Sanat niçindir? Bu sorunun çok cevabı var. Halk için, sanat için, Allah için... Necip Fazıl Kısakürek'in bu konudaki fikri şöyle: Büyük sanatkarlık meselesine gelince o da fenafillah mertebesidir. Yani velilik yoludur. Asıl sanat odur işte: İnsanın kendinin tam hakikatını bulması sanatı.
https://www.youtube.com/watch?v=vurWDQwvmzM (Kendi sesinden)
Sanat, Edebiyat, Dil, Kültür; Osmanlı Türkçesi / Osmanlıca örnek metin ve okunuşları
Translate
Sayfalar
Pazar, Aralık 31, 2017
Kafa Kağıdı (Nüfus cüzdanı/hüviyeti) ne demektir?
Kafa kağıdı nüfus cüzdanı anlamına gelmektedir. Peki neden kafa kağıdı denmiştir? Eskiden nüfus cüzdanlarının fesin içinde taşınması bunun sebebi olabilir mi? Kim bilir...
Necip Fazıl'ın büyük kararı: "Ve bir gün İş Bankasında müfettiştim, otuyorum odamda büyür bir konfor içindeyim."
Burada en mühimi beni şeye kadar, Efendi Hazretlerini tandığım zamana kadar gelen hayatımla, ondan sonra bir müddet daha devam etmiş fakat sonra tamamen meydan yerine -sizin tabirinizle- beni sevk etmiş olan o icar-itiş... Ve bir gün İş Bankasında müfettiştim, otuyorum odamda büyür bir konfor içindeyim. Böyle sırmalı elbiseli hademeler, otomobiller emrimizde, bir ayağa kalkışım var benim. İşte ruhi muğman burada, bir ayağa kalkmışım nedir dedim bu hayatım, bu mu gayem? Böyle muayyen, herkesin dört ayak üzerinde gittiği muayyen ihtiraslar var ya, bunlardan ne elde edeeceğim deyip umum müdürün karşısına bir çıkışım var. Mummer Eriş o zaman umum müdür "Bana imkan verin, biraz da yardım edin de istifa edeyim." Ve oradan işte bildiğiniz hayata atıldık... Kısa bir zaman sonra Büyük Doğu çıktı. Gerisi malum... Hapisler. Şunlar, bunlar, filanlar, falanlar... Şimdi hala o tehlike içindeyiz. 80 yaşının arefesinde bu tehkileyi yaşıyorum.
Muğman nedir, ne demektir?
Metinde geçen “muğman” kelimesinin temel
anlamı bayılmaktır. Ancak metinde muğman bunalım, sıkıntı, darlık, nöbet, karışık
hal, buhran anlamındadır. Ruhi bunalım denilebilir.
Bilindiği gibi, 26 Mayıs 1904’te İstanbul’da
doğan Necip Fazıl Kısakürek ya da kısaca NFK, 1934 yılında Nakşibendi Şeyhi
Abdülhakim Arvasi ile tanışana kadar çok farklı bir hayat yaşıyordu. Dönüm
noktasını
“Tam otuz yıl
saatim işlemiş,ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz uçurtma
uçurmuşum”
mısralarıyla anlatan şair, aslında Fransız
Mektebi’nden, Amerikan Koleji’ne farklı okullarda eğitim için dolaşmıştır. Heybeliada
Numune Mektebi’nden sonra Bahriye Mektebi’ne giden Necip Fazıl, Yahya Kemal’den tarih, İbrahim Aşki Bey’den
tasavvufi edebiyat zevkini aldı. Nazım Hikmet, Nizamettin Nazif ve Fahri
Korutürk’le Bahriye Mektebi’nde arkadaş oldu ve şiir yazmaya başladı.
Darülfünün’da felsefe okudu. Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami
Safa ile burada tanışır.
Beyoğlu Ağa Camii’nde ressam arkadaşı
Abidin Dino ile Arvasi’yi dinleyen Necip Fazıl şeyhi hakkında
“Allah dostunu gördüm,bundan altı yıl
evvel;
Bir akşamdı ki zaman, donacak kadar güzel”
diye bu tanışmayı anlatmıştır.
Sağlığında Türk Edebiyatı Vakfı kendisine “Sultanü’ş-şuara=şairlerin sultanı”
unvanı verilen Necip Fazıl, Arvasi’yle tanışma sonrası kararsızlıklarını bir
kenara bırakmış, Büyük Doğu’yla inandığı değerler için çetin mücadeleye
girişmitir. Muğman da bu geçiş sürecinde yaşadığı ruhi bunalım ve gelgitleri anlatmak için kullanılmıştır.
