüğünü eşine söyledi ve olanları anlatıp ağlamaya başladı. Ukubala hal hatır sormaya gittiğinde, yaşlı adamın öldüğünü anlamıştı.

Yedigey savaştan döndükten sonra Boranlı İstasyonu’nda küçük durakta çalışmaya başlamıştı. O yüzden orada yaşayanlar ona Boranlı Yedigey diyorlardı.

Yedigey ve Ukubala ne yapmaları gerektiğini konuştular. Karısı bozkırdaki topu topu sekiz hane olan her evi uyandıracak ve haber verecekti. Yedigey de, Kazangap'ın evlatlarına haber verecek ve nöbetini devralması için yerine birini ayarlamaya çalışacaktı. Karısı giderken yorgun tavırlarından ne kadar yaşlandıklarını fark etti. Bir iki yıla o da emekli olacaktı. Tabi yerine birilerinin bulunması gerekiyordu. Bu bozkırda kimse yaşamak istemezdi. Kazangap’la, Boranlı Yedigey'den başka burada tutunup yaşayan görülmemişti. Onlar 30 yıl beraber çalışmışlardı.

Bu bozkır sekiz haneden ibaretti. Birkaç fırın, kamış duvarlı ağıllar ve helalar vardı.  Bir de bu Sarı-Özek bozkırının kan damarı olan demiryolu vardı.

Yedigey yerine birinin geçmesi için nöbetçi Şahmerdan’la konuştu. Şahmerdan bunu sağlayamayacağını, ölenin onun yaptıklarını görmeyeceğini ve boş vermesini söyledi. Bu duruma çok sinirlenen Yedigey ona bağırdı ve usulüne uygun dua edip Yasin okuyacağını ve kefenleyeceğini söyledi. Şahmerdan ayarlamaya çalışacağını söyleyip telefonu kapattı. Yedigey kulübesindeyken kafasını kaldırdığında bir tilki gördü. Tilki onu gördüğü halde kaçmıyordu. Onu kovalamak için elini salladı ve eline taş aldı. Sonra birden Kazangap'ın oğlunun anlattıkları aklına geldi. Sabitcan'ın anlattıklarına göre; Hintliler insan öldükten sonra ruhun, yaşayan başka bir canlının bedenine girdiğine inanırlarmış. Kazangap'ın ruhu da bu tilkiye girmiş olmasın diye düşündü. Çocuklaştığını fark edip, tilkiye buradan gitmesini söyledi. Sonrasında gelen Uzun Adilbay nöbeti devraldı. Yedigey gitmek için devesine yöneldi. O sırada havada bir dalgalanma oldu. Sarı-Özek 1 kosmodromunun orada bir roket fırlatıldığını anladı. O güne kadar hiç böyle bir şeye tanık olmamıştı. Neden gece fırlatıldığını düşündü ama elbette uzay istasyonu “Parite” de meydana gelen olağanüstü durumu ve bundan dolayı olağanüstü bir göreve gizlice gönderildiğini bilemezdi; bilmesi de gerekmezdi. Yedigey bu olayın hayatı ile ilgili de olduğunu bilemezdi elbet.

  

2. Bölüm Özet

Boranlı'nın 30 kilometre ilerisinde Ana-Beyit Mezarlığı vardı. Mezarlığa giden yolu Yedigey'den başka bilen yoktu. Atalardan kalma mezarlık hakkında yalan yanlış şeyler anlatıldığı için kimse mezarlığa gitmemişti. Bazıları uzak olmasından yakınınca Yedigey onlara kızdı ve Ana-Beyit Mezarlığı’nın Kazangap’a uygun olduğunu söyledi. Sabitcan’ın gelişine sevinen Yedigey sonradan pişman olmuştu. Merhumun oğlu sadece ölen babasını gömüp bir an önce dönmek istiyordu. Sabitcan’ın eşi ve çocukları gelmemişti. Bu yüzden Yedigey ve Boranlı halkı söyleniyor, ona kızıyordu. Yedigey devesinin yanına yani Karanar'ın yanına geldi. Karanar'ı savaştan döndüğünde Kazangap hediye etmişti. Cenaze için deveyi süslemiş ve hazırlamıştı. Yedigey oradan ayrılınca Adilbay, Sabitcan ile konuşup  hal ve hareketlerine dikkat etmesine adetlere uygun defnedilmesi gerektiğini sertçe söyledi. Kazangap'ın kızı ve ayyaş kocası da bir yük treni ile cenazeye geldiler. Kızı Ayzade sürekli ağlıyordu ve halinden yakınıyordu. Bu yüzden Sabitcan ile kavga ettiler. İkisi de birbirlerine öfkelerini kustu. Yedigey utanç ve üzüntü duyarak onları ayırdı. Yedigey’i de rahatlatan Adilbay oldu. Ortalığın yatışması için herkesi evine davet etti. Sofrada kımız, sıcak yemekler ve votka vardı. Boranlı Yedigey içkiye hayır demezdi ama bu defa içmedi ve neden içilmemesi gerektiğini tavırlarıyla gösterdi. Adilbay sofrada dün fırlatılan füze hakkında konu açtı. Gördükten sonra radyoyu açtığını ve bu önemli olayın neden haber yapılmadığını garipsediğini anlattı. Sabitcan da bilgelik yapıp onu deneme uçuşu için pilotsuz gemi gönderdiklerini söyledi. Dinlendiğini fark edince de içkinin etkisiyle gevezelik yapmaya başladı. Anlattıkları içerisinde herkesin dikkatini çeken “insanlığın yüksek çıkarları” konusuydu. Ona göre ileride baştaki insanların komutlarına göre istek ve duygularımız olacaktı. Yedigey böyle bir durumun varlığından çok korktu. İnsanlar kendilerini tanrı mı sanıyorlardı?

3. Bölüm Özeti

Konvansiyon uçak gemisinde dünya çapında önemli bir olay yaşanmaktaydı. Amerikan-Sovyet yörünge istasyonu Paritre'de o güne kadar böyle bir olay görülmemişti. Bu uçak gemisi, iki devlet arasında “Demiurg” adı verilen ortak gezegen projesinin karargâhıydı. Gemideki yetkililer mutlak eşitliğe sahipti. Projenin amacı ”x” gezegenindeki maden kaynakları üzerine ayrıntılı bir araştırma yapılmasıydı. Gezegenin yüzeyinde x maddesinden yüz ton işleyip enerjiye dönüştürdüklerinde Avrupa'ya bir yıl yetecek ısı ve ışık sağlanmış olacaktı. Bu gezegenin seçilme nedeni içinde su barındırmasıydı ama bir sorun vardı. Tramplen yörüngesindeki Paritre istasyonunda görevli iki kozmonot iz bırakmadan kaybolmuşlardı. Uzun süre onlardan yanıt almamışlardı. Ortak Yönetim Merkezi iki farklı üstten biri Sarı-Özek olmak üzere içinde uzay adamı bulunan iki uzay gemisi fırlattı. Bunlar Paritre'ye kitlenerek orada olup biteni anlatacaklardı. Kenetlenme başarıyla gerçekleştiğinde herkesi şaşırtan olay, kozmonotların ölü ya da diri ortalıkta bulunmamasıydı. Etrafı tararken bir mektuba ulaştılar. Bunu da canlı bağlantıyla konvansiyona iletiyorlardı. Mektupta nerede oldukları ve başlarına gelenler hakkında bilgi vermişlerdi. Bir süre önce sinyaller almaya başlamışlar ve kendilerine bu sinyallerin suni olduklarına inandırmaya çalışmışlar fakat yine de başarılı olamamışlar. Başka varlıkların oluşumu hakkında bir sürü bilim adamı hüsrana uğradığı için böyle bir durumu söz konusu etmemişler. Sonunda başka bir uygarlığın varlığını kabul ettiklerinde dünyanın çağdaş topluluğun çıkarlarını düşünerek konvansiyona söylememişler. Daha sonra gelen sinyale yanıt verdiklerini ve geri dönüt aldıklarını anlatmışlardı. Kendi gezegenimiz ve onların gezegeni hakkında bilgi alışverişinde bulunmuşlardı. O gezegendekiler yani onların adlandırmasıyla Orman-Göğüslüler kozmonotları kendi gezegenlerine davet etmişler. Her şeyi düşünüp gitme kararı almışlardı. Onların gemiyle bağlantı kurmaları 27-28 saat sürecekti ve isterlerse aynı süre içinde gemiye geri bırakacaklardı. Kozmonotların endişesi Demiurg projesinin aksamasıydı. Not olarak da uzaylılarla bağlantı kurdukları telsiz kanal ve frekansları yazdılar. Gerektiğinde kanaldan arayarak izlenimlerini bildireceklerdi.

Bu mektubu okuduklarında hemen olağanüstü toplantı için gizli görüşmelere başlandı ama yarıda kesildi. Çünkü uzay istasyonunu terk etmiş olan iki kozmonottan, komşu galaksideki Orman-Göğüslüler gezegeninden gönderdikleri ilk bilgileri yönetim merkezine iletiyorlardı.

4. Bölüm Özeti

Yedigey yol uzun olacağından dolayı erkenden kalkmıştı. Geceleyin ölüyü yıkayıp, kefenlemişti. Bu işi tek başına yapmış sayılırdı. Adilbay korktuğu için uzaktan lamba tutmakla yetinmişti. Yedigey cenaze için kendini de hazırlamak istiyordu. Savaş madalyalarını ve nişanelerini ceketinin göğsüne iliştirdi.

Yedigey savaş zamanı 1944 yılında yanında bir Alman bombasının patlamasıyla beyin sarsıntısı geçirmişti. Doktor bir yıl içinde eski haline döneceğini söyleyip onu yurduna geri göndermişti. Aral'a yani yurduna geri döndüğünde acı bir haberle sarsılmıştı. Askere giderken altı aylık bir erkek evladı vardı. O askerdeyken,  çocuk kızamıktan ölmüştü. Ukubala bu durumun sorumlusu olarak kendisini görüyordu. Orada dayanamayıp ayrılıp başka yerde iş bulmaya karar verdiler. Kulağı daha iyileşmediği için Ukubala çoğu işi onun yerine üstleniyor ve yapıyordu. Kumbel'de çalışmaya başlamışlardı. Ukubala bazen eşi yapamadığı için onun yerine çalışıyordu. Bir gün adamın biri devesini göz kulak olmalarını rica etmişti. Geri döndüğünde muhabbet etmeye başladılar. Adam Boranlı'ya gittiğini ve onların da gelip orada çalışabileceklerini söyledi. Bu Kazangap idi. Boranlı'ya giderlerken birbirlerine hayat hikâyelerini anlattılar. Birkaç gün de Kazangap'ın yanında misafir olarak kaldılar daha sonra işçiler için ayrılan bir barakaya geçtiler. Kazangap ve eşi hoş geldin hediyesi olarak Akbaş adındaki develerinin yavrusunu onlara verdiler. Bu yavru ileride Boranlı Karanar diye adlandırılacaktı. Yedigey'e Boranlı'nın temiz havası iyi gelmişti. Deve sütü de keza aynı şekilde iyi gelmişti. Yedigey Karanar’la ilgilenmeyi çok seviyordu. Çok heybetli bir deve olduğu yörede duyulmuş ve ün kazanmıştı. Gazeteciler, Karanar'ın resmini çekmeye bile gelmişlerdi. Gazetecilerin gelişini kutlamak amacıyla bir eğlence düzenlediler. Eğlence akşamında hafif sarhoşken Ana-Beyit efsanesinden bahsettiler. Efsaneye göre Akmaya adında devenin yedi yavrusu olmuş. Dördü dişi, üçü erkekmiş. O zamandan beri dişi develer ak başlı, açık renkli; erkek develer ise kara başlı, kestane tüylüymüş. İşte kara başlı Karanar da ak başlı bir anadan doğmuş, bu da onun Akmaya soyundan olduğunu gösteriyormuş.

5. Bölüm Özeti

Sabah cenaze için her şey hazırdı. Herkes cenazeyi taşıyan römorkun hareket etmesini bekliyordu. Yedigey'in aklında konuşma yapmak yoktu fakat içinden gelenleri söyledi. O konuşunca kadınlar duygulandı ve ağıtlar yakmaya başladı. Römork çok kişi alamayacağından 6 kişi cenaze için Ana-Beyit'e doğru yola çıktı. Kalanlar da cenaze aşı yapacaklardı. Yedigey sanki o günkü tilkiyi tekrardan görecekmiş gibi etrafına bakınıyordu. Fırlatılan roket de aklına gelmişti. Yolda ne kadar ilerlediklerine bakmak için arkaya döndüğünde köpeği Yolbars'ı gördü. Peşlerinden geliyordu. Yolda ilerlerken eski anılarını sürekli hatırlıyordu. İçinden ettiği dualar anılar yüzünden yarım kalmıştı. Yedigey insanın sadece başı sıkıştığında Allah'ı hatırladığını düşündü. Oma göre herkes duaları bilmeliydi.

İki kozmonotun sesi varlığı bile bilinmeyen bir gezegenden geliyordu. Mesajlarında orada gördüklerini anlatıyorlardı. Sinyalleşirken bilgi alışverişini matematik ve kimya formülleriyle sağlamışlar daha sonra konuşma dillerinin olduğunu söylemişlerdi. Orman-Göğüslüler, uzayda kalan dünyalıların seslerini analiz ederek cümlelerin anlamlarını öğrenmişler.  Kozmonotlarla da İngilizce ve Rusça konuşmuşlardı. Onların gezegenlerine indiklerinde insanlığın evrilmiş haline tanıklık etmişler. Gezegene giderken dilde uzmanlaşmış kadınlar onlara etrafı anlatıyormuş. Orman-Göğsünü panoramik olarak seyretmişler. Gezegen olarak orası çok gelişmiş. Şehir merkezi Manhattan'dan bile büyüleyiciymiş. İye adında güneşleri varmış. Isı ve elektriği güneşin enerjisiyle üretiyorlarmış. Şehrin en büyük sorunu reaksiyonlardan dolayı iç kuraklıkmış. Gezegenin bir bölümü yavaş yavaş yaşanmaz haline geliyor, canlılar ölüyormuş. Ay gezegeninin başına gelenler kendi gezegenlerindeki felaketle benzerlik gösteriyormuş. Bunu azaltacak önlemler arıyor ve uyguluyorlarmış. Bunlara rağmen milyonlarca yıl yaşayabilirlermiş fakat bu sorunu gündemlerinden asla ayırmıyorlarmış.  Onların devlet kurumunun ne olduğundan haberi yokmuş. Para, savaş, silah gibi şeylerin ne olduğunu bilmiyorlarmış. Ayrıca Orman-Göğüslülerin bir ricası bulunmaktaymış. Dünyalıların uygun gördüğü bir vakitte dünyaya ayak basıp, gezmek istiyorlarmış. Gezegenler arası bir istasyon kurup geliş-gidiş için üs oluşturmak istiyorlarmış. Bu konu kozmonotları çok kaygılandırmıştı. İnsanlığın buna hazır olmadığını biliyorlardı. Mesaj bu şekilde bitiyordu. Hiç kimseden çıt çıkmıyordu.

Yolun üçte birini gitmişlerdi. Yedigey aklından Kazangap'ı çıkaramıyordu. Onla yaşadıkları anılar bir bir aklına geliyordu. Hiç kimseye anlatamadığı bir olayı sadece Kazangap’la paylaşmıştı. Kazangap her zamanki gibi ona yol göstermiş ve destek olmuştu.

1951 yılında Boranlı'ya bir aile gelmişti. Aile reisi Abutalip Kuttubayev, karısı Zarife hanımdı. İki de erkek çocukları vardı. Gün geçtikçe Yedigey ve Abutalip dost oldular. Zarife ve Abutalip çalıştıkları için Ukubala’nın yüreği dayanmamış çocuklara gündüzleri bakmayı teklif etmişti. Bundan dolayı Abutalip de çocuklara akşamları okuma yazma öğretecekti.

Abutalip savaş zamanı Almanlara esir düşmüştü. Sonradan kurtulup yurduna dönmüştü ama kurtulduğu sıralarda Yugoslavya’da savaşmıştı. Ülkesine dönüp çalıştığı sıralarda Yugoslavya ile ilgili 1948 olayları patlak vermişti. Abutalip uzun süre düşman topraklarında kalmış şüpheli biriydi artık. O yüzden eşiyle sürekli göç edip Boranlı’ya gelmişlerdi.

O yaz Boranlı çok sıcaktı. Abutalip’in eşi ve çocukları çok zorlanıyordu. Abutalip de bunu dert edinmişti. Yedigey onu teselli edip bu sıcakların çok sürmeyeceğine inandırmaya çalışıyordu. Yedigey sebebini anlayamasa da en çok Zarife için üzülüyordu. Eşiyle birlikte çok acı çekiyordu. Daha sonra bu aile için dertlendiğine pişman olduğu zamanlar olmuştu.

6. Bölüm Özeti

Komisyon üyeleri çözüm bulmak için toplantıya girdiler. O konvansiyon gemisinde Dünya'yı ilgilendiren bir kararın alındığını kimse bilmiyordu.

Yedigey Karanar’la önden gidiyordu. Traktörle birlikte diğerleri de onu takip ediyordu. Ana-Beyit'e az yolları kalmıştı. Bozkırdan geçerken   yolları Juan-Juanların oturduğu yerden geçiyordu. Yelizarov'un anlattıklarına göre eskiden buralar çok kıymetli, savaşmaya değer yerlermiş. Daha sonra yağmur yağmaya başlamış, kuraklık olmuş. Juan-Juanlar da sürülerini alıp dağılmışlar. Nereden geldiklerini ve nereye gittiklerini bilen kimse yokmuş. Bir söylentiye göre de lanetlenmişler. Orada geçmişten kalan tek şey Ana-Beyit Mezarlığı’ymış. Mezarlığın efsanesi Juan-Juanların Sarı-Özek bozkırını işgal ettikleri zamana dayanırmış. İşgal etmeye başladıktan sonra tutsaklarına işkenceler yapmaya başlamışlar. En kötü işkence deri geçirmeymiş. Bu işkenceden sağ kalan mankurt, yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. Nayman Ana'nın oğlu Juanlar’la olan savaşta esir düşmüş. Nayman Ana da oğlunu kurtarmak için yollara düşmüş. Tutsakların kafalarına deve derisi geçirip sıcağın altında bırakırlarmış. Tutsakların kafa derisi büzülür, saçları da içine büyürmüş. Bunun sonucunda ya ölür ya da geçmişini hatırlamayan bir mankurt olurmuş. Hafızasını yitiren bir mankurt köle ticaretinde çok değerli oluyormuş. Bu mankurtlara çobanlık yaptırırlarmış. Oğlunun da mankurt olduğunu öğrenen Nayman Ana oracıkta bir beyit yakmış.

