Mal Nedir?
Dilimizdeki mal kelimesi
Arapça’dan geliyor. Etimolojik sözlüklere baktığımızda kelimenin “menkul
varlık, davar, zenginlik, servet, gelir” vb. anlamlarla karşılandığını görüyoruz…
Dilimizdeki bu
kelimenin hem “ne çok malı var” gibi olumlu, hem de “mal mal bakıyordu” gibi
olumsuz anlamlar için kullanılıyor olması bizi farklı bir şekilde düşünmeye
zorluyor…
Arapça da mâle
bir şeye meyletmek anlamına geliyor. Bunun fiilimsi hali de meyletme olacağına
göre en basit tabiriyle mâl, karşısında eğildiğimiz, kendisine meylettiğimiz
şeyler anlamına gelmiyor mu? Hangimiz kendisine mal dediğimiz şeylere karşı
içten ve kökten bir ret hali takınabiliriz ki? İfadenin en basit ve hatta en
kaba ete kemiğe bürünmüşlüğünü zikredelim: Mal, kendisine meylettirerek, gönlümüzü
cezbederek bizi mallaştıran şeydir. Yani kendisine sahip olduğumuzu
zannederek aslında sahipliğimizi kendisine verdiğimiz şeyler…
Yakıcı Zengin Olma Tutkusu
İnsanda yakıcı
bir şekilde mal sahibi olma tutkusu vardır. Kaçımız zengin olma isteği taşımıyoruz
ki? Hemen hepimizde çok servetimiz olursa daha mutlu olacağımız düşüncesi vardır.
Bu yüzden harcamaktan ziyade biriktiririz. Eğer harcarsak azalacağını düşünürüz.
Arifler insanın bu temel yanılgısını çok iyi anlamış olmalıdır ki, asırlar boyu
bizi bu düşüncenin yanlışlığı hususunda uyarıp durmuşlardır. Yunus Emre’nin şu
mısraları hangimizin dilinde dolaşmıyor ki:
“Mal sahibi
mülk sahibi
Hani bunun
ilk sahibi
Mal da
yalan mülk de yalan
Var biraz
da sen oyalan.”
Fuzûlî’nin Mal Tarifi
…Fuzûlî,
insanın mal sahibi olmasıyla içinde bulunduğu duruma, yazımızın başında
belirttiğimiz şekilde çok farklı bir açıdan bakan bilgelerden biri. Onun bakışı
bizim bilincimizi sarsıyor…
“Sâhip olduğun
malı sarf edersen, zamanın mükemmel bir insanı olursun; azalması senin
tamamlanmanı temin eden şeyi mal bil!”
Bu mısralarda
bizi sarsan nedir? Hepimizde harcama korkusu, harcarsak bitecek endişesi vardır.
Fuzûlî, işte yukarıdaki mısralarıyla insanın bu korkusunun yersizliğini haykırıyor,
hatta tam tersini savunuyor. İnsanın bu temel fobisine işaret eden şu ayete de
göndermede bulunarak: “De ki, Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız,
tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz. Zaten insan pek cimridir.”
Fuzûlî, insanın
endişesini olumsuzluyor, “insan ancak harcarsa değer kazanır” diyor. Mükemmel
olmanın yolunun cömertlikten geçtiğini ifade ediyor. Buna itirazı olan var mıdır?
Hani eskilerin bir sözü varmış, derlermiş ki. “İnsan tanrı olamaz, eğer olma
ihtimali olsaydı ancak vererek olurdu.” Hâlbuki pek çoğumuzun eli cebine
gitmez, halk tabiriyle söyleyelim, sanki cebimizde akrep vardır.
Fuzûlî, yukarıdaki
sözünün ikinci kısmında daha çarpıcı bir hakikate işaret ediyor. Bizler mal yığdıkça,
servet biriktirdikçe daha sağlam, daha kuvvetli, daha mükemmel olacağımızı düşünürüz.