Kaynaklar:
https://www.youtube.com/watch?v=GlzPpAkSEuQ
(Necip Fazıl Kısakürek'in kendi sesinden)
http://www.arabdict.com/m/results?lang=de&dict=tr&ng=de&q=++%D9%85%D8%BA%D9%85%D9%8A+%D8%B9%D9%84%D9%8A%D9%87
Hüdavendigar Onur,”Asrın Yesevisi S.Ahmet
Arvasi”,Burak yayınları,Temmuz 1999,S.51-60
Kısakürek: "Allah ıstırabını çektirmediği şeyin nimetini vermez."
Bir büyük abeslerin katarı içindeyiz. Şu Japonları alır mısınız bir tarafa; çok büyük bir şey ha realite o. Herif tutuyor bugün bütün Avrupalıya rakip bir şekilde bir şey kuruyor, bir müspet ilimler tezgahı kuruyor. Fakat evine potininizi çıkarmadan giremiyorsunuz. Ve dünyanın en geri olmaz şeyi olan alfabesini muhafaza ediyor. Bu ne iş bu? Yani bu misalleri görememek, anlayamamak, ne iş? Valla döndü dolaştı bu iş şuraya geliyor, size burkuk gelebilir sözüm, bir şeyi teklif hakkı o şeye mensup olanlara mahsustur. O bakımdan Türklüğünüzle iftihar edebilirsiniz, ben de ederim. Bunu söylememe rağmen ben düşündün taşındım yani ne bileyim ben düşünmeye on beş yaşında başladımsa altmış küsur senedir düşündüm bir ırkî bakımdan bizim çok münhat bir araziye sahip olduğumuz kabul ettim. Başka çaresi yok bu işin, bu işi halletmenin. Müşahade lazım işte. Allah ıstırabını çektirmediği şeyin nimetini vermez. Hakikaten ıstırap...
https://www.youtube.com/watch?v=GlzPpAkSEuQ (Kendi sesinden)
Necip Fazıl Kısakürek, Ahşap Konak ve Bodrum Katı
Benim piyeslerim içinde bir Ahşap Konak vardır. Artık nesli tükenen konaklar malum. Apartman şeyi. Orada üç kat vardır. Konak vardır. Yukarı katta 75'likler, orta katta 40-50'likler, daha aşağı katta da torunları 75'liklerin- günün gençliğinin-. Yukarı kat namaz kıl otur, orta kat olgun yaşta hanımefendilerin kumar veya bilmem ne katıdır. Ev halkı da ve bu üç kat arasınaki nesillerin, aralarında 25'er yıl fark olan nesillerin kavgaları. Piyesin kahramın olan Recai, evi yakar. Piyes öyle biter. Bu piyesi Balmumcu Garnizonunda yazmıştım... Etkili bir insicam en sevdiğim eserlerden biridir. İşte bu üçüncü kata bir bodrum kat ilave etmek lazım geliyor. Vaziyet bu.
Kaynak:
https://www.youtube.com/watch?v=GlzPpAkSEuQ (Kendi sesinden)
Cuma, Aralık 29, 2017
İsm-i mekan örnekleri cümle içinde kullanımları
Mezar (Ziyaret yeri, ziyaretgah, kabir, ölünün gömüldüğü yer, makber, kabir ziyareti)
Medfen (Defin yeri)
Mevki (Yer, mahal; bir işin yapıldığı yer; makam, mansıp, rütbe)
Makber (Mezar, kabir, çoğulu mekabir)
Meclis (Oturulacak yer, toplanılacak yer, bir meseleyi görüşmek için bir araya gelen insan topluluğu, vekillerin toplandığı yer, topluluk, toplantı yeri)
Maktel (Birinin öldürüldüğü yer, bir katlin yapıldığı yer, öldürülen yer, öldürme yeri, edebiyatta ünlü birinin ardından yazılan şiir)
Mesken (Yer, mekan, oturulacak yer, oturulan ev, ev, sakin olunacak yer, hane, konut)
Menfa' (Sürgün yeri, nefyolunan yer, birinin sürüldüğü yer, nefiy yeri)
Menfez (Nüfuz edilecek delik, pencere, ağız, yarık, girilecek yer, gözenek, nüfuz etme yeri, çıkış yolu, sızma yeri)
Mekan (Kevn'den. Yer, durulan yer, ev, hane, mesken, mahal)
Mahal (yer)
Mahfel (Konuşu görüşmek, fikir alışverişinde bulunmak için toplanılan yer, toplantı yeri; meclis; padişah ve müezzinler için camilerde yapılan parmaklıklı yüksekçe yer)