Bu bozkırlarda savaşsız dönemlerde olurmuş. Tüccar kervanları böyle zamanlarda Neymanlar ülkesine uğramış. Tüccarlar kendi aralarında konuşurlarken bir mankurttan bahsetmişler. Nayman Ana bahsedilen mankurtun kendi oğlu olabileceği hissine kapılmış. Oğlunu bir savaşta, eşini de ondan önce yapılan bir savaşta kaybetmiş. Oğlunun atı savaştan korkunca yere düşmüş üstelik korkusuna düşmana doğru koşmaya başlamış. Ölüsünü bile görmeyen Nayman Ana zaman geçse de bunu içinden atamamış. Ölüp ölmediği ile ilgi bir sürü düşüncesi varmış. Tüccarların konuşmasından sonra da iyice umutlanmış. Bahsedilenin oğlu olup olmadığını öğrenmeden içi rahat etmeyecekmiş. Hazırlığını yapıp eşyalarını devesi Akmaya'ya yüklemiş. Bu deve çok heybetli ve gücünün doruğundaymış.

Paritre'deki denetleyici kozmonotlara bir haber iletildi. Paritre'deki iki kozmonotla iletişim kurup nazik bir dille ama kesin olarak geri dönmemeleri için iletişime geçilmesi isteniyordu.

Nayman Ana, Sarı-Özek Çölü’nde devesiyle oğlunu arıyordu. Tüccarların konuştuğu Malakumduçap Vadisi’ne gelmişti. Tepeyi aşınca bir deve sürüsüyle karşı karşıya geldi. Çoban ileride durduğu için yüzü belli olmuyordu. Devesiyle yaklaşınca onun oğlu olduğunu gördü. Koştu, sarıldı ve ağlamaya başladı ama oğlu tepkisizdi. Nayman Ana oğlunun mankurt olduğunu fark edince kahroldu. Geçmişiyle ilgili sorular yöneltiyordu sürekli. Konuşmaya devam ederken istilacıların oraya yaklaştıklarını görünce devesine binip oradan uzaklaştı. Oğluna olanları anlatmamasını ve tekrar geleceğini söyledi. Bunları söylemesinin bir manası yoktu çünkü oğlu bunları umursamıyordu. Ertesi gün tekrar geldi. Oğlunu yedirdi, içirdi ve ninniler söyledi. Mankurt ninniden çok hoşlanmıştı. Bunu gören Nayman Ana oğlunu buradan götürürse geçmişi hatırlayabileceğini ya da en azından buradaki zulmeden kurtaracağını düşündü. Onu buradan kaçıracaktı. O sırada Juanların yaklaştığını gördü. Devesine binip uzaklaşmaya başladı. Juanlar, Akmaya'nın hızına yetişemedi. Juanlar mankurta sorular sorup onu dövdüler. Mankurta gelen kişinin ona zarar vermek istediğine inandırdılar. Eline bir ok ve yay tutuşturdular. Şapkasını havaya fırlatıp vurmasını istediler. Mankurtun kafası saman dahi olsa elinin kabiliyeti hala eskisi gibiydi.  Nayman Ana geceyi bozkırda saklanarak geçirdi. Sabah olunca oğlunu almak için gitti. Mankurt bir köşeye geçmiş ve nişan almış, bekliyordu. Bunu fark eden ana çok geç kalmıştı. Sol böbreğinde bir acı hissetti. O deveden düşmeden al yazması yere düştü. Yazma, ananın son sözlerini tekrar ede ede göğe yükseldi. Dönenbay gece kuşları da bunu tekrar etti. Nayman Ana'nın gömüldüğü yere Ana-Beyit dendi ve Kazangap'ı da oraya gömmek yakışırdı.

7. Bölüm Özeti

Boranlı Yedigey için 1952 yılının yaz sonu geçmişinin en mutlu dönemlerindendi. Çok sıcak bir dönemde hep beraber vagonları boşaltıyorlardı. Yoruldukları için ilk kadınları gönderdiler. Erkekler de işi bitiresiye kaldılar. Yedigey iş bitince hamamdan çıkmış gibi terledi. O sırada yağmur yağmaya başladı. Yağmurdan kaçmak için koşmaya başlamıştı. Yolda giderken Zarife, Abutalip ve çocuklarını gördü. Yağmurun tadını çıkarıp eğleniyorlardı. Yedigey'i de çağırdılar. O da onlarla birlikte eğlenmeye başladı. Yedigey, Zarife'nin güzelliğini ilk kez o zaman fark etmişti. İzlerken Zarife'nin ağladığını fark etmişti. Çocukları sürekli göçe mahkûm ettiği için ağlıyordu. Yedigey fark ettiğini belli etmedi. Tüm gün onu düşündü ve gece rüyasında da onu gördü.

Olağanüstü yapılan toplantıda ortak karara varılmıştı. Paritre'ye yeni şifreli mesaj gönderdiler. Bu mesajda kozmonotların Ortak Yönetim Merkezinden ayrılmamaları ve hiçbir yere gitmemeleri emrediliyordu.

Abutalip zor da olsa buraya alışmaya başlamıştı. Bozkıra dört elle sarılmışlardı. Yedigey, Abutalip ile arkadaş olduğu için gurur duyuyordu. Kültürlü ve bilgili insanlara çok saygı duyardı. Sarı-Özek'e sık sık gelen Jeolog Yelizarov gibi çok şey bilen kültürlü bir insandı. Bir gün onların ikisi uzun bir sohbete daldı. Yedigey de merak ettiği bir soru yöneltti. Her gece salonlarının ışığı açık olurdu. Sebebini sordu. Abutalip, Zarife ile birlikte tüm anılarını bir deftere yazdığını söyledi. Oğluna bırakabileceği tek miras buydu. Yazılarında değerlerimizi de işlediğinden bahsetti. Hatta Ukubala eski türküler söylüyordu. Bunları da not ediyordu. Kazangap'ın eşi Bike'de Karakalpak türküleri söyleyecekti. Konu konuyu açarken Abutalip dönenbay kuşlarını sordu. Yedigey de onun sadece bir efsane olduğunu söyledi.


8. Bölüm Özeti

Kuttubayevler o yıl, yılbaşını kutlamak istedi ama çam ağacı bulmak neredeyse imkânsızdı. Bunun için Abutalip bir sabah evden çıktı. Akşam dönerken buz tutmuş bir haldeydi ama çam ağacını bulmuştu. Yedigey, bu adam çocukları için her şeyi yapar diye düşündü.

Her yıl demiryolunda denetleme olurdu. Bu yılda bir müfettiş gelmişti ve nedense üç gün kalmıştı. Bir ara da Abutalip hakkında sorular sormuştu. Sanki onlar hakkında bir sürü bilgi biliyordu.

O yıl Kazangap ve Yedigey ağız dalaşı yapmışlardı. Karanar, Kazangap'ın yaşlı devesini köşede sıkıştırıp eziyet etmişti. Kazangap, Yedigey’den devesine sahip çıkmasını istemişti.

Herkes yılbaşı için çam ağacını süslüyordu. Bahçeye de kocaman kardan adam yapmışlardı. Abutalip'in çocukları Ayaz Ata'yı ( Noel Baba)  görmeyi çok istiyorlardı. Abutalip çocukları için geceden yazılar yazmış, tüm çocuklar için hediyeler almıştı. Mektup hazırlamıştı. Mektupta Ayaz Ata'nın treninin çok kalamadığını hediyeleri emanet ettiğini ve en güzel kardan adamın onlarınki olduğu yazıyordu. Ukubala, Kuttabayevlerin bu kadar uğraşmalarına karşın akşama bir şölen vermek istedi. Akşam için bir sürü yemek, kımız ve votka vardı. Herkes çok eğlendi. Bir ara Zarife ve Abutalip dışarı çıktı. Yedigey de onları geri çağırmak için yanlarına gidecekken Zarife'nin ağladığını işitti. Ne olduğunu bilmeden geri döndü.

5 Ocak 1953 günü saat 10.00’da Boranlı'da bir tren durdu. Bu şaşılacak bir durumdu çünkü burada trenler durmaz gider gelirdi. Üç adam indi. Şapkalı ve deri siyah ayakkabı giyiyorlardı. Şef Abilov onların yanına gitti. Beti benzi atmıştı. Hemen Abutalip'i kolundan tutup onlara götürdü. Abutalip'in evine giderek içeriden kâğıtlarla çıktılar ve onu sorguya aldılar. Bir daha da çıkan olmadı. Yedigey olanları Ukubala'dan öğrenmişti. Abutalip'i sorguya almışlardı. Daha sonra da Yedigey’i alacaklardı. Sorguya alındığında Abutalip ile ilgili sorular soruyorlardı. Her şeyin altından saçma durumlar tespit ediyorlardı. Yazdığı kitapları vatana ihanet gibi gösteriyorlardı. Yedigey, Abutalip'i savunmaya çalışıyordu. Sorgulayanların sorularında bir şey fark etmişti. Her anlatılan anıda Abilov da onlarla birlikteydi. Abutalip bir gün Bike'yle konuşurken yatılı okulların zorluklarından bahsetmişti. Bunu bile Sovyet okullarını kötülemek ve hakaret olarak anlatıyorlardı. Yazıların arasında bulunan efsanelerden siyasi içerik çıkarmaya çalışıyorlardı. Yazılarda en önemsediklerini şey  İngilizlerle 27 Eylül’de tanıştığını anlatan bir anıydı. Abutalip'in çocuklara bir okul açtığını öne sürdüler. Yedigey bu duruma güldü ve sadece iki ailenin çocuğuna okuma yazma öğrettiğini söyledi. Abutalip'in öğrettiği kelimeler arasından anlam çıkarmaya çalışıyorlardı. Abutalip çocuklara bizim zaferimiz değil de bizim evimiz olarak yazdırmıştı. Sorgulayıcılar bu duruma çok sinirlendi zafer ve Stalin ayrılmaz iki sözcüktü. Yedigey onlara o zaman ilk sözcüğün bizim Leninimiz olması gerektiğini söyledi. Adam bu çıkış karşısında şaşakaldı ve nasıl savunacağını bilemedi. “Biz Stalin der, Lenin anlarız.” diye cevap verdi. Soruşturma son buldu. Aynı günün geç saatinde Abutalip'i götüreceklerdi. Zarife ağlıyordu, çocuklar ne olduğunun farkında değillerdi. Gideceği tren geldiğinde Abutalip çocuklarını bağrına bastı ve trene bindi. Zarife kendini tutmuyordu. Ukubala ona destek oluyordu. Herkes dağıldığında Yedigey duramadı ve Abilov'un evine gitti. Bunu neden yaptığını, o evlatları neden yetim bıraktığını sordu.  Hiddeti çok fazlaydı. Abilov ağlayarak bunu kendisinin yapmadığını, gelen müfettişin onun aklını karıştırarak cevaplar aldığını söyledi. Yedigey bu iş iyi veya kötü, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın onu burada görmek istemediğini sert bir şekilde söyledi ardından da kapıyı çarpıp çıktı.


9. Bölüm Özeti

Ortak Yönetim Merkezi denetleme kozmonotlarıyla iletişime geçmişlerdi. Alınan kararlar şunlardı:

·         Orman Göğsü ve Dünya arasında herhangi bir temas kurulması kesinlikle yasaktır.
·         Onlar da Paritre'yi kullanarak yakın temas kurmaya kalkışmamalıdır.
·         Uçan cisimlerin sızmalarını önlemek için çember harekâtı başlatılmıştır. Dünya’ya yaklaşan her cisim yok edilecektir.
·         Dünya ile temas kurulmaması için yayın bozulacaktır. Bu olayın gizli kalması için her türlü tedbir alınmıştır. Paritre başka yörüngeye alınacak, iletişim kanalları ve şifreler değişecektir.

Ortak Yönetim Merkezi tedbir almaya başlarken Paritre tarafsız ülke olan Finlandiya'ya alındı. Demiurg Projesi’nin durdurulmasına karar verildi ve bütün bantlar, kâğıtlar imha edildi.

O kış çok karaydı. Kazangap ve Yedigey tren yolunu açmak için uğraşıyorlardı. Zarife, Abutalip’in yokluğunda evi geçindirmek için tren yolunda makasçılık yapıyordu. Zarife çalışırken oğlu hastalanmıştı ve çok ateşlenmişti. Ukubala, Zarife çalışırken çocuklara bakıyordu. Yedigey de onlara kömür taşıyor,  vakti olursa sobayı yakıyordu. Çocuklar her gün babaları ile ilgili sorular soruyordu. Yedigey her seferinde yalan söylüyordu ama içi yanıyordu. Zarife ilgili makama Abutalip ile ilgili mektup yazıyordu ama hiç cevap alamamıştı.

Bir gün Kazangap, Yedigey’le konuşmak istemişti. Bir mektup gelmişti ona ve bu mektupta Abutalip'in öldüğü yazıyordu. Orada bulunan Ukubala, Bike ağlıyordu. Kimse bu mektubu Zarife'ye iletemezdi.  Zarife'nin bu mektuba ulaşmasının en iyi yol olacağına karar verdiler. Haber verdiler ve Kumbel'de ona ait bir mektup olduğunu söylediler. Yalnız giremeyeceği için Yedigey de onla birlikte gitti. Zarife mektubu okuduğunda yüzü bir ölüden farksızdı. Ağlamaya başladı. Ayların acısını döküyordu. Yanlarından geçen bir kadında “Ağlayın tabii, babamız Stalin öldü.” dedi. Zarife ağlamaya devam ediyordu. Bunu çocuklarına söylemezdi. Kendi içinde sıkıntılara bürünmüştü. Yedigey’le birlikte trene bindiler. Şimdi sorun treni nasıl durduracaklarıydı. Çünkü tren gider, gelirdi; durmazdı. Yedigey birden imdat kolunu çekti ve treni durdurdu. Görevliler geldiğinde bunun için dilekçe tutacaklarını söylediler. Yedigey bunu Stalin'in ölümüne yas tutmak için yaptığını söyledi. Bu sayede trenden rahatlıkla indiler.

Yedigey bu olaydan sonra çocuklarla daha da ilgilenir olmuştu. Abutalip gitmeden önce Yedigey'in çocuklara Aral Deniz'ini anlatmasını istemişti. O da ne biliyorsa doğru, yanlış demeden anlatıyordu. Çocuklar her şeyden babalarını hatırlıyor, her anlatılanı babalarıyla özdeşleştiriyorlardı. Yedigey, Zarife için de çok üzülüyordu. Artık onu aşkla düşünüyordu. Bunu fark edince utanıyor ve kendine gelmeye çalışıyordu. Bir gün ağzından kaçırır gibi oldu. O günden sonra Zarife'yi ortalıkta görmedi. Yedigey de tüm ilgisini çocuklara verdi. Onlara sürekli Aral'ı anlatıyordu. Yedigey ve Ukubala'nın Aral ile ilgili bir anıları vardı. Evlendikleri zaman birbirlerini çok seviyorlardı. Yedigey balığa çıktığında eşi merak etmesin diye eve erken dönüyordu. Bazen dünyaya birbirlerini sevmek için geldiklerini düşünürlerdi. Ukubala'nın hamileliğinde aşermesi farklı olmuştu. Ukubala'nın karşı koyamadığı isteği altın bir mekrep balığıydı. Rüyasında bile bunu görüyordu. Yedigey ne kadar zor olursa olsun bunu Ukubala için yapmak istiyordu. Bir gün bunun için balığa çıktı. Denizde buna odaklanmıştı. Balığı konuşarak ikna etmeye çalışıyordu. O gün geç kalınca, Ukubala çok meraklandı. Yedigey elinde bir tulumla döndü. Balığı yakalamıştı. Bunu görünce Ukubala çok mutlu oldu. Seyrettikten sonra beraber suya bıraktılar. Yedigey bir yıl sonra savaşın başlayacağını ve bu günleri çok özleyeceğini bilemezdi.

1953 yılında kış erken gelmişti. Yedigey bu yüzden patates almaya Kumbel'e erken gitmişti. Bir tane kendi evlerine, bir tane de Zarifeler için almıştı. Aldıklarını devesine yükleyip gelmişti. Karanar çok güçlü olduğu için iki çuvalı ve Yedigey'i beraber taşıyabiliyordu.  Bu sene Karanar erken azmıştı. Yedigey gelince deveyi “Ne halin varsa gör!” diyerek saldı. Kazangap da uzaktan geliyordu. Keyfi yerindeydi. Karanar’ın dörtnala Malakumdıçap'a doğru koştuğunu söyledi. Gelen makinistlerde Karanar'ın yaptığı yaramazlıkları anlatıyordu. Deve herkesi dövüyor, herkese zarar veriyordu. Bir gün Boranlı gibi küçük bir istasyondan mektup geldi. Ak-Monyaklı'dan Kospan adında biriydi. Karanar'ın yaptıklarından bahsediyordu. Eğer gelip almazsa, vuracağını yazmıştı. Yedigey vakit kaybetmeden yola çıktı. Zarife çocuklarla bir atkı göndermişti. Tüm yol bunu aklından çıkarmadı, umutlanmıştı. Oraya varıp Kospan'ı buldu. Kospan akşam olduğu için o gece orada kalmasını, sabah deveyi aramayı önerdi. Onlar otururken İstasyon Şefi  Ernefes de geldi. Muhabbet edip, akşam tambur çaldılar. Votka içip, türküler söylüyorlardı. Ernefes, Raymalı Aga'nın acıklı öyküsünü hem anlatıp hem de söyleyecekti. Yedigey, bu hikâyenin o gece Abutalip'in suçlamalarında olduğunu da hatırladı. Raymalı Aga'ya “ bozkır Gothe'sinin şiirleri” diyordu. Raymalı Aga altmışını geçtikten sonra on dokuzunda olan şarkıcı Begimay'a tutulmuştu.

