Tanzimat
Edebiyatı sanatçısı Şinasi, Batılı anlamda ilk gazete Tercüman-ı Ahvâl’i (1860-1866)
çıkarmıştır. 1862’de Tercüman-ı Ahval’de yaşanan bir tartışma, Şinasi’yi bir dil
ve edebiyat tartışmasının içine sokmuştur. Şinasi açısından son derece seviyeli
bir üslupla sürdürülen tartışma, iki rakip gazete Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis ile Tasvir-i
Efkâr arasında olmuştur. Tasvir-i Efkar İzmir vilayetinin mahsulünden ve
gümrüklerinden elde edeceği vergilerini toplama işini üstlenen mültezim Rum
sarraf Manok Efendi ile şikayetleri gazete yayınlar. Manok da cevabını Şinasi’nin
gazetisine rakip İngiliz Churchill’in gazetesi olan Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis’te
yayınlar (24 Ekim 1864). “Mesele-i Meb’huset-ün Anha” olarak bilinen bu
tartışma, 26 Ağustos 1864’te İzmirli muhabirin Tasvir-i Efkâr’da yayınladığı
yazıdan Şinasi’nin 30 Aralık 1864 yılında Sait Bey’e cevaben yazdığı son yazıya
kadar sürmüştür.
Şinasi’nin
karşısında bulunan Sait Bey (Küçük Sait Paşa), II. Abdülhamid ve Sultan Reşat zamanında sadrazamlık
ve ayan reis olmuştu. Sait Bey Türk edebiyatını bilir, Osmanlı lisanı konusundaki bilgisiyle tanınırdı.
Sait Bey, bu alanlardaki bilgisini ve kudretini tanıtacak fırsatı yakaladığını
düşündü. Manok Efendi ve sonradan olaya dahil olan Tersane’nin vapur seferleri
konusundaki tartışmayı dil ve edebiyat alanına çekti. Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis,
Tasvir-i Efkâr’a yüklendiği yazıda “meb’huset-ün anha” (söz konusu olan), “tercüme-i
salifet’üz-zikr”(daha evvel söz konusu olan tercüme) ve “tûl u diraz” (uzun ve
uzunluk) gibi o dönemde yazı dilinde kullanılan tabirlere yer vermişti. Şinasi,
bu tabirlerin işleklik yönünden eleştirir ve Osmanlı lisanında böyle
kullanımların olmadığını söyler. Şinasi bu üç tabirin şöyle olması gerektiğini
söyler: “mebhus-ı anha”, “salifüz
zikr”, “dur u diraz”. Şinasi, Sait Bey’in bunları uydurduğunu ve başkalarını
taklit hevesi güttüğünü söyleyerek onu hadsiz olmakla itham eder:
“Bir gazetenin
kendi fevkinde olanları, istihfaf etmesi, nazar-ı üdeba’da şayan-ı istiskal
olur surette haddini bilmemektir.” (Bir gazetenin kendinden üstün olanları
küçümsemesi, aydınlar topluluğında soğuk karşılanacak bir haddini
bilmemezliktir.)
“Ruzname’nin
dahi bihakkın diyeceği var ise âdâb-ı münazaraca bu yolda cevap vermesi lazım
gelir, yoksa haksız olduğu yerden iglak-ı meram ile saded-ı ahara nakl-i kelam
etmek ve cevabı asla kabil olmayacak bahisleri dahi hezele bulaştırıp
geçivermek isbat veyahut teslim-i hakkaniyete âciz olanların huccetidir.
Davanın sübutu delile muhtaçtır. Ruzname’nin her sözü ise iki nokta beyninde
aksar-ı tarîk hatt-ı müstakim olduğu gibi bedihî değildir ki bürhandan müstağni
olsun. Hak tezyif ile bâtıl olmaz.”( Ruzname’nin de hakkıyla diyeceği varsa
tartışma adabına uygun olarak bu yolda cevap vermesi gerekir, yoksa haksız
olduğu yerden niyetini karışık, anlaşılmaz surette ve asıl mevzunun dışına
çıkarak söylemek ve cevabı asla mümkün
olmayacak konuları tartışmaya bulaştırıp geçivermek ispat veya karşıdakine
hakkını teslim etmekten aciz olmanın delilidir. Davanın devamlılığı, delile
muhtaçtır. Ruzname’nin her sözü ise iki nokta arasında en kısa yol, doğru çizgi
olduğu gibi açık değildir ki delile ihtiyacı olmasın. Hak küçük düşürmekle
batıl olmaz.)