Mecra (Su yolu, akış yeri, kanal)
Menba (Bir suyun çıktığı yer, pınar, kaynak; bir şeyin ortaya çıktığı, meydana geldiği, zuhur ettiği yer)
Mebde ( Başlangıç, kök, asıl, kaynak; ilke, unsur, umde, prensip; başlama sebebi; Allah'tan önce hiçbir varlığın olmadığı alem)
Menşe (Bir şeyin neşet ettiği, ortaya çıktığı, meydana geldiği yer, kaynak, asıl, kök; bir insanın yetiştiği, mezun olduğu mektep, okul)
İsm-i mekanların cümle içinde kullanımlarına örnekler:
Kemal Tahir, herhalde Semiha Hanım ile duygusal manada belli bir mesafe aldığını düşündüğü için, 26 Temmuz 1947 tarihli mektubuyla Semiha’dan Bolu’dan menfasını kendisinin hapis olarak bulunduğu Çorum’a aldırması için dilekçe vermesini ister: “İşsiz güçsüz canın sıkılmıyor mu? Neden buraya nakletmeye çalışmıyorsun? İstesen bir mahzur görmezler. Doğrudan doğruya bir mektupla Dahiliye Vekili Şükrü Bey’e müracaat et.” (Menfa: Nefyolunan yer. Birinin sürüldüğü yer. Nefiy yeri.) (Abdullah Acehan, Sürgünle Gelen Aşk, Dumlupınar Üniversitesi Fen‐Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, KÜTAHYA Karadeniz Araştırmaları, Kış 2012, Sayı 32, s. 123‐13)
İsm-i alet örnekleri
Miftah-anahtar, açma aleti
Mikraz-makas, kesme aleti
Mızrab-tezene, saz çalmada kullanılan küçük alet
Mızrak-kargı, cirit aleti, savaş aleti
Misbah-lamba, meşale, kandil, sabah kullanılan aydınlatma aracı
Perşembe, Aralık 28, 2017
Divan Edebiyatı / Klasik Türk Şiiri hangi yüzyıllar arası kullanılmıştır?
Türklerin İslamî dönemde oluşturduğu edebiyatlardan olan Divan Edebiyatı veya bazı araştırmacılaran tabiriyle Klasik Şiir 13 yüzyıl sonlarından 19. yüzyıl ikinci yarısına kadar etkisini sürdürmüş bir edebiyattır.
İslam Ansiklopedisi Divan Edebiyatı maddesi
Türk edebiyatının İslâm medeniyeti dairesinde Arap ve Fars edebiyatları yanında meydana getirdiği büyük edebiyat kolu.Ömer Faruk Akün
Tarifi ve Adlandırılışı. Türk edebiyatının umumi gelişimi içinde, nazarî ve estetik esaslarını İslâmî kültürden alarak meydana gelen ve özellikle örnek kabul ettiği Fars edebiyatının her yönden kuvvetli ve sürekli tesiri altında şekillenip belirgin örneklerini vermeye başladığı XIII. yüzyıl sonlarından, XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar, bünyesini sarsıcı ve zayıflatıcı bir tepki ve değişikliğe uğramadan Arapça-Farsça kelimelerin geniş ölçüde yer aldığı bir dille varlığını altı asır sürdürmüş bir edebiyat geleneğidir.
İslam Ansiklopedisi Divan Edebiyatı maddesi
'An'anevi ne demek?
Ananevi kelime olarak geleneksel demek. Ama kelimenin oluşumu ilginç. Arapça bir ismin başına gelen "an" harfi cerinin tekrarı ve mensubiyet eki getirilerek oluşturulmuştur. Arapça'da "an Ebu Bekrin..." gibi ifadelerde kullanılan an..., an.... (ondan, o da ondan...) kelime ananevi...:
http://www.nisanyansozluk.com/?k=ananevi
~ Ar ˁanˁana(t) عنعنة [#ˁn faˁfaˁa(t) q. msd.] «falan filandan, o da filandan aktardı ki» şeklinde rivayet zinciri < Ar ˁan عن [bileşik adlarda] den hali bildiren edat
Not: Arapça sözcük (rawā) fulān ˁan fulān ˁan fulān.... şeklindeki geleneksel anlatım kalıbından türetilmiştir. 1910 dolayında beliren Yeni-Osmanlıca anlamı muhtemelen Fr tradition (1. rivayet zinciri, 2. gelenek) sözcüğünün yanlış çevirisini yansıtır.