Ertesi sabah Karanar'ı almak için gittiler. Zor bir mücadeleden sonra Yedigey, Karanar'ı zapt etti. Geri dönüş için yola çıktı.  Sarı- Özek'e geldiğinde kızı Saule, Zarife ve çocuklarının bir trene binip gittiğini söyledi. Yedigey buna müsaade eden Ukubala ve Kazangap'a çok kızmıştı. Karanar'ın yanına gittiğimde devenin hala azgın azgın bağırdığını gördü. Ahırdan onu uzaklaştırdıktan sonra kamçıyla dövmeye ve sövmeye başladı. Eğer o kaçmasaydı, Yedigey peşinden gitmek zorunda kalmayacaktı. Zarife' de gidemezdi. Ağlamaya başladı. İçindeki öfke katlandı. “Tanrı yok!” diye bağırmaya başladı. Olsaydı insanların derdiyle ilgilenir diye düşündü. Yelizarov “Tanrı yok!” dediğinde bile inancına sıkı sıkı tutunmuştu ama şimdi yapamıyordu. Aradan günler geçti. Kazangap, ona neden böyle olduğunu sordu ve güzel bir dille eğer kalsaydı işlerin kötüye varacağını anlattı. Ukubala'nın ne kadar dayanıklı ve sabırlı biri olduğunu da söylemişti. Yedigey hiddetinden arınamıyordu. Buradan çocuklarını da alıp gitmeye karar vermişti. Kazangap'a, Karanar'ı geri vermek için gittiğinde Kazangap ona akıl verdi ve burada kalması gerektiğini söyledi.

10. Bölüm Özeti


Raymalı Aga kendi zamanında tanınmış bir ozandı. Serveti olmasa bile şöhreti çoktu. Türkmenlerin armağan ettiği Sarala adında bir atı vardı. Eğlenceye, türküye koşarken ömrünü geçirmişti. Yaşlanınca da kardeşi ona sahip çıktı. Günün birinde onu bir eğlenceye davet ettiler. Çalmasa bile onur konuğu olarak görmek istiyorlardı. Raymalı Aga davete icabet etti ve çadırda otururken içeriye güzel bir kız içeriye girdi. Daha çok gençti. Raymalı Aga'ya hislerini söyledi ve bir yarışçı olarak onunla yarışmak istediğini söyledi. Raymalı Aga onunla aşkta yarışmak istediğini söyledi ve böylece Begimay türküsü doğdu. İki âşık düğün başı olup türkü söylüyorlardı. Begimay ve Raymalı  Aga, panayırda görüşmek için sözleştiler. Raymalı'nın kardeşi ve onun yaşadığı Barakbaylar bu durumu utanç verici olarak görüyor, gereği neyse yapılmasını istiyorlardı. Raymalı Aga dönüp çadırına geldi. Barakbayların büyükleri konuşmak için onu bekliyorlardı. Bu davranışından vazgeçmesi için sert konuştular. Raymalı vazgeçmeyeceğini söyleyince olan oldu. Sarala’yı öldürdüler ve onu da ağaca bağladılar. Diğer meşhur türkülerini de elleri bağlıyken yakmıştı. Ağaca bağlıyken son türküsünün son dizeleri

“Beni bekleme Begimay,
Ben uçmağa gideceğim Begimay”

oldu. Yedigey Ana Beyit’e giderken bu efsaneyi de hatırladı.

11. Bölüm Özeti

Ana Beyit’e az kala hiç beklemedikleri bir olay geldi başlarına. Yürüdükleri yola çit çekmişlerdi. Sabitcan homurdanıp, söylenmeye başladı. Yedigey ileride bir geçidin olduğunu hatırladı ve o tarafa yürüdüler. Vardıklarında çocuksu görünümlü bir asker buradan izin belgesi olmadan geçemeyeceklerini anlattı. Yedigey burada bulunmalarının önemini anlattı. En son genç adam kendi üstünü aramaya karar verdi. Bu Teğmen Tanksıbayev’di.

12. Bölüm Özeti

1956 baharının sonunda Kumbel’de demiryollarında çalışanların toplantısı olmuştu. Konuşmacılar Beria’nın hakkında olumsuz şeyler söylemişti. Otururlarken Yedigey, Çernov’un yanına gitti. Kuttubayev’in Beria’nın iki adamı yüzünden götürüldüğünü hatırlattı. Artık Yugoslavya ile arada bir mesele kalmadığına göre, Kuttubayav’ın çocuklarının ve eşinin bu suç üzerinden acı çekmelerine gerek yoktu. Yedigey’in bir mektup yazıp cumhuriyetin merkez parti komitesine göndermelerini söylediler. Sonra hep birlikte enternasyonel marşı söylediler. Yedigey eve geldiğinde olanları Ukubala’ya anlattı. Ukubala çok iyi yaptığını ama yüz yüze konuşmanın daha iyi olacağını söyledi. Oraya gittiğinde Yelizarov’u da ziyaret edebilirdi. Yedigey Moskova- Alma Ata trenine bindi. Yolculuk yaparken Zarife’yi düşündü. Onu hala özlüyor ve canı yanıyordu. Bir an kendilerini Raymalı Aga ve Begimay’a benzetti. Onlar da kavuşamamıştı. Zarife o köyün büyükleri gibi kendi başına karar almıştı. Bu yola düşünmeden çıkmıştı ama olaylarının sonucunun neye varacağı onu korkutmuştu. Neyse ki perondan indiğinde Yelizarov onu bekliyordu. Eskileri yâd ettiler. Yelizarov onu evinde misafir etmek istediğini söyledi ve arabaya bindiler. Etrafı izleyerek yola koyuldular. Yelizarov geçerken merkez komitanın binasını gösterdi. Partinin yenilik adımları attığından bahsettiler. Yedigey de niye burada bulunduğunu anlattı. Eskiden olsa bu meselenin konuşulması bile dile getirilmezdi. Yedigey geri döndükten üç hafta sonra Kuttubayev’in aklandığına dair mektup geldi. Yelizarov da bir mektup gönderdi. Abutalip’i tutuklatan komutan Tanksıkbayev görevden alınmış, rütbeleri indirilmişti. Kuttubayev ailesine gelince Pavlador’a taşınmışlardı. Zarife orada öğretmenlik yapıyor ayrıca evlenmişti. Bu mektup Yedigey’in hayatını öncesi ve sonrası diye ayırma noktasıydı. Bu mektuptan sonra Yedigey, yaşlılığa hazırlanmaya karar verdi.


Yedigey gelen  Tanksıkbayev’e Kazak dilinde “Bize yardım et!” dedi fakat Tanksıkbayev sert bir üslupla Rusça konuşmasını istedi. Bu sırada sözü Adilbay aldı. Buraya niçin geldiklerini anlatmaya başladı. Yedigey bir an yaptığı her şey boşaymış gibi hissetti.  Tanksıkbayev, Adilbay’ı dinledikten sonra yabancıların girmesine izin olmadığını dile getirdi. Kazangap’ın damadı sinirlendi. Ne zamandır kendi topraklarında yabancılardı. Tam gitmeye yeltenmişlerdi ki Tanksıkbayev buraya yeni yerleşim birimi yapılacağını bağırarak söyledi. Yedigey ve diğerleri bu duruma hiddetlendi. Damat dayanamayıp Kazakça  sövmeye başladı. Sabitcan söylenerek ve usulsüz davranarak, emirler yağdırarak cenaze için gelenlere geri dönmelerini söyledi. Bu sefer Yedigey cenazenin geri dönmesinin doğru olmadığını eğer böyle yaparlarsa bunun çok utanç verici olacağını anlattı. Malakumdıçap deresine yanaştılar ve merhumu gömmek için çukur açmaya başladılar.

Uzay üssünde çember harekâtını gerçekleştirmek için herkes iş başındaydı. Yörünge istasyonunda tüm Paritre şifreleri değiştiriliyordu. Orman Göğüslülerin hiçbir şekilde dünyalı kozmonotlarla iletişimi sağlanmayacaktı. Herkesin karşı çıktığı tek şey çember harekâtında alınan önlemlerle teknolojiden geri kalınacağıydı.

Çukuru açmışlardı. Yedigey cenaze namazı için abdest aldı. Herkesi sıraya koydu. Namazı o kıldıracaktı. Alçak sesle duaları okumaya başladı. Allah’a içinden gelenleri söylüyordu. Oradakilere vasiyeti de o ölünce onu buraya yani Kazangap’ın yanına gömmeleriydi. Yedigey, Sabitcan ile konuşmak istedi. Bu Ana Beyit konusunda ne yapacaklarını sordu. Sabitcan onu alaya alarak hiçbir şey yapamayacaklarını, Ana-Beyit’in yok olacağını söyledi. Yedigey oranın tarihinin önemini anlattı ama Sabitcan büyüğüne saygı göstermeyerek konuşmaya devam etti. Yedigey   “Allah seni bana bir daha göstermesin.” dedi. Cenaze aşı için yola çıktılar. Bu sefer Yedigey arkadan gidiyorlardı. İçinden Sabitcan’ın mankurt olduğunu söyleyip duruyordu. Sonra bunu kendisinin başarabileceğini inandı ve onlar yola devam ederken o geri döndü. Yaklaşınca, köpeği kenara bağladı. Tam gidecekken ardı kesilmeyen patlamalar oldu. Bu çember harekâtının başlangıcıydı. Havaya füze ve roketler gönderiyorlardı. Çok korktu ve kaçmaya başladılar. Koşarken beyaz bir kuş gördü. Bu Nayman Ana’nın ak yazmasının kuşuydu. “Sen kimsin, adın ne?” diye bağırıyordu. Beyaz kuşun sesi uzun süre yankılandı.

Birkaç gün sonra Yedigey’in kızları kocalarıyla birlikte Boranlı’ya geldiler. Hem Kazangap’ın ölümünü anmak hem de babalarına destek olmak için gelmişlerdi. Babalarının nerede olduğunu sordular. Ukubala akşama döneceğini, bir işe giriştiğini ve hiç peşini bırakmadığını söyledi.


 

 KARAKTER ANALİZİ

Karakter Listesi

1.      Yedigey Cangeldi
2.      Kazangap
3.      Ukubala Cangeldi
4.      Abutalip Kuttubayev
5.      Zarife Kuttubayev
6.      Yelizarov
7.      Tanksıkbayev
8.      Adilbay
9.      Paritre 1 Kozmonotu
10.  Paritre 2 Kozmonotu
11.  Sabitcan
12.  Saule
13.  Şerafet
14.  Daul
15.  Ermek
16.  Ayzade
17.  Ayzade'nin kocası
18.  Andrey Petroviç
19.  Abilov


Karakter Analizi

Yedigey Cangeldi:

61 yaşındadır. Bora gibi patlayan sert bir yapıya sahiptir (s.34).Yaşına göre dinçtir (s.37). Aral kazaklarındandır. Yedigey dini değerlerine bağlı bir insan olsa da sofrada içkiye hayır demez (s.43). Cesur, kahraman ve vatanseverdir. Bir sürü nişanı vardır (s.70).

1944 yılında savaştan sonra eşiyle birlikte Boranlı’ya gelmiştir. Eşinin ismi Ukubala’dır. Yedigey'in evli iki kızı vardır. İki kızı da Sovhoza’da yaşamaktadır.  İsimleri Saule ve Şerafet'tir. Kumbel istasyonunda yatılı okula gitmişlerdir ve ikisinin de kocası şofördür.

Yedigey insanlığa sahip çıkmaya çalışan bir yapıdadır. Ölmeye yüz tutmuş değerleri önemsiyor ve yaşatmak için elinden geleni yapmaktadır. Yedigey’in lakabı Boranlı Yedigey’dir. Yedigey'in Karanar adında güçlü, heybetli bir devesi vardır. Karısını çok seven ona minnettarlık duyan bir insandır çünkü savaş sırasında aldığı darbeden ötürü bir süre zarfında iş yapamamıştır ve eşi hiç gocunmadan ne gerekiyorsa kadın başına yapmıştır. Yakında emekliliğe ayrılacaktır fakat emekli olabilmesi için  yerine birinin geçmesi gerekiyordur. Yedigey kitapta bir insanı insan yapan özelliklerin tümüne sahiptir. Mükemmel bir profili yoktur fakat doğru ve yanlışı ayırt edebilmektedir.

Ukubala:

Yedigey'in eşidir. Yardımsever, düşünceli, merhametli ve duygusal bir yapıya sahiptir (s.28). Eşine bağlı (s.77) dayanıklı ve sabırlı (s.325) bir insandır aynı zamanda fedakârdır. Esmer yüzlüdür (s.304).

Kazangap:

Vefat etmiştir. Kitapta onun cenaze defni sırasında olaylar dönmüştür. Bilge bir adamdır. Emeklilikten sonra üç ay oğlu ile yaşayıp geri Boranlı' ya gelmiştir. Yedigey'le 30 yıl beraber istasyonda çalışmışlardır. Birlikte zorlu günler atlattılar. ( 1951-52 kış günleri) Sabitcan ve Ayzade adında evli çocukları vardır.  Aral kazaklarındandır (s.52).

Ağırbaşlı, dürüsttür (s.124). Boranlılar tarafından “Aksakal” sayılan edep-erkân bilen ama akıllılık edip başkalarının işine karışmayan bir insandır (s.191).


Sabitcan:

Kazangap’ın oğludur. Geveze, okumuş cahil, çok bildiğini sanıp bilgelik taslayan bir tiptir.
  

Abutalip Kuttubayev:

Zeki, alnı açık, dürüst, gururludur (s.126). İki erkek çocuğu vardır. Zarife eşinin adıdır. Daul ve Ermek çocuklarıdır. Değerlerine önem veren, ailesini çok seven bir insandır. Abutalip savaşta esir düşmüş. Esir düştüğü için zaman zaman hor görülmüş. Her ne kadar daha sonra partizanlarla çalışmış olsa da esir düşmüş olmanın getirdiği şüpheler peşini bırakmamıştır.
  

Yelizarov:

İsmi Afanasi İvonoviç’tir. Sarı Özek'e sık gelen jeologdur. Çok şey bilen kültürlü bir insandır (s.182). Zayıf, çevik, hareketli (s.370). Zengindir.  Argamak onun lakabıdır ( cins yarış atı). Eski Moskovalı komsomoldur ( komünist gençlik birliği üyesi) (s.378).

Abutalip'in eşidir. Kara saçlı, çevik, şuh vücutlu, beyaz dişlidir (s.173). Yardımsever ve dayanıklıdır.
  

Adilbay:

Demiryolu işçisidir. Adilbay’ın eşi misafirperver, çocukları uslu ve terbiyelidir (s.42).

Andrey Petroviç:

Çernow eski Kumbel istasyon şefi ve parti üyesi (s.361).

Romanda insan olarak değil ancak kurgu bütünlüğü içinde önemli rol alan Karanar, Yolbars ve Orman Göğüslüler’i anlatmak gerekir.

Karanar:

Yedigey’in devesidir. Kapkara, kabarık tüylü bir başı vardır. Kulaklarının dibinden başlayan kara sakalı omuzlarına, yelesi dizlerine kadar iniyor, sırtında iki koca hörgücü kule gibi yükseliyordur. Bir erkek deve için süs sayılan vahşi, kabarık tüyleri vardır. Bu güzelliği tamamlayan güdük kuyruğunun uçları da kapkaradır. Geri kalan tarafı boynunun üst kısmı, göğsü, böğürleri, ayakları, karnı açık kestanedir. Otuz yaşında yani en güçlü çağındadır.(s.36)
  

Yolbars:

Yedigey'in köpeğidir. Güzel güçlü bir köpektir. Geniş göğsü, güçlü ve uzun tüylü boynu, kesik kulakları, zeki ve anlayışlıdır (s.105).

  

Orman Göğüslüler:

Oradaki insanlar esmer tenli, mavi saçlı, mor -yeşil gözlü, kirpikleri ince ince beyaz ve yumuşakmış. Mavi saçlı bu yaratıkların boyları iki metreye yakınmış. Kadınlar da erkekler kadar uzunmuş ve erkeklerden boyu ile değil kadınımsı vücut biçimi ve renginin biraz daha açık oluşuyla ayrılıyormuş (s.112).  Ortalama insan ömrü 130-140 yıl. Gezegenin toplam nüfusu 10 milyarı aşmış (s.114).  Onlar için em önemli şey insan ömrünü uzatmakmış. İye adında büyük güneşleri varmış. Orada bir gün 28 saatmiş. Orman göğsü, sıra sıra dağları, tepeleri, koyu yeşil ormanları varmış.  Denizler, göller, nehirlerde çokmuş. Gezegenin bazı yerlerinde özellikle kutup bölgelerinde, çıplak, ıssız adalar varmış. Burada sürekli kum fırtınaları oluyormuş. Ama şehirleri çok büyüleyiciymiş (s.114).


Karakterlerin Diğer Karakterlerle İlişkileri

Romanın başkahramanı Yedigey’in birçok karakterle ilişkisi vardır. Eskiyi ve Kazak değerlerini temsil eden Kazangap’la aynı yerde çalışmıştır. Kazak değerlerinden uzak Sabitcan’la karşılaştığı bölümler, insanların kendi değerlerini yitirdiğinde neler olabileceğini anlatmak için kullanılmıştır. Yedigey, fedakar karısı Ukubala’ya âşıktır. Ancak daha sonradan Abutalip’in karısı Zarife’ye de ilgi duyar. Tıpkı Raymanlı Aga’nın büyüklerini dinlemeyip Begimay’a âşık oluşu gibi ihtiyar çağında Zarife’ye ilgi duyan Yedigey, Zarife’nin çekip gitmesiyle bu emeline ulaşamaz.
Ukubala, fedakâr Kazak eşi temsil etmekte, zaman zaman Yedigey’e yön gösteren konumumdadır.
Abutalip’in karısı Zarife, kendilerinden şüphe duyulmasından ötürü sürekli gözyaşı döken güzel bir kadındır. Tek derdi çocukları ve eşiyle huzurlu bir hayattır.
Abutalip ve Jeolog Yelizarov ise tahsil görmüş insanlar olarak romanda geçmektedir. Yedigey, onlarla sohbet etmeyi sevmektedir.

