Translate

Pazartesi, Kasım 15, 2021

Mes’ele-i Mebhûsetün Anhâ (Tanzimat Edebiyatı Döneminde Bir Dil Tartışması)

 

Tanzimat Edebiyatı sanatçısı Şinasi, Batılı anlamda ilk gazete Tercüman-ı Ahvâl’i (1860-1866) çıkarmıştır. 1862’de Tercüman-ı Ahval’de yaşanan bir tartışma, Şinasi’yi bir dil ve edebiyat tartışmasının içine sokmuştur. Şinasi açısından son derece seviyeli bir üslupla sürdürülen tartışma, iki rakip gazete   Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis ile Tasvir-i Efkâr arasında olmuştur. Tasvir-i Efkar İzmir vilayetinin mahsulünden ve gümrüklerinden elde edeceği vergilerini toplama işini üstlenen mültezim Rum sarraf Manok Efendi ile şikayetleri gazete yayınlar. Manok da cevabını Şinasi’nin gazetisine rakip İngiliz Churchill’in gazetesi olan Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis’te yayınlar (24 Ekim 1864). “Mesele-i Meb’huset-ün Anha” olarak bilinen bu tartışma, 26 Ağustos 1864’te İzmirli muhabirin Tasvir-i Efkâr’da yayınladığı yazıdan Şinasi’nin 30 Aralık 1864 yılında Sait Bey’e cevaben yazdığı son yazıya kadar sürmüştür.

Şinasi’nin karşısında bulunan Sait Bey (Küçük Sait Paşa),  II. Abdülhamid ve Sultan Reşat zamanında sadrazamlık ve ayan reis olmuştu. Sait Bey Türk edebiyatını bilir,  Osmanlı lisanı konusundaki bilgisiyle tanınırdı. Sait Bey, bu alanlardaki bilgisini ve kudretini tanıtacak fırsatı yakaladığını düşündü. Manok Efendi ve sonradan olaya dahil olan Tersane’nin vapur seferleri konusundaki tartışmayı dil ve edebiyat alanına çekti. Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis, Tasvir-i Efkâr’a yüklendiği yazıda “meb’huset-ün anha” (söz konusu olan), “tercüme-i salifet’üz-zikr”(daha evvel söz konusu olan tercüme) ve “tûl u diraz” (uzun ve uzunluk) gibi o dönemde yazı dilinde kullanılan tabirlere yer vermişti. Şinasi, bu tabirlerin işleklik yönünden eleştirir ve Osmanlı lisanında böyle kullanımların olmadığını söyler. Şinasi bu üç tabirin şöyle olması gerektiğini söyler:  “mebhus-ı anha”, “salifüz zikr”, “dur u diraz”. Şinasi, Sait Bey’in bunları uydurduğunu ve başkalarını taklit hevesi güttüğünü söyleyerek onu hadsiz olmakla itham eder:

“Bir gazetenin kendi fevkinde olanları, istihfaf etmesi, nazar-ı üdeba’da şayan-ı istiskal olur surette haddini bilmemektir.” (Bir gazetenin kendinden üstün olanları küçümsemesi, aydınlar topluluğında soğuk karşılanacak bir haddini bilmemezliktir.)

“Ruzname’nin dahi bihakkın diyeceği var ise âdâb-ı münazaraca bu yolda cevap vermesi lazım gelir, yoksa haksız olduğu yerden iglak-ı meram ile saded-ı ahara nakl-i kelam etmek ve cevabı asla kabil olmayacak bahisleri dahi hezele bulaştırıp geçivermek isbat veyahut teslim-i hakkaniyete âciz olanların huccetidir. Davanın sübutu delile muhtaçtır. Ruzname’nin her sözü ise iki nokta beyninde aksar-ı tarîk hatt-ı müstakim olduğu gibi bedihî değildir ki bürhandan müstağni olsun. Hak tezyif ile bâtıl olmaz.”( Ruzname’nin de hakkıyla diyeceği varsa tartışma adabına uygun olarak bu yolda cevap vermesi gerekir, yoksa haksız olduğu yerden niyetini karışık, anlaşılmaz surette ve asıl mevzunun dışına çıkarak  söylemek ve cevabı asla mümkün olmayacak konuları tartışmaya bulaştırıp geçivermek ispat veya karşıdakine hakkını teslim etmekten aciz olmanın delilidir. Davanın devamlılığı, delile muhtaçtır. Ruzname’nin her sözü ise iki nokta arasında en kısa yol, doğru çizgi olduğu gibi açık değildir ki delile ihtiyacı olmasın. Hak küçük düşürmekle batıl olmaz.)