http://www.nisanyansozluk.com/?k=ananevi
Arabçada harf-i cerrdir. Ekseri ismin, kelimenin başına getirilir. Türkçe karşılığı "den, dan" diyebiliriz. Bedel için olur. Meselâ: $Ona bedel ben geldim, cümlesinde olduğu gibi. Tâlil için olur. Bu'd yerinde kullanılır. Zarfiyyet için, mücâveze için ve harf-i cerr olan "min" mânasına, "bâ" mânasına, istiâne için, zâid olur. (Te'kid için) Temim kabilesinin an'anesine göre, hemzeyi, ayn harfine benzeterek "En: "yerinde (An: ile telâffuz edilir. Cânib (taraf, cihet, yan) mânasına da gelebilir.http://www.osmanlicaturkce.com/?k=an&t=%40
Divan, Halk ve Halt Etme
Divan edebiyatıyla Halk edebiyatını ayırmak, bir halt etmedir. Bunu açıkça söyleyeyim. Bir edebiyat tarihçisi olarak söylüyorum. Bu hatayı Mehmet Fuat Köprülü yapmıştır. Türk tarihine, kültürüne büyük hizmetleri olan bir şahsiyettir; onu inkar etmiyorum ama Köprülü bir modernistti, pozitivistti; akılcı zihniyeti yansıtan birisiydi... Modernite ayrıştırır, her parçaya ayrı bir anlam yükler... Divan edebiyatı, Arapların-Farsların etkisinde kalmıştır. Tukakadır. İyi de Modern edebiyat Fransızların etsinde kalırken hiç laf etmiyordunuz; değil mi?Prof. Dr. Namık Açıkgöz
https://www.youtube.com/watch?v=uWL8ZcWqD5o
Çarşamba, Aralık 27, 2017
Acem (dilsiz) ve Arap (saldıran) kelimelerinin anlamları
Araplar Farslılarla karşılaşınca onlara "dilsiz" anlamında onlara "acem" demişler. İlginç...
أَعْجَمُ
sesziz gürültüsüz dalga , ölü , kum , dilsiz , noktalı , Arap evladından olmayan kimse , Acem [genel]
Acem
İranlı. Yabancı.
Arapça konuşmayanlar. Arab olmayanlar.
Çekirdek.
أَعْجَمِيٌّ
Arap olmayan , arapçayı iyi konuşmayan , İranlı , acem , acemi , yabancı , dilsiz [genel]
Acemler de Araplara "saldıran" manasında "tâzi" demişler.
Prof. Dr. Namık Açıkgöz'den...
Prof. Dr. Namık Açıkgöz'den...
Kelime kaynak:
https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/acem-ve-araplar/?page=2
http://www.osmanlicaturkce.com/?k=acem&t=%40
Enverî'den bir gazel: N'ideyin sahn-ı çemen seyrini cananum yok
Feilâtün
Feilâtün Feilâtün Feilün
N'ideyin
sahn-ı çemen seyrini cânânum yok
Bir
yanumca salınur serv-i hırâmânum yok
Emdürür
gerçi lebin vaslına cânlar virene
Leb-i
cân-bahşını emsem dimeğe cânum yok
Bağrumun
başına dâğ-ı gamı odlar yakalı
Kaldum
ayakda kara başuma dermânum yok
Nice
da'vet ideyin ol periyi dâ'ireye
Hâtem-i
la'li gibi mühr-i Süleymân'um yok
Enverî
gülşen-i kûyunda figânlar eyler
Dime
iy gonca-dehen bülbül-i nâlânum yok
Mürekkepçi
Enverî Divanı/ C.Kurnaz -Mustafa Tatcı.
Kurnaz,
Cemal, Mustafa Tatcı. Ümmî divan
şairleri ve Enverî divanı. Ankara: MEB, 2001. XI,251s.