Karakterlerin Tema ile İlişkisi

Kazangap, Kazak töresi ve değerlerini bilen bir kişidir. Yedigey de bu değerleri yitirmek ve yitirmemek arasında gidip gelen bir kişidir. Unutulan veya unutulmaya yüz tutmuş Kazak değerleri Kazangap’ta vücut bulmuştur. Yedigey bunların geleceğe taşınması için mücadele etmektedir. Kazangap’ın oğlu Sabitcan, kız kardeşi Ayzade ve Şahmerdan gibi kişiler bu değerleri küçümseyen kişilerdir.
Diğer taraftan Orman Göğüslüler de Dünya’nın değerleri için tehlikedir. Romanın arka planı, “Nasıl Rus yönetimi Kazaklar için tehlikeyse, Orman Göğüslüler de Dünya’nın geleceğini tehdit etmektedir.” Mesajını taşımaktadır.

Karakterlerin Ana Düşünceyle İlişkisi

Nayman Ana, mankurtlaşan oğlu tarafından öldürülen Kazak değerleridir. Kazangap, Yedigey ve karısı Ukubala Kazak değerlerinin son temsilcileridir. Abutalip- Zarife çifti ve çocukları mankurtlaşmamak için çabalayan kişiler, Sabitcan ve kız kardeşi, Kazangap’ın kızı, Şahmerdan gibi kişiler de mankurtlaşan veya mankurt kişilerdir.


SEMBOL ANALİZİ

Sembollerin Analizi

Kazak Değerleri

Kımız, deve, türkü, âşık, Nayman Ana, Malakumduçap Vadisi, Aral Denizi, Begimay türküsü, dönenbay kuşu, tambur, Raymalı Aga romandaki Kazak değerlerinin simgeleridir.

Komünist Ruslar

Enternasyonel Marşı, Solhoz, zafer ve Stalin,  votka, parti, parti müfettişleri, şüphe, vatan haini ilan etme gibi simgeler Komünist Rus Yönetimi’nin simgeleri olarak göze çarpmaktadır. Abutalip’i sorgulayan Rusların her şeye şüpheyle yaklaşması, yatılı okulun zorluklarını anlatmaya vatana ihanet olarak nitelendirmeleri veya Sovyet Hükumeti’ne hakaret saymaları, yazarın Rus yönetimine yönelttiği eleştirilere örneklerdir. Yedigey’in Ruslara söylediği “zafer ve Stalin” ifadesinin “Bizim Leninimiz” olması gerektiği yönündeki cevabına Rusların verdiği “Biz Stalin der, Lenin anlarız.” cevabı ise o dönemde yaşanan kafa karışıklığının önemli delili olarak romana yansımıştır. Yine Yedigey’in kanunsuz biçimde trenin imdat kolunu çekerek işlediği suçtan Stalin’in ölümüne yas tutmak için bunu yaptığını söyleyerek kurtulması ilginçtir. Yine Hıristiyan Rus izlerini Yılbaşı Ağacı ve kutlamaları, Ayaz Ata (Noel Baba) gibi figürlerde görmek mümkündür.

Orman Göğüslüler

Romanda Manhattan gelişmiş Orman Göğüslü şehrini anlatmak için kullanılmıştır. Orman Göğüslülerin devletinde para, savaş ve silahın olmaması yazarın özlemlerini yansıtır gibidir. Ayrıca Orman Göğüslülerin vardıkları yer, insanların varmak istedikleri yer gibidir ve insanları da ideal insan tipi gibi resmedilmiştir. Tarif edilen gezegen, aslında hayal edilendir. Savaşı bilmeyen ve silahın ne olduğunu bilmeyen bir toplum vardır. Para birimi yoktur, bir şeylere paha biçilmez. Devlet veya kurum yapılanmasından haberleri yoktur. Yaratıklar yüzyıl sonra karşılaşabilecekleri problemleri günün meseleleri haline getirmişlerdir.

Tilki

İnsanı duyguların ve erişilemeyeni simgeliyor ve daha sonrasında eğer bir şey için tüm özverinizi kullanırsanız ulaşabileceğinizi anlatıyor. Yedigey, Ukubala için bu zor balığı tutuyor ve zorlukla yapılan bu işin insanı ne kadar mutlu edeceği ortaya sunuluyor.

Dönenbay kuşu

Geçmişini anımsamayan Kazaklar için verilen bir mesajdır. Geçmişlerini hatırlamaları için telkin eder ve senin babanın ismi Dönenbay’dır diyerek atalarını hatırlatır.

Ermek’in saçları

Zarife’ye en çok benzeyen çocuğun saçlarıdır. Ermek’in saçlarının uzaması Yedigey’in Zarife’ye olan aşkının  büyümesiyle eşleşir.

Yolbars

Yedigey cenazeye giderken peşine takılıyor ve yanından hiç ayrılmıyor. Köpek Yedigey’in geçmişini simgeler. Aynı köpeğin peşinden ayrılmaması gibi yol boyunca anıları da peşinden ayrılmaz.


TEMA VE ANA DÜŞÜNCE ANALİZİ

En Uzun Cenaze Namazına Buyrun: İnsanı Ayakta Tutan Omurgası mıdır, ruhu mudur?
Romanın teması, genel olarak insanların özelde Kazakların değerlerinden uzaklaşması ve mankurtlaşmasıdır.
Roman, “Değerlerini yitiren insanlar, ruhlarını da yitirir.” ana fikir üzerine kurulmuştur. Ruhunu yitirmeyi anlatmak için yazarın bulduğu yöntem mankurtlaşmaktır. Mankurtlaşan insanlar yeteneklerini korurken ruhlarını kaybetmektedir.
Ana-Beyit Efsanesi, unutulan Kazak değerlerinin temsilcisidir. Bu değerlere sahip Kazangap da artık ölmüştür. Bol savaş madalyalı Yedigey ve karısı Ukubala emeklilikleri gelmiş iki insan olarak 8 haneli Boranlı’da bu değerleri ayakta tutmak için tek şans gibi durmaktadır. Hatta Ana-Beyit Mezarlığı'nı sadece Yedigey bilmektedir ve Yedigey’e göre insanlar ancak başı sıkıştığında Allah’ı hatırlamaktadır. Ayrıca romanın iki önemli karakteri Almanlarla savaşırken bir şekilde zarar gören Yedigey ve Abutalip’tir. Bu iki kişi kendi ülkeleri ve Kazak değerleri için savaşmamıştır. Tüm Kazaklar gibi onlar da bir şekilde değerlerinden uzaklaştırılmış hatta şüpheli hale gelmişlerdir. Nitekim Abutalip bunu hayatıyla ödemiştir.
Ölen birisi için Yasin okumak, ölüyü kefenlemek, usulüne uygun cenazeyi defnetmek, cenaze aşı yapmak, kadınların ağıt yakması gibi Kazak geleneği için önemli olsa da Şahmerdan, Sabitcan, karısı ve çocukları, Kazangap’ın kızı ve ayyaş kocası gibi insanlar için bunlar önemli değildir.
Diğer taraftan Kazak insanlar artık değerlerinden uzaklaşmıştır. Yedigey’e göre Sabitcan mankurttur. Zarife gibi insanlar da arada kalmışlardır. Zarife'nin yağmurda eğlenirken veya ziyafette ağlaması bunun açık göstergesidir. Rusların Kazak değerlerini nasıl yok ettiğini yazar şu cümleyle verir: “60 yıllık Sovyet yönetiminden sonra hala dua mı biliyorsun (s.21)”.
Zaten kitabın ana fikri insanların mankurtlaşmasıdır. Nayman Ana üzerinden anlatılan hikayeye göre Juan-Juanlar insanların kafa derilerini yüzerek sıcakta bekletmekte ve bu işkenceyle onların ruhlarını ellerinden alıp sadece bedenleri kullanılabilen köleler haline gelmektedir. Nayman Ana’nın oğlu da artık deve çobanıdır. Her ne kadar Nayman Ana’nın söylediği ninnilere cevap verse de oğlu artık bir mankurttur hem de Nayman Ana’nın katili bir mankurt.
Romanda, Abutalip ve karısı Zarife geceleri ışıkları açık bırakıp anılarını yazmaktadır. Yedigey’e oğullarına bırakabilecekleri tek mirasın yazılarına geçirdikleri değerler olduklarını vurgularlar.
Romanda Yedigey’in, tilkiye taş atmak üzereyken Kazangap'ın anlattıklarını hatırlayıp tıpkı Hintlilerin inandığı gibi bu hayvanda Kazangap'ın ruhunun yaşayabileceğine inanıyor olması ilginçtir.
Romanda insanlık için bir tehlikeden söz edilmektedir. Aslında bu o dönem için aynı zamanda Rusya-Amerika gibi kutuplu dünyanın gücünü göstermesi açısından ilginç olsa da yapılan çalışmaların ilginç sonuçlara gebedir. Amerikan-Sovyet uçak gemisi, ortak gezegen projesinin karargahıdır. Ortak Yönetim Merkezi'nde mutlak eşitliğe sahip gemi yetkilileri, x gezegenindeki x maddesinden yüz ton işleyip Avrupa'nın bir yıllık ısı ve ışığını karşılayacaklardır. Bu gezegen de su barındırdığı için seçilmiştir. Ancak bu çalışmalar ileride baştakilerin komutlarına göre insanların duygularını yönlendirmesine yol açabilme tehlikesini içermektedir. Yedigey, bunun insanların tanrılığa soyunmasıyla eşdeğer görmektedir.
Bu gemiden gönderilen iki kozmonot iz bırakmadan kayboluşu, gezegende başka varlıkların- uygarlıkların olduğunun kanıtı olmuştu. Sonradan iki kozmonotun Orman-Göğüslüler tarafından kendi gezegenlerine davet edildikleri öğrenilmişti. İki kozmonot, sinyallerle anlaşırken matematik ve kimya formüllerinden faydalanmıştı. Orman-Göğüslüler, dünyadan gelenlerin seslerini analiz ederek konuşmayı öğrenmişlerdi. Kozmonotlarla İngilizce ve Rusça konuşan Orman-Göğüslüler, dünyadaki insanların evrilmiş ve gelişmiş halini yaşıyordu. Dünyalılar adına önemli karar alan Konvansiyon üyelerinin bunlara cevabı, tamamen iletişimi kesmek olmuştu.
Roman analizinde olay, kurgu ve mekanlara yer verilmediği için bunlara değinmede romanın tema ve ana fikrini aktarmak zordur. Trenlerin sürekli gelip gitmesi ve Sarı Özbek bozkırının can damarının demiryolu olması, vahşi bir hayvan olan tilkinin neredeyse insanlar yan yana yaşaması, çok sıcak ve soğuk havalar, bir cenazenin gömülmesi üzerinden bütün temanın aktarılması kurgu için can alıcı noktalardır.
Roman, Kazangap’ın cenazesi boyunca devam etmektedir. Cenaze kaldırılana kadar ruhu bedeninden ayrılan, mankurtlaştırılan insanların halleri ve bu durumdan vazgeçmediklerinde başlarına gelecekler işlenmiştir.
Havva Nur BİYTUR