Sait Bey, böyle yanlışları büyüklerin de yaptığını söyler. Şinasi şöyle cevap verir:

“Eğer bir eser, hata ise, gerek ekâbire gerek asagire mensup olsun ona itba etmek dahi hatadır.” (Eğer bir eser, hata ise, gerek büyüklere gerek küçüklere ait olsun onun arkasından gitmek de hatadır.)

Sait Bey, bunların ardından Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis, kendi düşüncelerini destekleyen yanlışlarla dolu Arapça bir metin yayınlar. Durumu “Senedi batıl olur batıl olan dava” diyerek başlayan Şinasi şöyle der:

“Ebnâ-yı cinsini bilamucip istihfaf hiffet-i akıldan neşet eder ki hakikate şayestedir.” (Oğulların cinsini gerekçesiz olarak küçük görmek aklın hafifliğinden doğar ki hakikate uygundur.) Şinasi ayrıca rakibini edebe davet eder: “Fenn-i edeb bir marifettir ki haslet-amuz-ı edeb olduğu için edeb ve ehl-i edib tesmiye olunmuştur.” (Edebiyat ilmi öyle bir marifettir ki ahlak öğreten özelliğinden dolayı edep ve edebiyatçıların yetkin kesimi bu şekilde isimlendirilmiştir.)    Sait Bey buna Tasvir-i Efkâr’ın ilk sayılarında üç tane kelime yanlışyla cevap verir. Şinasi, bir eseri insan oluşturuyorsa hatadan kaçılamayacağını vurgulayarak hatasını kabul etmekten çekinmez: “Bir eserin sânii insan ola; mümkün müdür ki onda noksan olmaya.”

Tartışmada, İstanbul’da Arapça çıkan Veledü’l Cevaib gazetesinin sahibi ve Arapça-Farsça üstadı Ahmet Faris Efendi, Şinasi’yi desteklemiştir. Sonunda Sait Bey gazete el çekmiş, Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis de bunu fırsat bilerek tartışmayı noktalamıştır. Şinasi’nin bu tartışmalar sırasında ifade ettiği önemli görüşü şöyledir:

“Her bir lisan elsine-i saireden aldığı kelimatı lafzen ve manen şivesinin iktizasına göre tadil ve tahvil etmek tabiidir.” (Her bir dilin diğer dillerden aldığı sözcükleri söyleyiş ve anlam tarzının gereklerine göre aslına zarar vermeden değiştirmesi ve dönüştürmesi doğaldır. )

Tanpınar,  Modern Türk Edebiyatı’nın doğuşunu medeniyet krizine bağlar. Tanzimatla beraber gelen değişimlerin ve bu değişimlerden kaynaklanan çatışmaların, anlaşmazlıkların dil mevzusunu etkilememesi neredeyse imkansızdır. Medreselerin yerini Batı dilleriyle eğitim yapan ve Batı’da gelişen yeni bilimleri öğreten kurumlar almıştır. Bu durum medresenin, diğer bir deyişle Arapçanın önemini azaltmıştır. Arapça veya Farsçadan alınan dil unsurları kullanılmaya devam etse de bu dillerin gramer yapılarının Türkçede muhafaza edilme zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Şinasi de bu tartışmada temel olarak bu iki dilden aldığımız kelime, terkip veya deyimleri Türk dilinin yapısına uydurmamız gerektiğinin altını çizmiştir. Batı’yı yakinen tanıdığı, eserlerinden istifade ettiği için münakaşa üslubunun gereklerini yerine getirmiş, tartışma boyunca hakaretten uzak durmuş, eleştirisini şahıslar özelinde değil kavramlar çerçevesinde yapmıştır. Bu münakaşaya bugünden bakıldığında nitelik yönünden yetersizliklerin olduğu görülecektir; lakin Mes’ele-i Mebhûsetün Anhâ, Modern Türk Edebiyatı’nda dil tartışmalarının seyri ve eleştiri türünün gelişimi açısından hayati bir öneme sahiptir.


Kaynak:

Edebiyatımızda İlk Kalem Münakaşası: Mes'ele-i Mebhûsetün Anhâ / M. Doruk Kandemir


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı bekliyoruz.