Sait Bey, böyle
yanlışları büyüklerin de yaptığını söyler. Şinasi şöyle cevap verir:
“Eğer bir eser,
hata ise, gerek ekâbire gerek asagire mensup olsun ona itba etmek dahi
hatadır.” (Eğer bir eser, hata ise, gerek büyüklere gerek küçüklere ait olsun
onun arkasından gitmek de hatadır.)
Sait Bey, bunların
ardından Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis, kendi düşüncelerini destekleyen
yanlışlarla dolu Arapça bir metin yayınlar. Durumu “Senedi batıl olur batıl
olan dava” diyerek başlayan Şinasi şöyle der:
“Ebnâ-yı
cinsini bilamucip istihfaf hiffet-i akıldan neşet eder ki hakikate şayestedir.”
(Oğulların cinsini gerekçesiz olarak küçük görmek aklın hafifliğinden doğar ki
hakikate uygundur.) Şinasi ayrıca rakibini edebe davet eder: “Fenn-i edeb bir
marifettir ki haslet-amuz-ı edeb olduğu için edeb ve ehl-i edib tesmiye
olunmuştur.” (Edebiyat ilmi öyle bir marifettir ki ahlak öğreten özelliğinden
dolayı edep ve edebiyatçıların yetkin kesimi bu şekilde isimlendirilmiştir.) Sait Bey buna Tasvir-i Efkâr’ın ilk
sayılarında üç tane kelime yanlışyla cevap verir. Şinasi, bir eseri insan
oluşturuyorsa hatadan kaçılamayacağını vurgulayarak hatasını kabul etmekten
çekinmez: “Bir eserin sânii insan ola; mümkün müdür ki onda noksan olmaya.”
Tartışmada, İstanbul’da
Arapça çıkan Veledü’l Cevaib gazetesinin sahibi ve Arapça-Farsça üstadı Ahmet
Faris Efendi, Şinasi’yi desteklemiştir. Sonunda Sait Bey gazete el çekmiş, Ruznâme-i
Cerîde-i Havâdis de bunu fırsat bilerek tartışmayı noktalamıştır. Şinasi’nin bu
tartışmalar sırasında ifade ettiği önemli görüşü şöyledir:
“Her bir lisan
elsine-i saireden aldığı kelimatı lafzen ve manen şivesinin iktizasına göre
tadil ve tahvil etmek tabiidir.” (Her bir dilin diğer dillerden aldığı
sözcükleri söyleyiş ve anlam tarzının gereklerine göre aslına zarar vermeden
değiştirmesi ve dönüştürmesi doğaldır. )
Tanpınar, Modern Türk Edebiyatı’nın doğuşunu medeniyet
krizine bağlar. Tanzimatla beraber gelen değişimlerin ve bu değişimlerden
kaynaklanan çatışmaların, anlaşmazlıkların dil mevzusunu etkilememesi neredeyse
imkansızdır. Medreselerin yerini Batı dilleriyle eğitim yapan ve Batı’da
gelişen yeni bilimleri öğreten kurumlar almıştır. Bu durum medresenin, diğer
bir deyişle Arapçanın önemini azaltmıştır. Arapça veya Farsçadan alınan dil
unsurları kullanılmaya devam etse de bu dillerin gramer yapılarının Türkçede
muhafaza edilme zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Şinasi de bu tartışmada temel
olarak bu iki dilden aldığımız kelime, terkip veya deyimleri Türk dilinin
yapısına uydurmamız gerektiğinin altını çizmiştir. Batı’yı yakinen tanıdığı,
eserlerinden istifade ettiği için münakaşa üslubunun gereklerini yerine
getirmiş, tartışma boyunca hakaretten uzak durmuş, eleştirisini şahıslar
özelinde değil kavramlar çerçevesinde yapmıştır. Bu münakaşaya bugünden
bakıldığında nitelik yönünden yetersizliklerin olduğu görülecektir; lakin Mes’ele-i
Mebhûsetün Anhâ, Modern Türk Edebiyatı’nda dil tartışmalarının seyri ve eleştiri
türünün gelişimi açısından hayati bir öneme sahiptir.
Kaynak:
Edebiyatımızda
İlk Kalem Münakaşası: Mes'ele-i Mebhûsetün Anhâ / M. Doruk Kandemir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı bekliyoruz.