Pazartesi, Mayıs 20, 2019

Kuyucaklı Yusuf Sabahattin Ali











Salâhattin Bey, Doktor, Savcı, Başçavuş ve Jandarma yağmurlu bir sonbahar günü cinayetin işlendiği Kuyucak köyüne gittiler. Köyün muhtarı ile olay mahalline vardılar. Cinayet mahalli çiçekli bahçesi olan küçük bir evdi. Karanlık odada, yatağın üzerinde bulunan iki cesedi sabit gözlerle izleyen onlu yaşlarında bir erkek çocuk vardı.
Doktor cesetlere bakarken Kaymakam küçük çocukla ilgilendi. Yabancılara soğukkanlı ve ilgisiz tavırlarla yaklaşan bu çocuk, ölenlerin oğlu Yusuf'tu. Anne ve babasından başkası olmayan çocuğun üzüntüsünü paylaşması, onun gururuna dokunuyordu.
Erkek çocuğa sahip olmayan Kaymakam, işlerini de bitirdikten sonra Yusuf’u da yanına alarak Nazilli'ye götürdü. Fakat karısı bu durumdan hiç hoşlanmadı. Çocuğun gelmesiyle Şahinde'nin durumu daha da kötü bir hal aldı. Salâhattin Bey evlilikleri boyunca onunla düzgün bir ilişki kurmak için birçok yöntem denedi ama hiçbirinde başarılı olamadı. Evlilikleri kötü durumdaydı. Öyle ki onları, çözüm yolu olarak görülen kızları Muazzez bile düzeltmedi. Zaten genel sorun da bu değil miydi? Genç kızlar, kendilerinden yaşça büyük adamlarla evlenirler lakin hayal ettikleri gibi ilişkilerini yürütemezlerdi. İçinden çıkılmaz sorunlar nedeniyle adamlar, kolay yol olan içkiye başvurup çıkmaza sürüklenirlerdi.
Salâhattin Bey ve Şahinde'nin ilişkisi Yusuf’u şaşırtıyordu çünkü ne kendi annesi Şahinde kadar ağzını açabilirdi ne de babası Salâhattin Bey kadar karısına tahammül edebilirdi. Yusuf’a bu evde iyi gelen tek kişi Muazzez'di. Ona hislerini göstermekten çekinmezdi. Ama ne yazık ki köyüne olan özlemini Muazzez bile gideremiyordu. Günlerin çoğunu sessizce camdan Kuyucak dağlarını ve bulutları izleyerek geçiriyordu.  Bu dönem Kamyakam'ın Edremit'e tayini çıkıncaya kadar devam etti. Yusuf’un kısa olan eğitim hayatı Edremit’te başladı. Yusuf okumaktan ziyade gücüne kuvvetine güvenen bir çocuktu. Ona göre okumak çok da gerekli bir şey değildi. Yusuf’un bu durumu Şahinde’nin canını sıksa da Muazzez'e baktığı için olayları oluruna bıraktı.
Yaşadıkları her yer ahenk içerisinde olan bu kasabadaki çocukların, muhtelif grupları vardı. Yusuf ilk başlarda onların işlerine karışmak istemese de, bir gün dayanamadı ve onunla dalga geçen Karabaşın Mehmet’e yumruk attı. Bu olaydan sonra Ali ve Kâzım ile tanıştı. Ali ile aralarındaki ilişki alışveriş niteliğindeydi. Yusuf onu korurken Ali de ona öğrendiklerini anlatırdı. Vakitlerinin çoğunu birlikte geçirirlerdi hatta bazen Muazzez'i de yanlarına alırlardı. Yusuf ve Muazzez arasındaki bağ gittikçe artmıştı. Çünkü Şahinde Hanım ona yeterince zaman ayırmıyordu. Kazım ise arkadaş grubunun en büyüğü ve en hesaplısıydı. Sahip oldukları dut ağacından dolayı yaptıkları gezintilere hiçbir şey götürmezdi. Yusuf bu gezintilerde aşçılıkta iyi olan Vasfi, gani gönüllü olan İhsan gibi birçok kişiyi tanıdı.
Aradan altı yıl geçmiş ve Yusuf on altı yaşına gelmişti. Zamanının çoğunu Salâhattin Bey’in aldığı zeytinlikle ilgilenerek veya rahatına bakarak geçiriyordu. Yusuf hala şehirlileri kendine yakın hissedememekle birlikte oradaki işçilerle daha iyi anlaşıyordu. Belki de yakınlık duymasının sebebi onların şehirliler tarafından ezilmesiydi. Yusuf, hiç kimse farkında olmadan evin en sözü geçen adamı oluvermişti. Muazzez bu sıralar on yaşındaydı. Çeşitli el işleri ile uğraşıyor ve Mürüvvet Hanım'dan ut dersleri alıyordu. Fakat Yusuf, İhsan'dan duyduğu münasebetsiz rivayetlerden dolayı Muazzez’e ut derslerini bıraktırdı.
Aradan üç yıl daha geçmişti. Yusuf yabancı kaldığı bu şehre alışıyordu. Bu küçük şehri sıradanlıktan uzaklaştıran hadislerden biri de bayramlardı: “Bu şehirde asıl yaşamaya başlaması da zaten bir bayram gününe rast geliyordu.” Yine bir bayram günü Yusuf ve arkadaşları Akça iskelesine gitmek için sözleşseler de Kâzım'ın gelememesi üzerine Ali, Yusuf ve Muazzez köy meydanındaki salıncaklara gittiler. Ali ve Muazzez salıncağa binerken Yusuf onları izliyordu. O sırada İhsan ve Şakir geldi. Şakir genç yaşta olsa da kasabadakilere yaka silktirmiş, ahlaksız bir çocuktu.
Şakir her zamanki gibi sarhoş ve olay çıkarmaya meyilliydi. Bir gün Şakir biraz sallandıktan sonra salıncaktan inip yüzündeki sarhoş gülümseme ile başındaki oyalı yemeniyi Muazzez’in salıncağına atarak kızı korkuttu. Bu olay sonucunda tetikte olan Yusuf, Şakir’e yumruk atarak kavgayı başlattı. Şakir'i kurnaz bir kişiliğe sahip olan yakın arkadaşı, Hacı Etem sakinleştirdi. Ve o gün Şakir bir söz verdi. Bu söz Yusuf’un ileriki hayatında hiç de iyi vakalara yol açmayacaktı. Bunlardan en mühimi de bir zeytinlik meselesiydi.
Yusuf her zamanki gibi zeytinliğe gittiğinde iki yabancıyla karşılaştı. Çaresiz görünen kadının, kızı ile birlikte çalışacağı bir işe ihtiyacı vardı. Yusuf gelenlerin Çineli olduğunu öğrenince bir akrabasına rast gelmiş gibi oldu. Tüylerini ürpertecek kadar solgun olan Kübra’ya acıyıp onları işe aldı. Ertesi gün kız hasta olduğu için gelmemişti. Gün boyunca kızı düşünen Yusuf, akşamüzeri kadınla birlikte kızın yaşadığı kerpiç bir kulübeye vardı. Kadın, yemek hazırlarken ev sessizdi. Sessizlikten rahatsız olan Yusuf dayanamayıp kıza hasta olup olmadığını sordu. Kız hasta olmadığını söyledikten sonra annesinin verdiği çorbadan bir iki kaşık içti. Kübra çorbayı aniden atarak ağlamaya başladı. Kadın bir taraftan ağlarken bir taraftan da tüyler ürperten hikâyesini anlatmaya başladı. Kübra'nın babası, onları terk etmişti. Kadın zor günlere daha fazla dayanamayıp Fabrikatör Hilmi Bey'in evinde çalışmaya başlamıştı. Kadının hikâyesini bölen kapı sesinin ardından Yusuf, gelenin Hacı Etem olduğunu anladı. Daha sonra kadın ve Hacı Etem arasında tartışma çıktı. Tartışmayı Hacı Etem'in tokadı böldü. Yusuf olaya müdahale edeceği sırada birden sırt üstü yere düştü.
Salâhattin Bey için her şey aynıydı. Kendini her zamanki gibi “rakı”ya vuruyordu. Yine bir akşam Kaymakam'ın arkadaşı, Hulusi Bey’in Tavşanbayırı'ndaki evinde toplandılar. Onlara beklenmedik misafir olan Hilmi Bey ve Hacı Etem eşlik etti. Hilmi Bey’in kumar teklifiyle birlikte sarhoş olan Salâhattin Bey, Hilmi Bey’e ödeyemeyeceği bir meblağda borçlandı.
Ertesi gün Salâhattin Bey ve Hulusi Bey önceki gece hakkında konuşurken Hacı Etem elinde senetlerle çıkageldi. Senet imzalatmalarındaki amacı anlayamayan Kaymakam çaresizce senedi imzaladı. Akşam eve geldiğinde Şahinde’nin verdiği havadisler, onu hayrete düşürdü. Parçalar az çok Salâhattin Bey’in kafasında birleşti. Hilmi Bey’in üç yüz yirmi altın borç vermesinde ki amaç kızı Muazzez olabilir miydi? Peki, şehrin zengin ve soylu ailesini kim, neden reddederdi ki? Ertesi gün Şakir’i biraz soruşturunca asıl amacının kızını vermek istemeyen Salâhattin'in elini ayağını bağlamak olduğunu anladı. Ama yine de şimdilik işi savsaklamayı uygun buldu. Salâhattin Bey, Yusuf’a bu konuyu söylememeyi tercih etti.
Yaralanan Yusuf’u evine zeytinlikte tanıştığı kadın ve kız getirdi. Yusuf'un yarası ağır değildi. Salahattin Bey Yusuf'un kendisi için ne kadar önemli olduğunu o zaman anladı. Ne olduğu konusunda kulağına gelen havadislerle yetiniyordu. Fakat bunlarla yetinmeyen Muazzez Yusuf'un odasına gitti. Kübra hakkında konuşmak için giden Muazzez, Hilmi Beylerin onu istediğini söyleyiverdi. Kıpkırmızı kesilen Yusuf sinirle bağırıp sorular soruyordu. Muazzez ağlamaya başladı. Yusuf'a bakan Muazzez’in gözlerinde hayret, sitem ve kırgınlık vardı. Daha sonra Muazzez başı önde ağır ağır odadan çıktı.
Kübra ve annesinin Salâhattin Bey ile tanışmaları Hilmi Bey'i hızlı olmaya sevk etti. Ricaların yerini tehditler alınca Salâhattin Bey ümidi kesti. Ama Salâhattin Bey'in kafasında Şakir'in Muazzez'e olan ısrarı hakkında sorular dolanmaya devam ediyordu. Şahinde Hanım bu konudan memnundu. Salâhattin Bey işin içinden çıkamayınca Yusuf'a danıştı. Yusuf başta umursamıyormuş gibi yapsa da Salâhattin Bey’e karşı hissettiği merhamet ve sevgi hissi ile ezilince ona Kübra ve annesi ile konuşması konusunda tavsiyelerde bulundu. Kübra ve annesinin Hilmi Bey ile ne alakası olabilirdi ki?
Yusuf, Kübra ile annesini odaya çağırıp yarım kalan hikâyelerini tamamlamalarını istedi. Anlatacakları Kübra'ya ağır gelse de kardeşi olarak gördüğü Muazzez 'e kıyamadı. Şakir'in onu nasıl sıkıştırdığını, olanları annesine neden söyleyemediğini anlattı. Son olarak da ruhsuz ve kapalı çıkan sesiyle Hilmi Bey ve Şakir'in onu çalışmak için gittiği bağda yalnız kalınca şıkıştırmalarını anlattı. Yusuf daha fazla dayanamayıp odanın çıkışına yürüdü.
Yusuf, Kübra’nın hikâyesini öğrendiği gece Ali’nin dükkânına gidip onların nasıl insanlar olduğunu kendince sorguladı. Yaşadığı dünyada karşılıksız hayır işlenmiyordu. Öyle ki en yakını olan Ali bile para karşılığında Muazzez’i istiyordu. Üstelik para Ali için çok da büyük bir dert değildi. Sonuçta onun sözlerini ikiletmeyen zengin bir büyükannesi vardı. Yusuf, arkadaşından aldığı parayla Şakir'e olan borcunu ödeyecekti. Şakir’den kurtardığı kız kardeşini şimdi de Ali’ye teslim edecekti. Yusuf bu durumdan memnun değildi ve Ali’ye imada bulunmaktan da çekinmiyordu. Fakat Ali yüreğinde hissettiği tatlı hislerden olsa gerek Yusuf’un sözlerindeki alayı hatta hakareti fark etmiyordu.
Birkaç gün sonra Yusuf ve Hacı Etem rast geldi. Yusuf ona “Akşam Çınarlı Kahve’ye gelmesini, gelirken yanında senedi de getirmesini, onlara olan borcunu ödeyeceğini söyledi.  Ne Şakir ne Hacı Etem ne de Hilmi Bey Yusuf’un o parayı nasıl ödeyeceğine mantıklı bir cevap bulabiliyordu.  Yusuf akşam borcunu ödedikten sonra kahveden ayrıldı. Yusuf’un ardından Şakir kahveye geldi. İkili başlarındaki sorunlara çare düşündü. Hacı Etem’in çare aradığı sorun, Kübra'yken, Şakir’in aklında Muazzez'den başkası yoktu.
Yusuf, kahveden ayrıldıktan sonra gecenin ve yağmurun ev sahipliği yaptığı sokaklarda dolaşırken içine bir hüzün çöktü. Ne kadar yalnız olduğunu fark etti. Onu düşünen birileri var mıydı? Ve o gece belki de ilk kez iri gözleri parlamıştı. Çünkü onu düşünen, seven hatta isteyen biri vardı. Eve döndüğünde onu bekleyen Muazzez, ona ne Şakir’i ne de Ali'yi istediğini söyledi. Muazzez ellerini tuttuğu adamı istiyordu; bunu belli etmekten de kaçınmadı.
Yusuf başladığı işi nasıl sonlandıracağını düşünüyordu. Gidip Ali’ye ne diyecekti? Ya söyledikleri karşısında Ali ne yapar, ne derdi? Tam bir çıkmazın içinde olan Yusuf, Ali’nin dükkânına vardı. Ali, Muazzez’i ailesine söylemişti. “Muazzez sana razı gelmiyor.” demedi, diyemedi. Elinden geleni yapıp Muazzez’i, Ali’ye karşı ısındıracaktı. “Nasıl hayatının en güzel gecesini böyle korkunç bir gün takip ediyordu.” Yeni bulduğu hisleri, arzuları neden ve kim için öldürüyordu. Düşününce uğruna hislerini öldüreceği adamı böyle bir fedakârlık yapacak kadar sevmediğini hatta onu küçük gördüğünü fark etti. İnsan tepeden baktığı, küçümsediği insanı nasıl sevebilirdi? Yusuf'un sevdiği bir Salâhattin Bey bir de Muazzez vardı. Salâhattin Bey’i sabrından dolayı saygı duyup seviyordu. “Muazzez’e olan hisleri ise büsbütün başkaydı. Onu kendinden bir parça olarak görüyordu.” Muazzez’in kendisinden koparılma ihtimaline karşı hissettiği duygu acıydı. Yusuf her şeye rağmen boyun eğeceğini biliyordu. Onu düşüncelerinden kurtaran Muazzez'e, Ali’nin annesinin görücü geleceğini, susması gerektiğini ve doğrunun bu olduğunu söyledi.
O günden sonra Ali’nin annesi görücü geldi ama ağzından laf çıkacak erkekler kendi havalarında olduğu için ortada net bir cevap yoktu. Muazzez ise Yusuf ile konuşmak için ayaklanıp daha sonradan vazgeçiyordu.  Ve tüm bu zaman zarfında Muazzez, ona yakınlaşmaya çalışan Kübra’ya ısınamıyordu.
Ve bir felaket her şeyi değiştirmişti. Ali, İhsan'ın bir haftadır süren düğününe katılmış bir konuk olarak köşede oturuyordu. Gece ilerlerken kör kütük sarhoş olan Şakir ve Hacı Etem’in gelmesiyle düğün hareketlenmişti. Şakir, Muazzez'den dolayı Ali 'ye sinirliydi. Dolayısıyla Yusuf 'un parayı nereden bulduğunu da tahmin etmekte zorlanmamıştı. Sinirle karşısında ona bakan gence meydan okusa da karşılık alamadı. Daha sonra boş verip meydana çıkıp oynamaya başladığı sırada oynayanların bir kısmı siyah gökyüzüne silah sıkıyordu. Şakir de onlara eşlik etmek için ceketinin altındaki iri tabancayı kavrayıp gökyüzüne üç el sıktı. Eli yorgunca inerken tam Ali'nin hizasında durdu ve bir silah sesi diğer tüm sesleri bastırdı. Eğlenmeye giden insanlar bir cinayete şahit olmuştu. Artık Ali için yapılacak bir şey yoktu.
Ali'nin ölümünden hemen sonra daha yeni jandarma olan Cemal Çavuş ve iki jandarma Şakir'i ve dört şahidi de alıp ahşap karakola götürdü. Cemal Çavuş'un odasına ilk çağırılan Şakir ifade verecek gibi değildi. Şaşkın ve hala sarhoştu. Şakir'den laf alamayan Çavuş, onu götürmelerini istedi. O sırada Hacı Etem geldi. Cemal Çavuş’u bu ölümün bir kaza olduğuna ikna etti. Masadaki Şakir'in iri tabancasını alıp beline sokarken silahın yerine yanında getirdiği küçük silahı ve torbayı koydu. Çavuş birkaç uyarıda bulunurken küçük torbayı cebine koymuştu. Sırada şahitlerle konuşmak vardı. Onları da oyununa dâhil ettikten sonra Hilmi Beylerin evinin yolunu tuttu.
Şakir 'in bir hafta süren hapis hayatı kendisine yapılan birçok esneklikle geçmişti. Aksi mümkün değildi çünkü çok zengin olan babası oğlunun kendisinden alt tabakadaki insanlarla bir tutulmasını kabul edemiyordu. İşler Ali’nin babasının yeni şahitler toplamasıyla uzasa da, sonradan şahitler ifadelerini değiştirdi. Şakir'in avukatı olan Hami, adalette kazanmak için her yolu deneyecek bir adamdı ama Şakir'in davasında çok yorulmadı. Hacı Etem her şeyi halletmişti. Mahkemede Şakir'in suçlu olduğunu bilse de ortada ne kanıt ne de şahit vardı. Salâhattin Bey her ne kadar Kaymakam olsa da kalp hastalığından dolayı bu işle hiç meşgul olamadı. Evde boğulacak gibi hissettikten sonra zeytinlikleri aşıp tepelerde dolaştığı günün gecesinde Kaymakam, boğuk öksürükleriyle hem kendisini hem de yanında yatan karısını uyandırmıştı. Kocasının bu halinden korkan Şahinde gözyaşlarına boğuldu. Kaymakam, karısının kızarık gözlerine bakınca evliliğinin ilk gecesindeki sevinç ve ümit duygularını hissetti. Karısını sakinleştirip uyudu. Hatta kaymakam, tüm ev halkının mahkeme süresinde bu konuyla ilgilenmemelerini tembihledi. Muazzez bu ölümden memnundu. Yusuf ve arasındaki engel kalkmıştı. Muazzez gönlündekileri Yusuf'a sunacağını sanıyordu. Yusuf ise duygularını dizginlemeye çalışıyordu. Onun için tek çare susmak, kapalı kalmaktı. Tüm bu zaman boyunca küçük değişiklikler olmuştu. Mesela Yusuf'un hal ve tavırları değişmişti. O sert, dik başlı Yusuf’un yerinde yeller esiyordu. Salâhattin Bey Yusuf'un boynu bükük halini fark ediyor ama sorgulamıyordu. Onu düşündüren tek mesele kızı Muazzez'in mürüvvetiydi. Son zamanlarda sıklıkla adı duyulan bir kızla hangi namuslu adam evlenmek isterdi? Kızını Şahinde’nin ellerine bırakmak istemiyordu. Şahinde'nin damat adayı Şakir idi. Şahinde eşeğini sağlam kazığa bağlamak istiyordu. Bunu anlamak hiç de zor değildi. Çünkü son zamanlarda yeniden Hilmi Beylere gidip gelmeler artmıştı. Yalnızca kendi gitmiyor, yanında kızını da götürüyordu. Muazzez bunlara tahammül edemiyordu. Yaşıtları gibi davranmayıp bir kadın gibi düşünüp çareler arıyordu.
Şahinde’nin yine Hilmi Beylere gittiği bir gün, Muazzez evden çıkmak üzere olan Yusuf’a, onu çok düşündürecek hatta onları bambaşka yollara sürükleyecek o cümleyi söylemişti: “Belki bir gün canım isteyecek.” Bu cümledeki ima hatta belki de tehdit, Yusuf’un canını sıkmıştı. Kaçarcasına uzaklaştığı eve hızlı adımlarla geri döndü. Bu konuyu Muazzez ile konuşması gerektiğini düşündü. Muazzez ise onu anlamaya gelen annesiyle Hilmi Beylerin bağına gitti. O gün evden ayrılan yalnızca Muazzez olmadı. Kübra ve annesi de Yusuf’a gideceklerini söyledikten sonra evden ayrıldı.
Yusuf fazla düşünmeden yolda görüp kiraladığı at arabasıyla birlikte bağa gitti. Meliha ve Muazzez birlikte üzüm yiyordu. Yusuf Muazzez’i çağırınca Muazzez’in aklına babası gelmişti ama Yusuf, yalnızca Muazzez için gelmişti. İkisi de anın verdiği coşkuyla nereye gittiklerini bilemedikleri yollara düştü. Ne geçmişi ne de geleceği düşünüyorlardı. Akıllarında yalnızca saadetleri varken saatlerce tozlu yollarda tekerlek sesleriyle birlikte ilerlediler.
Meliha, Şahinde'ye Yusuf’un Muazzez’i alıp götürdüğünü söyledi. Şahinde başörtüsünü bile takamayacak kadar ne aceleleri olduğunu düşündüğü vakit aklına kocasına bir şey olduğu ihtimali geldi. Eve vardığında komşulardan Kübra ve annesinin gittiğini öğrendi. Şahinde’nin düşünmeye alışık olmadığı kafasına bir de telaş eklenince ne yapacağını bilemez halde Salâhattin Bey’i bekledi. Bey eve gelince ona olan biteni anlattı. Salâhattin Bey'in aklına onların temelli gitmesi ihtimali gelince hızla evden çıkıp karakola ilerledi. Zavallı bir mahlûk olarak gördüğü karısı ile yalnız kalma ihtimali onu harekete geçirdi.
Ertesi gün Salâhattin Bey Yusuf’un yerini, onun kaçarken yanında götürdüğü at arabasını sahibine teslim etmesi için gönderdiği adamdan öğrendi. Yusuf ve Muazzez’in iman nikâhıyla evlendiğini öğrenen kaymakam İsmail’i ikna edip Yusufların kaldığı Tahtacı köyüne gitti. Kaymakam Yusuf’u karşısına alıp konuştu. Yusuf düşününce Kaymakam'ın haklı olduğunun farkına vardı. Kaymakamı kızından ayırmamak için yeniden Edremit'e gitmeye karar verdi. Bu sefer Edremit’e Muazzez ile evli bir adam olarak geri döndü. Yapılan birkaç basit eğlence yeni çiftin düğünü sayıldı. Zaman ilerledikçe iki genç de birileri için ne kadar önemli olduklarını anladı. İkisinin de yüreğindeki sevgi nefeslerini kesiyordu.
Salâhattin Bey, her ne kadar, Muazzez'in, Yusuf ile  birlikteliğinden memnun olsa da kızının sefil bir hayat yaşamasına gönlü razı gelmiyordu. Bu yüzden Yusuf'u  tahrirat kâtibi  olarak tayin ettirdi.  Fakat bu işin Yusuf'a göre olmadığını ikisi de biliyordu.  Salâhattin Bey, Yusuf'un zamanla  alışacağını düşünse de Yusuf'a  bu  meslek, boş, sıkıcı ve manasız geliyordu.
Yusuf'un işe başladığı ilk haftada kasabada fena havadisler dolaşıyordu. Yusuf, babasından seferberliğin ilan edildiğini ve savaşın olacağını öğrendi. Coşkun ve genç askerler öleceklerinden  hatta ölümün ne olduğundan habersiz bir şekilde ortada bıraktıkları ailelerine, güçlü olmalarını söylüyordu. O genç kahramanların arasında Yusuf yoktu. Şube reisinin ilk tercihi, sakatlığı olan erkekler değildi.
Yine Şahinde'nin  komşusuna gittiği bir gün Salâhattin Bey, kalp krizi geçirmişti. Ne Yusuf, ne de  Muazzez ne yapacaklarını bilmiyordu, Yusuf, telaşla doktor çağırmak için evden çıktı. Muazzez eter  (Lokman ruhu) getirmek için yukarı kata koştu fakat ne doktor ne de eter, Kaymakamı uyandırabildi.
Ertesi gün  “kendine düşman edinmeyen” Kaymakamın evinin önünde bir yığın  kalabalık vardı. Kalabalık da öyle biri vardı ki yalnızca dişlerini sıkıyor, bunun korkunç bir rüya olduğunu düşünüyordu. Yusuf’un bu halleri insanları korkutuyordu. Yusuf  camiye doğru giderken semada yankılanan sela, onu kendinden geçirerek geçecek kadar farklıydı.
Salâhattin beyin ölümü birçok şeyi değiştirmişti. Yaşlı gördükleri bu adamın gidişiyle evi  tamamen bir  sükûnet kaplamıştı. Yusuf’un da artık tek derdi işi değildi. O şimdi kendiyle birlikte diğer iki kişiyi  de ayakta tutmak mecburiyetindeydi.  Değişenlerden biri de yeni Kaymakam İzzet Bey idi. Bu Kaymakam’ı, kimsenin gözü tutmamıştı özellikle Yusuf'a  karşı küçümseyici gözlerle bakıyordu ve Yusuf, bunun sebebinin, Kaymakamın yeni dostluk kurduğu  Hilmi Beyler olduğunu düşünüyordu.
Akşamı zor eden Yusuf, onu durduran Hulusi Bey'in yanına gitti. Babasının yakın arkadaşı Yusuf'la konuşup ona  tavsiyeler verdi.
Ertesi  sabah, İzzet Bey Yusuf'u odasına çağırdı. İzzet'in Yusuf'a bir iş teklifi vardı. Teklif edilen tahsildarlık işi, Yusuf için iyi olsa da Yusuf işin içinde bir fenalık olduğunu düşünüyordu. Bu teklife en çok Muazzez üzüldü. Yusuf gidince annesiyle kalacaktı ki bu da yalnızlıktan daha beterdi ama işlerin karışık olduğu bu vakitlerde başka çarelerinin de olmadığını biliyordu. Sabah, at almak için yola çıktığında ona eski dostu olan İhsan yardım etmişti. Yusuf'u hana götürüp, atın parasını borç vermişti. İkisi de tekrar görüşmekten memnundu. İşler bitince İhsan ile ayrıldı. İşte o vakit, Yusuf, dünyada hiçbir şeye bağlı olmadığını, bir yabancı olduğunu hissetti. Issız bir teşrinievvel günü eve geldi. Aç olan Yusuf, mutfakta pek bir şey bulamayıp önceden hazırlanmış pilavdan yedi. Sonra dışarıda olan Muazzez ve  Şahinde geldi. Yusuf'un eve yiyecek bir şeyler getirmemesinden şikâyetçi olan Şahinde, yüzüne karşı imalı şeyler söylüyordu. Yusuf, o gece nasıl bir yükü sırtında taşıdığını anlayıp bu yükün altında ezildi.
Yusuf en uzun seferindeydi. Muazzez ise odasına kapanmış onun gelmesini bekliyordu. Yusuf ve Muazzez, Şahinde ile konuşmaktan adeta kaçıyorlardı fakat Şahinde kızının kederli hallerine dayanamayıp onun yanına çıktı. Konuştuktan sonra aralarındaki buzlar biraz olsun erimişti. Şahinde'nin ağlayan kızına karşı, içini merhamet ve sevgi kaplamıştı. 
Olaylar hızlıca gelişiyordu. Muazzez ve annesinin kaldıkları eğlenceli akşam yemeklerine zamanla Şakir, Hilmi Be ve yeni Kaymakam gibi yeni yüzler de ekleniyordu. 

