1655-1656 yılları arasında İstanbul'da bulunan Fransız Jean Thevenot gözünden İstanbul kahve ve kahve kültürü
Fakat onların her zaman için içtikleri başka bir içkileri
daha vardır ve kahve diye isimlendirdikleri bunu günün her saatinde içerler. Bu
içecek aşağıda bahsedeceğimiz bir taneden yapılır. Bu taneleri bir sobada yahut
ateş üzerinde bir kapta kavururlar. Havanda döverler ve ince toz haline
getirirler ve içmek istedikleri zaman ibrik dedikleri suyun çabucak kaynadığı
bir kap alırlar ve su doldurarak bunu kaynatırlar. Su kaynayınca üç fincan su
içine bu öğütülmüş kahveden bir kaşık konur ve bu da kaynayınca hemen ateşten
alınır. Çünkü o taşar ve sonra porselen fincanlara koyarlar ve boyalı tahta
tepsi üzerine sıralarlar ve sıcak olarak size getirirler. Onu oldukça sıcak
içmek gerekir fakat ard arda birkaç fincan içmek iyi değildir.
Bu içecek acı ve siyahtır ve onun kavrulduğu hemen
hissedilir. Ağzın yanması endişesi ile küçük yudumlar halinde içilir. Bir kahvehaneye
gidildiği zaman (kahvenin pişirilerek satıldığı yerlere verdikleri ad)
eğlenceli müzik dinlenir. Kahve, duman sebebiyle meydana gelen baş ağrılarını
önler ve aynı sebeple uykuyu kaçırır. Fransız tüccarlarının yazacak mektupları
çok olduğu zaman ve bütün gece çalışmak istediklerinde akşamleyin bir veya iki
fincan kahve içerler; mideyi rahatlatır ve hazmı kolaylaştırır. Nihayet Türklere
göre her çeşit kötülüğe karşı iyi gelir; hiç olmazsa çay kadar bu da
faydalıdır. Lezzetine gelince, eğer tiryaki değilseniz alışılageldiği gibi iki
fincan içemezsiniz. Ona karanfil veya birkaç kakule tanesi karıştıranlarda
vardır bunun latincesi cardamomum minus olup kakule olarak isimlendirilir. Diğer
bir kısmı şeke ilave eder. Daha hoşa giden bu şekildeki kahve sağlığa daha az
faydalı olur. Türk ülkelerinde kahve çok miktarda içilir. İster fakir, ister
zengin olsun günde en az iki veya üç fincan içerler. Kocanın hanımına temin
etmeye mecbur olduğu şeylerden birisi de budur. Herkesin geldiği kahvehaneler
çoktur. Kahve burada büyük kazanlarda pişirilir. Bu yerlere ne din ne de makam
farkı gözetilmeksizin her çeşit insan gelebilir. Buraya girmek ayıp değildir. Birçokları
konuşmak için gelirler. Kahvehanelerin dışında gelip geçeni görmek ya da hava
almak isteyenlerin oturdukları üzerleri hasırla örtülü taş sıralar
bulunmaktadır. Bu kahvehanelerde, herkesin ilgisin çekmek için kahvehane
sahibinin angaje ettiği ve günün büyük bir kısmında çalıp söyleyen çok sayıda
kemancı, klarnetçi ve şarkıcılar bulunmaktadır. Şayet biri kahvehanede iken
tanıdık kimselerin buraya girdiğini görürse ve biraz da nazik bir kişi ise,
kahvehane sahibine bağırarak onlardan para almamasını emreder ve bunu tek bir
kelime ile ifade eder. Zira onlara kahve ikram etttiği zaman sadece giaba yani “bedava”
diye bağırır. (Thevenot,
1978, s. 90-92)
Thevenot, J. (1978). 1655-1656'da Türkiye. (N.
Yıldız, Çev.) İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı bekliyoruz.