Çünkü malımız arkamızı pek tutar, onunla kendimizi daha güvende hissederiz…
Zekat ve Faiz
Sahip olduklarımızı harcayarak malımızı azaltır, ama insanlığımızı çoğaltırız. Tıpkı zekâtta olduğu gibi. Zekat veya sadaka verenlerin, başkalarını iyiliği için paralarını harcayanların göreceli olarak malları azalır, ama bunun aksine artan bir şeyleri vardır. Faizde de göreceli olarak parada bir artış olur, ama bu eylemle beraber azalan bir şeyler vardır. Hiç kimse malını yığdıkça yığan cimriyi sevmez. Ama servetini insanlığın mutluluğu için harcayan cömerdi kim takdir etmez ki? Cömert bu zenginliğe nasıl kavuşuyor? Malını azaltarak.Bal ve Eşek Arısı
Fuzûlî‟nin bu düşünceyi somutlamak için seçtiği örneğin harikalığına bir bakalım:
“Elde ettiğin
feyzi başkalarına da eriştir; bal arısını göz önüne getir ki menfaat verdikçe
kadri öteki arılardan daha yüksek oldu.” Eşek
arısının bal arısı karşısındaki değersizliği bu mısralarla çok iyi anlaşılıyor!
Peki, cimriden
nefretin sebebi ne? Malını yığması. Peki, malı yığarsak ne oluyor? Bu soruya
yine Fuzûlî ile cevap verelim. Yukarıdaki Farsça beytini adeta Türkçeleştirdiği
şu mısralarıyla:
Cem’-i mâl
eylediğin râhat içindir ammâ
Râhatin
eksik olur her nice artar mâlin
“Sen, rahatımı
artırırım diye mal yığıp duruyorsun ama tam da aksine malın arttıkça rahatın
daha da kaçmaya başlar.”
Sanki Fuzûlî,
Ahmedî‟nin şu mısralarını yeniden kurgulamış:
Nice kim
artar kişide mâl u genc
Dahı artar
hırs-ıla bî-hûde renc
“Kişide mal
ve hazine arttıkça, bu hırsla beraber gereksiz sıkıntılar da artmaya başlar.”
Fuzûlî, sahip
olduklarımızın bir gün bizi gönderciğini, ama kendisinin geride bir başka
sahip olduğunu zannedeceklere kalmaya devam edeceğini, bu dünyanın gelmiş geçmiş
en varlıklı insanı Süleyman Peygamberi örnek göstererek anlatmaya çalışıyor:
“Mutlak sûrette aciz
olduğunu Süleyman saltanatından anla; evvelce onun fermanına râm olan rüzgar
sonunda onu toprağa götürüyor”Mevlana ve Mal
...
Malca varlığı yerinde olan, ama hâlâ maişet darlığından şikâyet eden adama Mevlânâ şöyle bir soru sordu: “Ey birader! Sen malını mı çok seversin, yoksa günahını mı çok seversin?” deyince adam şaşırdı ve “ Efendim hiç günah sevilir mi? Hiç günahı seven var mıdır? Hiç kimsenin sevmediği gibi ben de günahı sevmem ve malı severim.” Dedi. Bunun üzerine Mevlânâ adama şöyle söyledi: “Peki mademki öyledir, niçin malını bu dünyada bırakır da günahını götürürsün? Eğer sözlerin doğru ise malını kendinden evvel ahirete gönder ki Tanrı katında senin için yardımcı olsun.”9 Dur durak demeden yığan, kimseye zırnık koklatmayan insanlara bu sözleri söyleseniz size ne derler?
Su Geminin Altında mı Üstünde mi?
Kimilerinin zannettiği gibi bu bilgelerin bize anlattığı mal düşmanlığı değil. Onlar düşmanlığın ve sevginin değil, insanın varlık karşısında aldığı pozisyonun kritiğini yapıyorlar. Mevlana‟nın dediği gibi, mal ile insan arasındaki ilişki gemi ile su arasındaki ilişki gibidir: Eğer su, geminin altındaysa sorun yok, ama eğer gemi suyun altındaysa işte o zaman yandı gülüm keten helva!
“Fuzuli Soruyor: Mal Deyince Ne Anlıyorsunuz?” Türk Dili Dergisi, Temmuz 2015, S: 762, s. 60- 66. Dursun
Ali Tökel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı bekliyoruz.