Muazzez'in son zamanlarda artan bu uygunsuz davranışları onu ilk başlardaki gibi rahatsız etmiyordu. Örneğin onu hediyelere boğan Kaymakam’a yakın olmaktan çekinmiyordu. Şakir ise bir zamanlar sevdiği kızın bu hallerine merhamet duysa da Yusuf’a beslediği kin, merhametini gölgeliyordu. Şakir sonunda o bayram günü yediği yumruğun intikamını almıştı. Kasabada Şahendelerin adının kötüye çıkmasıyla birlikte ahbapları onlara eskisi gibi itibar göstermiyordu. Şahinde ise tüm suçu Yusuf'a atıp bu olaylardaki rolünü kabul etmiyordu.
Bir gün öğlen vakitlerinde Yusuf eve geldi. Uzun süre kapıyı çaldıktan sonra kapıyı şiş gözleriyle Şahinde açtı. Yusuf öğle olmasına rağmen hala uyuyan karısının odasına çıktığında yatakta yatan kadını tanıyamadı. Ona neler yapmışlardı? Bu alkol kokan nefes onun nefesi, bu solgun sarı ten onun teni değildi. Şahinde’nin yanına hesap sormak için gitse de kadının söylediklerine cevap veremeyerek evden çıkmıştı. Şahinde onlara yardım edenin kaymakam olduğunu söylemişti. Yusuf bu adamın öylesine iyilik yapacağını düşünmüyordu. İçini saran kötü düşünceler ile hızla eve geldi. Daha 15 yaşındaki kızını kötü yola düşüren Şahinde’ye diz çöktürüp rica, biraz da tehditle karışık bir kaç söz söylemişti.
Yusuf olanlardan sonra bir hafta kadar şehirde kalmıştı ve çevresindeki insanların tavırlarından şüphelense de kimse açıkça bir şey söylemiyordu. Hala öğrendiklerine rağmen kontrolünü kaybetmeyişine şaşırıyordu.  Muazzez ile konuşmak istese de kızın dalgın halleri yüzünden konuşamıyordu. Eli kolu bağlı tüm çaresizliği ile onunla oynayan insanlar içinde ayakta kalmak için çabalıyordu.
Kaymakam Malmüdürüne Yusuf'un neden bir haftadır kasabada olduğunu sordu. Malmüdürü gerekli açıklamayı yapsa da Yusuf'u yanına çağırıp tekrar yola çıkmasını söyledi.
Yusuf yola çıkarken Muazzez'e imalı bir şekilde veda etti. Yusuf'un iması ile Muazzez korku ve acı ile birlikte Edremit'ten gitmek istediğini söyledi. Bu iş böyle aceleye gelmemeli diye düşünen Yusuf kasabadan ayrıldığında Muazzez’i yanında alıp götürmediğine çok pişman oldu. Geldiği Zeytinli köyünde hasta yatağına düşen Yusuf defalarca geri dönmek istedi. Hastalığı beşinci günde azalır gibi olduğunda daha fazla dayanamayıp gece kar dinlemeden yollara düştü.
Yusuf eve varınca ut sesini takip ederek odaların birine ulaştı. Gördüğü bu görüntü 3-4 gündür uyurken, rüyalarına; uyanıkken, daldığı yerlerde gördüğü görüntülerdendi. Karısının çok yakınında jandarma kumandanı Kadri Bey vardı. Şahinde, Kaymakam İzzet Bey, Hilmi Bey, Şakir ve Hacı Etem onu gördü. Oda utun susmasıyla sessizleşti.
Birkaç dakika içerisinde olanlar oldu. Yusuf elindeki kamçıyı Kaymakam’a doğru, sağa, sola savuruyordu. Kamçı lambaya isabet edince lamba kırıldı ve oda karanlığa büründü. Karanlığı Yusuf'un ve Şakir’in silahının sesleri takip etti. Kurşunlar bitince Yusuf Muazzez'e seslendi. Kimlerin öldüğünü umursamadan hala yaşayan karısını kuracağına alıp ata bindirdi.
Edremit'ten uzaklaşırken karısının yaralı olduğunu öğrendi.  En başından beri yağan kar artınca yaralı olan karısı ile birlikte bir ağacın altına oturdu. Muazzez’in üzerinde ilk kaçtıkları zamanki elbisesi vardı. Kendi elleriyle sanki bir canlıya hizmet edercesine karısının mezarını kazdı. Her şeyi anladığı vakit, önünde oluşan tümseği gördüğü vakitti.
Gözlerinden yaşlar akarken hayatının en korkunç yıllarını geçirdiği kasabadan uzaklaşarak yeni hayatına doğru ilerledi.


KARAKTER ANALİZİ

Karakter Listesi

1.      Yusuf
2.      Salahattin Bey  (Kaymakam)
3.      Muazzez
4.      Şahinde Hanım
5.      Şakir
6.      Karabaş’ın Mehmet
7.      Ali
8.      Kazım
9.      İhsan
10.  Mürüvvet Hanım
11.  Hacı Etem
12.  Köse İbrahim
13.  Kübra
14.  Kübra’nın Annesi
15.  Kübra’nın Babası Seyit Efe
16.  Yunus Ağa
17.  Hilmi Bey
18.  Hilmi Bey’in Hanımı
19.  Hulusi Bey
20.  Ceza Reisi
21.  Ali’nin Büyükannesi
22.  Meliha
23.  İsmail
24.  Cemal Çavuş
25.  Nuri Bey
26.  Hasip Efendi
27.  İzzet Bey  (Yeni Kaymakam)
28.  Kadri Bey
29.  Şube Reisi
30.  Malmüdürü


Karakterlerin Analizi

Yusuf:

Ailesi öldüğünde on yaşında bir çocuktu. Ebeveynlerinin ölümü üzerine Kaymakam ile tanışmıştı ve bu olayla acı dolu hayatına adım atmıştı. Yusuf, ölmüş anne ve babasının yanında saatlerce korkmadan bekleyecek kadar soğukkanlıydı  (9).  Yusuf, içine kapanık bir çocuktu. Ailesini kaybettikten sonra herkese ve her şeye yabancı kaldı. Zaman ilerledikçe daha da sessizleşti. Edremit’e taşınıncaya kadar kaldığı Nazilli’de odada tek başına otururdu  (16). Yusuf daima yalnızdı. Yusuf sessiz bir çocuk olmasına rağmen yaşadığı evde otoritesi sağlamdı  (27). Yusuf eğitime çok da olumlu bakan bir karakter değildi. Yusuf gücüne, kuvvetine güvenen bir çocuktu. Çevresini korkutan ne gücü ne de dayanıklılığıydı; çevresini ürküten sükûneti ve kendine olan güveniydi. Yusuf’un dik başlı ve kararlı bir yapısı vardı  (27-51). O, doğal ve masumdu. Sert bir mizacı olsa da merhametli bir karaktere sahipti. Mesela Kaymakam’a, Muazzez’e, Kübra’ya karşı merhametli davranırdı. Ayrıca köylülere, zeytinlikteki işçilere de merhamet ve anlayış gösterirdi  (26). Yusuf arkadaş canlısı biri değildi. Bunun sebeplerinden biri de Yusuf, toplumsal düzenin öngördüğü yükümlülük ve ödevleri yerine getiremediği için topluma uyum sağlayamayan bir kişiydi.
Yusuf, ne zaman insanlardan uzaklaşmak istese doğaya giderdi ve doğayı kendine benzetirdi. Asırlık bir ağacın kabuğundaki yarıklar gibi yaraları vardı ve en az o ağaç kadar yalnızdı (75).
Yusuf Muazzez’i ağlatacak derecede bir güzelliğe sahipti. Kafasının tam ortasında, saçlarının bir daire yaptığı yerden ensesine doğru inen harikulade muntazam bir hat, Muazzez’de hiç durmadan sarılıp öpmek arzusu uyandırıyordu. Kocasının çok geniş olmayan, biraz çizgili alnı, hiç çukur yapmadan bu alınla birleşen burnu daima birbirine sımsıkı yapışmış duran dudakları ve kahverengi gözleri vardı (143 – 78).

Yusuf’u bu şehirde tutan iki şey vardı. Biri Salâhattin Bey diğeri de Muazzez’di. O, Salâhattin Bey’in sabrına hayranlık duyuyor, harikulade denecek kadar iyi bir kalbi olduğu için onu seviyordu  (16-82). Muazzez’e karşı olan hisleri ise her zaman bambaşkaydı. Buna sebep olan olay belki de ebeveynlerinin onlarla ilgilenmemesi sonucunda sevgiyi de ilgiyi de birbirinde bulmalarıydı  (23). Kimseyle konuşmadığı zamanlarda bile Muazzez’e olan hislerini gizlemiyordu  (16). Her zaman Muazzez’i çevresindeki insanlardan koruyor küçük kardeşini asla ihmal etmiyordu  (31- 22). Muazzez’in evlilik dönemi geldiğinde Muazzez’e duyduğu sevginin kardeş sevgisinden farklı olduğunu fark etti. Duygularını Muazzez’e belli etmek istese de ilişkilerindeki büyük engel olan Ali’ye verdiği sözlerden dolayı kendini engelliyordu. Duygularının yoğunluğuna dayanamayıp Muazzez’i kaçırmıştı. Muazzez’i yabancı ve başka bir insan olarak düşünmüyor; kendinin bir parçası, kolu, gözü ve yüreği olarak zihninde canlandırıyordu.  Burada beğenmek veya beğenmemek, sevmek ya da sevmemek önemli değildi. Ona karşı hangi duyguyu hissettiğini bir an bile düşünmemişti  (82). Ali onun bu şehirdeki en yakın arkadaşıydı. İkisinin ilişkisi alışveriş niteliğindeydi. Yusuf, Ali’den küçük olsa da her zaman büyüğünü korur hatta ağabeylik yapardı. Ali ise Yusuf’un aksine okumayı, yeni şeyler öğrenmeyi severdi. Öğrendiği her şeyi Yusuf’a anlatır, Yusuf da anlattıkları her şeyi önceden biliyormuş gibi bir hal takınarak bazen tebessümle bazen ciddiyetle arkadaşını dinlerdi  (22).  Yusuf ve Ali ne zaman buluşsa bir süre sohbet eder sonra susarlardı. İkisi de bu derin sükûnetten rahatsız değildi. Ali her şeye rağmen Yusuf’un yanında olur, bilmediği şeyleri öğretir, körü körüne yürümesini engellemeye çalışırdı  (34). Yusuf’un yaşadığı evde katlanamadığı tek kişi Şahinde'ydi. Yusuf, Şahinde’nin edepsiz, gevşek çeneli olduğunu düşünüyordu  (15). Mümkün olduğunca Şahinde ile az konuşurdu. Yusuf’un merhamet duyduklarından birisi de Kübra’ydı. Zeytinlikte tanıştığı ince, uzun ve sapsarı olan bu kıza karşı derin bir acıma duygusu ve merhamet besliyordu. Belki de bunun en büyük sebebi bu küçük kızı, kendine benzetmesiydi.
Yusuf, roman bittiğinde ise I. Dünya Savaşı başlamış, seferberlik ilân edilmiş olduğuna göre yirmi bir yaşındadır.

Muazzez :

Salâhattin Bey ve Şahinde’nin evliliklerinin ilk yılında doğdu (14).  Yusuf ile tanıştıklarında üç yaşındaydı (16). Ne Kaymakam ne de Şahinde ona söz geçirebilirdi. Muazzez yalnızca en çok vakit geçirdiği Yusuf’un sözlerini dinlerdi. Aradan altı yıl geçmiş Muazzez on yaşına girmişti. Bu dönemlerde çeşitli el işleriyle uğraşıyordu. Müziğe meraklı biri olarak komşusu Mürüvvet Hanım'dan ut dersleri alıyordu. Yaşı on üçü bulduğunda birden güzelleşmiş, olgun, yetişkin bir hanım kız olmuştu. Muazzez hayatı boyunca narin ve zayıf bir genç kız olmuştu (144). Muazzez kim ile vakit geçirirse ondan etkilenen bir karakterdi. Mesela annesinin ısrarlarına dayanamayıp onunla birlikte komşu ziyaretlerine gidip konuk ağırlıyor, Hilmi Beyleri ziyaret ediyordu  (50). Korkak ve cesaretsiz olduğundan dolayı başından geçenleri Yusuf’a en başından beri anlatmak istese de anlatamamıştı. Zamanla birlikte pişmanlığı artarken aynı zamanda da iyi bir yalancı oluyordu. İçinde her zaman Yusuf’a karşı özlemi ve hatırladığında onu hemen ağlatan bir sevgisi vardı  (186-202).


Salâhattin Bey:

Kendinden on beş yaş küçük olan Şahinde ile evli otuz yaşında bir kaza kaymakamıdır (7-12). Kaymakam’ın hiç erkek çocuğu olmadığı annesi ve babasını cinayette kaybeden ve köyde başka kimsesi olmayan Yusuf’u yanında götürmüştür. Kötü alışkanlıkları vardır. Örneğin sigara içmektedir  (8), evliliğinde ve hayatındaki tüm sorunlara çözüm olarak rakıyı görmektedir  (14). Ayrıca kumar oynamaktadır (45). Kaymakam'ın küçük bir zeytinliği  (26) ve Edremit’te Bayramyeri dedikleri yabancı memurların da oturduğu semtte bir evi vardı. Evde pek durmaz, gündüzleri iş yerinde olur, geceleri dostlarıyla dışarıda rakı sofraları kurardı. Kurdukları rakı sofrasında beklenmedik misafir olan Hilmi Bey’e 320 altın borçlanmıştı. Ziyaretlere ve davetlere olumlu bakan biri değildi  (44). Tuzağa düşmemek ve namuslu kalmak istediği için çevresinde az sayıda insan barındırıyor ve yalnızca itimat ettikleriyle içiyordu.  Salâhattin Bey, Şahinde’yi yola getirmek, ona yol göstermek için onunla abi-kardeş, baba-evlat hatta bazen arkadaş olmayı denedi ama hiçbirinde başarılı olamadı. Şahinde, kocasıyla eşit olmaktaki ısrarını devam ettirince daha fazla tahammül etmedi. Salâhattin Bey çok sabırlı, yumuşak bir adamdı. Kızı Muazzez’i, ölmeden önce namuslu bir adamla evlendirmek istediği için Yusuf ile evlenmesinde bir sakınca görmemişti. Çünkü Yusuf ona en iyi bakabilecek kişiydi. Kaymakam, Yusuf’un fikirlerine önem verir, onu severdi. Yusuf’a diğerlerinden ayırarak onu işe alması onun nepotist (akraba veya adam kayıran) biri olduğunu gösterir.

Şahinde:
Kaymakam ile evlendiğinde on beş(12), anne olduğunda ise on altı yaşındaydı(14). Evliliğinin ilk yıllarında güzel, sakin bir kızken zamanla şirret, adalet isteyen, çoğu şeye boyun eğmeyen bir kadın olmuştu(13). Yaşlandıkça şişmanlamıştı.
Şahinde fikirlerine önem verilmeyen, iyi bir kısmet için büyütülen bir çocuk olduğundan dolayı "Sinirli ve manen bozuk." bir birey olmuştu(13). Belki de böyle büyütüldüğü için aynı kaderi kızı içinde uygun görüyordu. Kızı, Muazzez'i zengin biri ile evlendirip eşeğini sağlam kazığa bağlamak istiyordu.  Evliliğinden mutlu olamamakla birlikte sorumsuz bir anneydi. Rahat yaşımı kendine amaç edinmiş biri olarak sürekli gezmeye gider, çocuğu ve kocasıyla ilgilenmezdi(18). Şahinde'nin daha ahlaksız ve rahata olan düşkünlüğünü belli ettiği bölüm Kaymakam'ın ölümüyle belli olur. Rahat bir hayat için uygunsuz eğlencelere katılır, yanında kızını da götürürdü.

Şakir:

Şakir, Muazzez ve Yusuf 'un hayatına bir bayram günü girmişti ve o sıralar 18 yaşındaydı (31). Şakir ayyaş, hovarda, ahlaksız bir kişiliğe sahipti. Babası zengin soylu bir fabrikatördü (51). Babasının parasını kullanarak ya Rum orospularla ya da İzmirli oğlanlarla eğlenir, etmediği rezalet kalmazdı (31). Babası ve aile dostları Hacı Etem sürekli onun arkasını toplardı (50). Öyle ki Ali’yi öldürdüğünde bile rüşvetle şahitlerin ağızları kapatılarak Şakir'in suçsuz olduğu kanıtlanmıştı. Şakir kindar biriydi ve hırsından dolayı yapamayacağı bir şey yoktu. Şakir’in parayla kurduğu arkadaş “parti”si vardı. Ona ve “parti”sine jandarma da hükumet de karışamazdı.
Bakkal Seyfi’nin oğludur. Hatta okulu bittikten sonra babasının bakkalında çalıştı. Yusuf’un aksine okumayı, yeni şeyler öğrenmeyi seven, insanlarla iyi geçinen Yusuf’un, en yakın arkadaşı ve kendinden yaşça büyük olsa da koruduğu karakterdir (22). En yakın arkadaşının kız kardeşine âşık biri olarak başlarda Muazzez’den çekinmiştir ama zamanla sevdiği kızla evlenmek için Yusuf ile konuşmuş, onunla anlaşma yapmıştır (30-71). Ali, arkadaşı İhsan'ın hatırı kırılmasın diye gittiği düğünde Şakir tarafından vurularak ölmüştür.

Kübra, Yusuf’un zeytinlikte tanıştığı, ince, yaşına göre uzun, hastalıktan ortaya çıkmış sarımsı yüzü, siyah ince ve kesin kaşları olan kızdı. Simsiyah iri gözlerini, görmüş geçirmiş bir edayla insanların üstünde tutuyordu.  Yüzünde, gözünden dudağına kadar her yeri çok yaşanmışlığı, bezginliği hatta nefreti yansıtıyordu. Çehresi ve bakışları Yusuf’u suçlu hissettirdiği için Yusuf, onu ve annesini işe almıştı (35). Kübra bu romandaki en talihsiz kişiydi. Önce babası tarafından terk edilmiş, yataktan kalkamayacak kadar aç kaldığı zor günler geçirince son bir umutla Hilmi Beylerin yanında çalışmaya başlamışlardı (41). Orada da Şakir rahat vermemişti. En sonunda Şakir, Hilmi Bey ve Hacı Etem'in de olduğu bir vakit Hilmi Bey’in bağında tecavüze uğramıştı (64). Yusuf ile taşınca da her şey hızla ilerledi. Yusuf yaralandı, anne ve kız yaralı çocuğu eve getirdikleri vakitten itibaren Kaymakam'ın evinde kalmaya başladı (52).

Yusuf ile karşılaştırıldığında yirmi dört yaşındaydı. Hacı Etem, “güzel ve kurnaz bir çocuktu.” Henüz dört yaşındayken anne ve babasıyla hacca gittiği için ismi hacı olarak kalmıştı. Zengin olmamasına rağmen iyi giyinir, çok gezerdi. Bu rahat tavırlarının sebebi ise Şakir’in de bulunduğu zengin arkadaşlarından kaynaklanıyordu (32). Şakir’in en yakın arkadaşıdır. Her daim Şakir’i koruyup kollar.

Salahattin Bey  öldükten sonra şehre yeni atanan kaymakamdır. Kaymakam olmadan önce "En kıdemli memur olan tapu müdürüydü  (164) . 30 yaşlarında genç, sarışın sıska vücudu olan, "kirli sarı saçlara, daha koyu bıyıklara sahip"  bir karakter  (165).  Şehrin ileri gelenleri ile birlikte sürekli işbirliği içinde olan eğlenceye düşkü, eli açık biri.

Cemal Çavuş:

“Genç ve meslekte yeni bir candarmaydı, fakat Hacı Etem’in buraya Ali’ye yanıp yakılmak için gelmediğini anlamayacak kadar saf ve acemi değildi.” (93). Cemal Çavuş, para karşılığında adalete ihanet edecek bir jandarmaydı. Hacı Etem, para verince Şakir’in Ali’yi öldürdüğünü ortaya çıkaracak olan silahı değiştirmesine ses çıkarmamıştır.

Karabaş'ın Mehmet:

Yusuf hakkında alaylı konuşarak çevresindekileri güldüren, Yusuf’un dayanamayıp yumruk attığı ilk çocuktur. (21).

 

Kazım:

Alanyalı Rüştü Efendi’nin oğludur. Evlerinin bahçelerinde bulunan dut ağacından dolayı Yusuf’un da katıldığı gezintilere pek bir şey götürmezdi  (23).

Yusuf’un bu gezilerde tanıdığı, arkadaş çevresindeki en gani gönüllü karakterdi. Babası avda öldüğü için on dört yaşında evin erkeği, babasının bütün parasının sahibi olmuştu. İyi kalpli, mert, şımarık ve kavgacı bir çocuktu. Bir hafta süren düğünü ile Çoruk'tan bir kız ile evlendi (81).

Mürüvvet Hanım:

Muazzez’in de dâhil olduğu kız grubuna ut dersi veren terzidir.

Köse İbrahim:

Yusufların zeytinliğinde işçi başı olarak çalışan karakter (35).

 

Kübra'nın Annesi:

Kocasının terk etmesi sonucunda beş kuruşsuz kalınca Hilmi Beylerin yanında çalışmaya başladı.

Kübra’nın babasıdır. Çine’den çıkmadan önce melek gibi bir adam olsa da, Edremit'e taşınınca kötü alışkanlıklar edinip eve geç gelmeye başladı. En sonunda da karısını ve kızını terk etti.

Yunus Ağa:

Arasta'da pabuççudur. Seyif Efe ile ilgili aldığı haberleri Kübra’nın annesine söylerdi. Hilmi Bey’in yanındaki işi kişidir.

Şişman, süslü, çeşitli mücevherler takmayı seven bir karakter (42). Şahinde'nin ev gezmelerine birlikte gittiği yakın arkadaşı.

Hilmi Bey:

Zengin, soylu bir fabrikatör. Edremit'in eşraflarından olan bir karakter. Kumarbaz ve parasını her alanda kullanan biri. Devlet adamlarından dostları olan, oğluna toz kondurmayan bir karakter.

Hulusi Bey :

Kaymakamın avukat arkadaşıdır. Tavşanbayırı'nda büyük ve güzel bir evi vardır  (44). Bunun dışında bir yazıhaneye sahiptir (168).

Ceza Reisi:

Salâhattin Bey'in kumar ve alkol arkadaşı.

Zengin bir karakter ve Ali'ye değer veriyor  (71).

Meliha:

Şube Reisi'nin kızı, Vasfi'nin kardeşi ve Muazzez’in arkadaşıdır.

"Sarı mintanlı, genç bir köylü" (137) Yusuf'un Muazzez ile kaçarken götürdüğü arabayı şehre getiren kişi. Ayrıca hakkında Kaymakama da bilgi getiriyor.

Nuri Bey:

Hükümette çalışan memurlardan biridir. Somurtkan bir kişiliğe sahip karakterdir.

Hasip Efendi:

İbadetlerini eksiksiz yerine getiren hükümet memurlarından biri.

 Malmüdürü:

Yusuf’un tahsildar işindeki müdürü.


Mekanlar:

Romanda, mekanlar çatışma ve zıtlıkların kolay verilebilmesi için küçük bir Anadolu “kasaba”sı olan Edremit seçilmiştir. Yine diğer mekanlar da çatışmaların, temanın, ana fikrin aktarılmasında önemli rol oynadığı için kısaca mekanlar:
Aydın’ın Nazilli kasabasına yakın, çamurlu ve bakımsız yollarını incir ve  ceviz ağaçlarının takip ettiği bu köyde; Yusuf doğmuş, büyümüş, annesi ve babasını kaybetmişti  (7-8).

Nazilli Kasabası:

Kaymakam'ın Edremit’te tayini çıkıncaya kadar yaşadığı, Kuyucak'a yakın olan bir kasabadadır.

Edremit:

Romanda en önemli ve olayların geliştiği mekândır. Edremit kahvesiyle, camisiyle, meydanıyla, bitki örtüsüyle tamamen bir Anadolu kasabasıdır. Edremit hem fakirlerin hem de zengin ve soylu kesimin bir arada yaşadığı yozlaşmış bir kasabadır. Tıpkı içerisinde yaşanan halk gibi iki bölümden oluşur. Bir tarafta yapay olarak nitelendirilebileceğimiz kasaba-şehir varken diğer tarafta doğal olarak nitelendirebileceğimiz doğa, kasabanın dışı, zeytinlikler ve dağlarlar bulunmaktadır.
Edremit: “Edremit, üç tarafını saran Çamtepe, İbramcaköy ve Tavşanbayırı isimli üç yamaca yaslanan büyükçe, şirince bir kasabaydı. İki küçük dere, kasabanın içinden ve kaldırımlı sokakların ortasından gelerek Aşağıçarşı dedikleri yerde birleşiyor, sonra biraz ileride kasabayı yalayıp geçen Büyükcay'a kavuşuyordu. Tepelerden birine çıkıp bakıldığı zaman, görülen manzara ender bir şeydi: Damların yosun tutan ve kararan kiremitlerini nihayetsiz dut, erik ve iiri yapraklı incir ağaçları örtmeye çalışıyor, derelerin kenarını beyazımtırak yapraklarıyla uzun kavaklar, bazı yerlerde kopan bir şerit halinde ve yalnız kenar mahallelerde takip ediyor; bunların arasında belki yirmiden fazla minare, bembeyaz yükseliyor ve uzaktan bakan bir göze, tıpkı kavak ağaçları gibi hafif hafif sallanıyor hissini veriyordu. Yukarıçarşı'daki Kurşunlu Camii'nin iki kubbesi daima dönük bir ışıltı ile parlıyordu. Bu, ağaç, minare ve kiremit kümesinin etrafını çevreleyen ayva ve diğer meyve ağaçlarından ve ova tarafında bağlardan ibaret açık yeşil bir çember sarıyor; onun etrafında da siyah yapraklı zeytinlerin daima kıkırdayan halısı göz alabildiğine uzanıyordu. Şehrin içeri orta halli bir esnaf manzarası gösterirdi. Dar sokakların iki tarafındaki ahşap fakat oldukça biçimli ve aşağı yukarı birbirine benzeyen evlerin hepsinde muhakkak bir bahçe vardı. Bunların arasında bazen sivriliveren büyük eşraf evleri, beyaz badanaları, çifte kanatlı sokak kapıları ve ikinci katın sokağa doğru yaptığı çıkıntıdaki tozlu kalyon ve muharebe resimleri ile insana küçükken dinlediği masalları anlatırdı. Salâhattin Bey’in evi Bayramyeri dedikleri semtte yabancı memurların oturduğu Rum mahallesi ve Aşağıçarşı tarafından uzaktaydı. Sokağın köşesinde olan evin arkasında büyük bir bahçe vardı. Evin ön tarafındaki meydanda bulgur değirmeni vardı (19).
Edremit, sınıf farklıklarının kendini belli ettiği bir kasabadadır. Yalnızca büyükler değil daha çoğu şeyi tozpembe görmesi gereken çocuklar arasında da belirli sınıflar vardı.
“Burada çocukların büyük adamlar gibi, muhtelif sınıfları, muhtelif grupları vardı ve bu tasnifte büyüklerinkinden çok farklı esaslar gözetliyordu.” (20).
Edremit; Yusuf’un, eğitim hayatının başladığı, en zor günlerini geçirdiği, dostluklar ve düşmanlar kazandığı, yeniden kayıplar verdiği kasabadır. Bir tablo gibi her şeyiyle birbirini tamamlayan bu kasaba her şeyin sonuca vardığı yerdir.

Bağların bulunduğu bölge.

Kozak civarındaki bu köy Yusuf ve Muazzez’in evlendiği yerdi.

Karakterlerin Diğer Karakterlerle İlişkileri

Romanın başkahramanı Yusuf, roman sonunda 21 yaşındadır. Ancak roman başında kendisi de bir çocuktur. Annesi babası ölmüştür ve başka akrabası da yoktur. Kaymakam ve devletin müşfik elinin gösterilebilmesi için çocuk yaşta bir kahraman bu iş için uygundur. Tavırları bir eşkıya gibi asi de olsa kimsesiz ve yaralı bir çocuk olan Yusuf’un en iyi yaptığı şey hiç gülmeden, ciddi kalabilmesidir. Kimsesizlik yarasını da en iyi doğada sardığı için sürekli tabiatın koynunda kendini bulmaktadır ve mümkün olduğunca insanlardan kaçmaktadır. Hatta romandaki birçok karakter bu durumu yadırgamakta ve anlayamamaktadır. Yusuf aynı zamanda Hz. Yusuf güzelliğiyle insanların dikkatini çekmektedir. Çocuk yaştayken bir başka çocuk Kaymakam ve Şahinde’nin kızı Muazzez’i o büyütmüştür. Ancak Yusuf’un güzelliği Muazzez’in onu eş seçmesinde önemli rol oynamış ve sürekli ona âşık kalmıştır.
Yusuf; fakir, kimsesiz, art niyetsiz, az konuşan biri olarak devlet adamlarıyla eşraf arasındaki yozlaşmayı en iyi aktarabilecek şekilde tasarlanmıştır. Yine romanın arka planında geçen köylü-şehirli, zengin-fakir, çalışkan-tembel, sorumluluk sahibi-mirasyedi, iyi aşık-kötü aşık çatışmalarını aktarmak için ideal bir kişiliktir.
Muazzez, romanda ailenin ilgisizliğinin ve evlilikte uyumu kaybeden ebeveynlerin çocuklarının durumunu göstermek için iyi bir karakterdir. Yine zengin koca bulmak hayaliyle yaşayan kızlar ve anneleri anlatmak için romanda önemli bir fonksiyon üstlenir. Muazzez, daha çocukluktan itibaren kendini yetiştiren ve bakımını üstlenen Yusuf dışında kimseyi dinlemeyen bir kişidir. Romanda ayrıca vahşi güzelliğin temsilcisi olan Yusuf’u mücadelesini aktarabilmek için iradesini ortaya koyamayan bir karakter olarak resmedilmiştir. Bu aynı zamanda herkesten kolay etkilenmesini doğurmuştur ve Muazzez’in Yusuf’la evlendikten sonra zenginler ve annesi tarafından kolayca idare edilebilmesini doğurmuştur. Bu da Yusuf’un içindeki isyanı ortaya çıkaran bir unsur olmuştur.
Kaymakam Salahattin Bey, kendinden 15 yaş küçük Şahinde’yle evlilik yapmış bir devlet adamıdır. Yaşça kendinden küçük kadınlarla evlenen yaşlı adam karakteri rolü verilen Kaymakam, karısı Şahinde’yle hep sorun yaşamıştır. Evlilik hayatı hiç düzgün gitmemiştir. Şahinde’ye baba, abi, arkadaş olmayı denemiş ama Şahinde hiçbirini kabul etmemiş aksine bunlar Şahinde’yı tabiri caizse zıvanadan çıkarmıştır. Kaymakam da terbiye edemediği ve kendini her durumda zora sokan Şahinde’nin bu tavrı karşısında sigara, rakı, kumar gibi illetlere bulaşmıştır. Bu alışkanlıklar, onun devlet yönetimiyle zenginler/eşraf arasındaki sınırı kaybetmesine sebep olmuştur.  Sabırlı ve yumuşak biri olmasına rağmen Kaymakam, sıra dışı bir şekilde kimsesiz, fakir, köylü ve erkek Yusuf’u evlat sonra damat edinmiştir. Yusuf’un Kaymakam’la yan yana gelmesi aşk, aile, devlet yönetimi, devlet yöneticileriyle eşrafın çizgiyi aşan ilişkileri, çocuk bakımı, evin hanımı, evin reisi, masumiyet, zenginlik-fakirlik, şehir hayatı ve otantik hayat gibi onlarca konunun kolay kıyaslanmasını sağlamıştır. Kaymakam’ın Yusuf’la olan bu ilişkisi sadece devletteki yozlaşma ve nüfuz mücadeleleri değil aynı zamanda para karşılığında adaletin alınıp satılması, kendi akraba veya adamlarının kayırılmasını (nepotizm) gözler önüne sermiştir.
Şahinde, kaymakamın şişman eşidir. İyi bir kısmet için yetiştirilmiştir. Kendisi de kızı Muazzez’i zengin bir kısmet için yetiştirmektedir. Eşraf ve zengin hanımlarıyla gezmelerde vaktini harcamakta bu arada kızını ve kocasını sürekli ihmal etmektedir. Üstüne bir de hiçbir şeyden memnun değildir. Yusuf’u sevmez, Yusuf da onu sevmez. İdeal olan olmaması gerekenin mücadelesi gibi algılanabilecek bu durumun asıl sebebi kendisinden yaşça çok büyük bir eşle evli olmak yatıyor gözükse de, Şahinde’nin bir eş olarak suçlarını örtmeye yetmemektedir. Kızı Muazzez’i bir başka çocuk Yusuf’a teslim etmesi veya sonradan Yusuf’a eş olan Muazzez’i laf-söze yol açacak şekilde gezmelere götürmesi Şahinde’nin romanda anlatılmak istenen zıtlıkları aktarmak için önemli bir rol üstlendiğini gösterir.
Şakir, hırslı ve kindar birisi. Zengin ve nüfuzlu ailelerin çocuklarında görülen birçok arızaya sahip: ayyaş, hovarda ve ahlaksız. Babası bir fabrikatör ve Şakir vaktini Rum orospularla geçiriyor. Bu kadar sorumsuz bir hayattan arda kalan çöpleri de dostu bir başka genç Hacı Etem topluyor. Yusuf’un arkadaşı Ali’yi öldürdüğünde jandarma komutanını verdiği rüşvetle kurtaran da Hacı Etem oluyor. Şakir şehirli ve zengin bir karakter olarak köylü ama güce yakın Yusuf’un karşısında bir karakter.
Şakir tarafından öldürülen Ali de Yusuf’un yeni şeyler öğrenmeye meraklı arkadaşı. Babası bakkal olan Ali’nin hamisi, Yusuf.
Kübra, Yusuf gibi köylüydü. Babası tarafından terk edilmiş, annesiyle yaşayan ve hayattan bezmiş bir kızdı. Şakir, Hilmi Bey'in bağında Kübra'ya tecavüz etti. Yusuf'la tanışınca Kaymakam'ın evinde kaldı.
Hacı Etem, 24 yaşında kurnaz biriydi. Genç yaşta anne babasıyla hacca gitmişti. Zengin değildi ama giyimi iyiydi. Zengin Şakir'in yakın arkadaşıydı.
İzzet bey, Salahattin Bey ölünce kaymakam olan kişiydi. O da şehrin ileri gelenleriyle çizgiyi aşan münasebetler içindeydi. Yönetici değişse de anlayış değişmedikçe uygulama ve sonuçlar değişmez dedirten bir karakter olarak romanda görev üstlenmektedir.
Cemal Çavuş, genç ancak ekabire yakın durmaktan, para için hukuksuzluğa göz yuman biriydi. Aslında hiçbir kişi veya kurum kendine suç ortağı bulmadan/bulamadan hukuksuzluklarını sürdüremez. Kaymakam veya bir başkasının hukuksuzluklarını sürdürebilmek için böyle yardımcı, yan karakterlere ihtiyaç vardır. Cemal Çavuş’u yozlaşan çarkın bir parçası olarak ve eşraf-ekabir-zengin sofrasının bir elemanı olarak düşünmek gerekir.
Hilmi Bey, Edremit eşrafından bir fabrikatördür. Devlet eşrafı üzerinde nüfuz sahibidir. Kumarbaz. Parasıyla oğlunu sürekli koruyan birisidir. Paranın ve nüfuzun birçok kapıyı açtığı ve birçok günahı örtebildiğinin göstereni olarak romanda yer alır.

Edremit kahvesiyle, camisiyle, meydanıyla, bitki örtüsüyle tamamen bir Anadolu kasabasıdır. Edremit hem fakirlerin hem de zengin ve soylu kesimin bir arada yaşadığı yozlaşmış bir kasabadır.
Edremit, sınıf farklıklarının kendini belli ettiği bir kasabadadır.
“Burada çocukların büyük adamlar gibi, muhtelif sınıfları, muhtelif grupları vardı ve bu tasnifte büyüklerinkinden çok farklı esaslar gözetliyordu.” (20).

Karakterlerin Tema ile İlişkisi

Romanın teması, toplumdaki bozulmalardır. Yusuf, Kübra, Kübra’nın annesi fakir ve köylü karakterler olarak nitelenebilir. Kaymakam, Şahinde, Şakir, Hacı Etem, Hilmi Bey, Jandarma Çavuşu şehirli, zengin, eğitimli, yetkili kişilerdir. Kuyucaklı Yusuf, ailedeki bozulmayı aktarmak için köylü bir karakter olarak şehirdedir. Kaymakam Sabahattin Bey de devletteki bozulmayı göstermek için zenginlerle iç içedir.  

Karakterlerin Ana Düşünceyle İlişkisi

Romanın ana fikri; 1900’lerde son günlerini yaşayan Osmanlı Devleti’nde devletin, toplumun, ailenin bozulduğudur. Romanda Yusuf, masumiyeti temsil etmektedir. Kaymakam ve onun çevresindekiler yozlaşan toplumun, ailenin karakterleri olarak vardır.  

SEMBOL ANALİZİ

Romanda çok sayıda yan ve ana düşünce iç içedir. Birçok tema ve çatışmayı birbirinden soyutlamadan veren yazar ara bu çatışmaları semboller üzerinden aktarır:

Bulut:

Yusuf, Kaymakam'ın evine geldikten sonra kimseyle konuşmayıp odasında oturup pencereden Kuyucak'ın dağlarını ve bulutları izliyordu. Bulut burada Yusuf'un geçmişe olan özlemini temsil ediyor, belki de bulutlar Yusuf'a güzel bir geleceğinin olacağına dair umut veriyordur.

Rakı:

Rakıyı, unutmak ve düşünmemek için insanla korkak ve kolaya kaçan insanlardır.  Salahattin Bey gerek evliliğindeki gerek işindeki olumsuzluklardan dolayı kolay yol olan alkole başvuruyordu. Şahinde ile kötü bir olay yaşadıklarında konuşup çözüm yolu aramak yerine unutmayı tercih ediyordu. Rakı sofrası; Anadolu’da zenginlerin, güçlülerin saatlerce vakit geçirdiği bir yerdir. Ayrıca sarhoşluk, aklı devreden çıkaracağı için birçok olayı aktarmak için iyi bir yöntemdir.

Kumar:  

Kumar çoğu şeyi emek sarf etmeden kazanabileceğini düşünen insanlar için bir umut kaynağıdır. Her şey şansa bağlıdır. Kazanırsan daha zenginsindir, kaybedersen yavaş yavaş her şeyini masaya bırakırsın. İşin içine birde alkol girince işler çığırından çıkar. Salâhattin Bey masada oturan eşraflara, kızı Muazzez'i ortaya koyduğunu bilmeden katılıp borca girmişti. Kumar, etkili ve yetkili bir kişiyi hem en iyi rezil etme hem de en kolay elde etme biçimidir.

Kırılan lamba:

Romanın son sahnesinde, silahların havaya patladığı vakitte lamba Yusuf'un kamçı darbeleriyle kırılmıştı ve kime ne olduğu anlaşılmamıştı. Lamba patlamasaydı belki de Muazzez ölmeyecekti. Yusuf kötü anılarının olduğu bu şehri başkaldırıp terk etmeyecekti. Ayrıca burada kırılan lamba ile karanlığa bürünen ev bize, romanın sonuna geldiğimizi, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösteriyor olabilir. Kırılan lamba, olanın değil değerlerin aşınmasının önemli olduğunu vurgulamak için ve kalanı okuyucunun zihninde canlandırmasına izin vermek için harika bir yöntem olmuştur.

Rüşvet:

Zengin ve güçlü insanlar çoğu dönemde yaptıkları hataların ve suçların üzerini para ve tehdit ile örtüp ortadan kaldırabiliyorlar. Romanın ana sorunlarından biri, eşraf aileler ve devlet yönetimi arasındaki bağdır. Bu bağ adaleti ortadan yok etmiş; güçlünün zayıfı, zenginin fakiri öldürdüğü bir dünya haline getirmiştir. Tabi bunlara sebep olan şeyde eşrafın maddi iradelerini kullanarak devlet memurlarına uygunsuz teklifleridir.
Romanın başında şehirlilerin cinayet yerine gelirken deri kalpak takacak kadar zengin olması fakat köyde yaşayan çocuğun çıplak ayakla dolaşması toplumdaki sınıf farklılıklarını gözler önüne seriyor.

Kesik parmak:

Yusuf’un romanın başında annesi ve babasının katiline saldırması sonucunda kopan parmağı, ileride seferberlik ilan edilince orduya katılamamasını sağlamıştır bu da Sabahattin Ali'nin ne kadar tutarlı bir yazar olduğunu gösterir.

Senet:

İnsanlar, aralarındaki sözlü anlaşmaları yazıya dökerek tüm kaçış yollarını kapatıyorlar. Böylece borçlu olan tarafın eli kolu bağlanıyor. Salâhattin Bey’in, Hilmi Beylere borçlanması sonucunda  imzalanan senet, Salâhattin Bey’in elini kolunu bağlamanın yanında Hilmi Beylerin Muazzez konusunda ciddi olduklarını gösterir.

TEMA VE ANA DÜŞÜNCE ANALİZİ

Tema

Romanın teması, toplumdaki bozulmalardır. Bu bozulmaları; devlet yöneticileriyle zenginlerin arasındaki ilişkide, aile yapısında, aşkta, köylü-şehirli münasebetlerinde, adalette görülmektedir.

Ana Fikir

Romanın ana fikri; 1900’lerde son günlerini yaşayan Osmanlı Devleti’nde devletin, toplumun, ailenin bozulduğudur. Romandaki tarihlendirmelerden hareketle romanın 1912-1913 yıllarında geçtiğini söylemek mümkündür. Bu dönemi Osmanlı Devleti gücünü iyice yitirdiği dönem olarak nitelemek mümkündür. Devlet otoritesinin iyice zayıflaması, zengin ve soylular lehine bir yozlaşmayı da beraber getirmiştir. Bir yerde yozlaşma varsa bunu bir kurumda görmezsiniz. Belki bunu daha iyi ifade etmek için bir yere kendi halinde bırakılmış elmayı düşünmek gerekir. Bir elma kendi haline bırakıldığında birçok yerden bozulabilir. Birçok yerden elmaya kurt girebilir ve elma birçok yerden pörsüyebilir. Romandaki Osmanlı da öyledir. Devlet, ailede, şehirlerde, köylerde, insani ilişkilerde, adalette, aşkta, zenginlerde bozulmalar vardır. Kuyucaklı Yusuf, bu yozlaşmaları, bozulmaları ve çürümüşlüğü bir bütün halinde gözler önüne seren bir roman olmuştur.
Romanda ana düşünce ve yan düşünceye örnekler vermek gerekirse, birkaç olayı buraya yazmak lazım. Yönetimdeki ve nüfuz müsaadelerindeki yozlaşmalara örnek olarak, Hacı Etem'in Şakir'i kurtarmak için jandarma komutanı Cemal Çavuş'a rüşvet vererek delilleri ortadan kaldırması, ayrıca mahkeme heyetinin Şakir'in Ali'yi vurduğunu bilmesine rağmen sessiz kalması, eşraftan birilerinin sürekli Kaymakam'la oturup kalması, birlikte kumar oynayıp borçlanmaları, alkol kullanmaları gibi ciddi sorunlar gösterilebilir.
Romanda yönetimdeki yozlaşmaların yanında zengin-fakir, kadın-erkek gibi çatışmalarda vardır. Örneğin, romanın başında şehirden gelenlerin, deri kalpak takması fakat köyde yaşayan küçük kızın çıplak ayaklı olması. Yusuf'un yetiştirilme şeklinden dolayı kadınların fazla ses çıkarmaması, evde son sözün erkeğe ait olması gibi yanlış düşüncelere sahip olması, o dönemde yaşanan ciddi sorunlardan sadece bazılarıdır. 
Şahinde'nin ev gezintilerine gitmek için henüz üç yaşında olan kızını hala çocuk olan Yusuf’a bırakması, Kaymakam’ın gündüzlerini işe, gecelerini de dostlarıyla kurduğu rakı sofralarında harcaması yüzünden kızına ve karısına vakit ayırmaması, Muazzez’in ilgisiz bir çocuk olarak yetişmesine neden olmuştur.
O dönemdeki insanların çocuklarına olan ilgisiz tavırları;  Aileler farkında olmadan çocuklarına kötü bir hayat hazırlıyorlardı. Hilmi Bey gibi bazı ebeveynler, çocuklarının hata yapıp yapmamasıyla ilgilenmeden yalnızca çocuklarının arkasında dururlar. Onlara karşı olan bu tutumları, çocuklarının şımarık, görgüsüz, gözü yükseklerde ve her istediğini elde edebilecek birer yetişkin olmasına zemin hazırlıyor. Şahinde’nin ailesi gibi olan bazı ailelerde dünyaya getirdikten sonra belli bir amaç için büyütüyor bu süreçte de çocuklarına nasıl olduklarını, ne düşündüklerini bile sormuyorlardı. Böylece çocuklar kapalı büyüyor, her şeyi içinde yaşıyorlardı. Bu da onların gelecekte ki hayatında sinirli ve manevi açından bozuk bir birey olmasına neden oluyordu  (13). “Onlar işportaya konan bir elma gibi onu süsleyip temizlemişler, parlatmışlar, sonra yağlı bir müşteriye okutmuşlardı. Kız yetiştirmekten de gaye bu değil mi?”  (13).
Şehirli-köylü çatışması için Yusuf-Kübra ve diğerleri şeklinde bir ayrım mümkündür. Ancak Yusuf ideal ve saf köylü tipi için Kübra ise annesiyle şartların zorlamasıyla ve diğer sebeplerden masumiyetini koruyamamış köylü bir karakterdir. Şahinde’nin Yusuf’a bakışı, tersinden Yusuf’un Şahinde’nin tavır ve davranışlarıyla ilgili gözlemleri, köylü-şehirli çatışmasında pik yapan yerlerdir. Şehirliler tarif edilirken  “Siyah kuzu dersi kalpak”, köylüler tarif edilirken “Çıplak ayaklı kız çocuğu”  (7) tasviri kullanılır.
Sorumlu ve sorumsuz ebeveyn de yine Yusuf gözünden annesi ve Şahinde arasındaki kıyasta veya Yusuf’un babası-Kaymakam Salahattin Bey arasındaki mukayesede ortaya çıkmaktadır. Yine bu temayla beraber kadın-erkek ilişikleri de işlenir. Mesela Yusuf, Şahinde’ye çok şaşırır: “Yusuf bir kadının çenesini bu kadar açabilmesine hayret ediyor...” (15). “Bir evde sözü geçecek, hüküm yürüyecek yegâne adam o evin erkeği olduğuna ve o erkek de kendisi istediğine göre, Şahinde Hanım’ın sözlerinin bir kıymeti olmazdı.”  (15) “ Lakin derhal anladı ki, bu kızcağız kendisini hiç de küçük, basit görmemekte, bir müsavat istemektedir.”  (12)
İç içe giren bu temalar içinde şehirli ve köylü kadın farkı romanda şöyle ortaya konur: “Anasıyla babası arasında da kavga olurdu ama bunlara kavgadan ziyade babasının herhangi bir şeye kızıp acısını anasından çıkarması demek daha doğruydu. Çünkü zavallı kadıncağız mukabele etmek, hatta ağzını açmak şöyle dursun, gözlerini bile kaldıramaz, sessiz sessiz ağlardı.”  (15).
Romanda sınıf ayrılıkları birçok yerde işlenir.  Mesela nüfuz sahibi Şakir’in ekip kurması şöyle anlatılır: “Şakir’in kendine benzeyenlerden ibaret partisine ne hükümetin ne de jandarmanın karışmaması çünkü parayı bolca oynatıyorlardı.” (33). Bu sınıf farklılıkları çocuklar arasında bile vardı. İnsanların farklı olduğu düşüncesi yerleştikten sonra adaletsizliğin gelmesi çok uzun sürmezdi. Artık Hilmi Bey parasıyla adalete söz geçirebilirdi. Hapishane onun serseri oğlu için değil başka serseri çocuklar için mekân olabilirdi: “Hapishane ancak serseriler, köylüler ve aşağı tabakadan insanlar içindi; bir Hilmi Bey’in oğlu, adam öldürse bile, onlarla bir tutulamazdı.” (96). “Mahkeme uzun sürmedi. Zaten Şakir, tevkifinin haftasında müstantik tarafından serbest bırakılmıştı. Bu bir haftanın da ancak gündüzlerini, onu da müdür odasında oturup cigara içmek ve nizamiye kapısının yanında ki küçük bahçede aşağı yukarı dolaşmak suretiyle, hapishanede geçirdi.”  (96).
Zenginler olunca onların işlerini yürüten işçilere ihtiyaç vardır. Haliyle bu durumda mal sahibi-işçi sorunları gündeme gelmektedir. Mal sahipleri işçilere karşı hiç de olumlu tutum içinde değildir (26).
Romanda paranın ve gücün değiştirdiği insanların yanında özüne uygun davranan insanlarla, köy ve şehir hayatı, köyün ve şehrin doğası-manzarasını görmek mümkündür. Romanda doğa; yaşamı, aşkı, sevgiyi, umudu, bozulmamışlığı, kirlenmemişliği, masumiyeti temsil ederken; kasaba ya da şehir yozlaşmayı, yapaylığı, ölümü, şehveti, kirlenmeyi, adaletsizliği temsil eder. 
Osmanlı Devleti’nde 1900’lü yıllarda değişikler oluyordu. Bunlardan biri de hürriyetin ilanıydı. Hürriyetin ilanıyla halk eskisi kadar rahat değildi. İlan sonucunda Osmanlı Devleti’nde askeri ve sosyal alanda ilerlemeler katledilse de sorunlar tam olarak çözülememiş, çatlaklar hala kapanmamıştır. Bunu da henüz mesleğinde yeni olan jandarma Cemal Çavuş'un adalete duyduğu saygısızlıktan anlıyoruz.

Havva Gizem TEPER-Burcu AKTAŞ