Ay doğar bedir Allah Bu sevda nedir Allah
- Ay doğar bedir Allah lo
Bu sevda nedir Allah
Ya benim muradımı ver
Ya beni öldür Allah
Çiçeklerde renk olur lo
Aşka düşen deng olur
İstersen başına gelsin
Görürsün neler olur
Ay doğar sini sini lo
Sevmişem birisini
Cellat boynumu vursa lo
Söylemem doğrusunu
(Bağlantı)
Nedim yarsız nedim
Nerelere gidem
Ben Urfayı terk edem
(Evi barkı terkedem)
Kınayı getir aney
Kınayı getir aney
Parmağın batır aney
Bu gece misafirem
Koynunda yatır aney
Kalada var çeperler
Çepere su seperler
Irak yoldan geleni
Terli terli öperler
Sivik uci kuş burni
Oldum yarin düşküni
Baş açık yalın ayak
Yola düştüm kış güni
Pazar, Aralık 24, 2017
Refik Halid Karay Sakın Aldanma İnanma Kanma'dan: Efendiler Nereye? 5 (Osmanlıca Okuma Metinleri)
31
kaşaneler yaptılar.. Açlıktan ölenlerin lokmasını ağzından çalarak haspalara ziyafet çektirdiler; susuzluktan bunalanların destisini aşırıp havuzlarını doldurdular, içinde kayık yüzdürdüler…. Han, hamam yıktılar, dar ağaçları kurdular; hanümanlar söndürüp memleketler yaktılar; bağ aldılar, yağ sattılar, yün çaldılar, pamuk attılar… Ne çocuk dediler, ne de ihtiyar; ne padişah tanıdılar, ne nizam; ne merhamet bildiler ne insaf… Halk açlıktan sokaklarda pösteki kemirirken onlar konaklarında bülbül beyni yediler, kuş sütü içtiler… Anamıza sövdüler. Babamızı dövdüler; tırnaklarımızı söktüler; hülasa bacağından yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler…
İşte milleti artık büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar; zira damarlarımızda bir damla kan, kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı yakalarından yapışır, öcümüzü alırdık… Halbuki kollarını sallaya sallaya, yüzümüze tüküre tüküre gittiler.
Aşk olsun! At da size yaraşır; meydan da… Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat bir gün olur yine gelirsiniz; eteklerinizi öptürüp ciğerlerimizi söktürürsünüz. Biz size: ”Kırk katır mı kırk satır mı?”diye sormadık; yarın siz bize:
-Ölümlerden ölüm beğen!
Demek artık hakkınızdır. Layıkımız olan paşalar! Topumuzun başını bir kılıçta çıkarmadan nereye?...
Refik Halid Karay Sakın Aldanma İnanma Kanma'dan: Efendiler Nereye? 4 (Osmanlıca Okuma Metinleri)
30
Açılır besmelesiz her sabah dükkanımız
Cellat Başı Kara Ali Pirimiz üstadımız
Levhası başınızın evcine asıp palalarla, sopalarla, işe giriştiniz, sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz, babaları, evladları yoktan yere harcayarak Anadolu içerisinde dul kadından, yoksul yetimden başkasını bırakmadınız. Ne oluyordunuz? Bu kanlı iş güzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda vericekti? Ne kazanacaktık? Dünyayı mı alacaktık, Mısır’a sultan mı olacak, Hind’e şah mı gidecektik?
Sizin sadrazamlıkla, ser-askerlikle, nazırlıkla gözleriniz doymamıştı, a padişah hevesliler… Şam’da, Halep’te az daha namınızı hutbe okutup isminizi sikke gösterecektiniz… Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, çaka, tavır, hepsi sizdeydi… Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye?...
Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir adımda sadarete, meyhane peykesinde bir basışta nezarete, tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilayete eren bu türediler nereye gidiyorlar? Kendileri kürklere büründüler, milletin derisini soydular.. Kasalarına altın doldurdular, bizim cebimize kağıt tıkdılar; halk seril sefil cami avlularında yatarken çiftlikler aldılar,
Refik Halid Karay Sakın Aldanma İnanma Kanma'dan: Efendiler Nereye? 3 (Osmanlıca Okuma Metinleri)
29
“Musalli”leri kahraman bilip namlarına heykel dikecektik, “sakallı”ları can verip mevkileri geçirecektik…
“as!” denince sıra sıra dar ağaçlar kurulur, ”yak!” denince alev alev meşaleler tutuşturulur, “bas!” denince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü… Elinizde zindan anahtarları, belinizde idam ipleri, sırtınızda dar ağaçları vilayet vilayet dolaştınız; Ali’ye çattınız, Veli’yi bastınız, Ahmed‘i kastınız, Mehmed’i kavurdunuz, beş senedir her tarafta kargalara insan leşinden öbek öbek ziyafetler çektiniz; ak babaları çoluk çocuk ölüsüyle besleyip kartalları artık adam etinden tiksindirdiniz…
Muhalif mi? Al aşağı… muharrir mi? Vur başını… Türk mü? Sür ölüme?. Rum mu ? iste parasını.. Ermeni mi? Kes kafasını… Arap mı? Çek ipe… Kadın mı? Gönder eve… Haydut mu? Buyurun köşeye… Külhan beyi mi? Gelsin yanıma… Yahudi mi? Sor fikrini… Gelen kimseye at sopayı.. Paraları koy cebine… İşte sizin programınız bu!
Hani kara közde (Kanlı Nigar) oyunu vardır, “Vurun kızlar kol demirini!” derler de kapılar kapanır, avına üşüşüp anadan doğma soyarak misafiri çırıl çıplak dışarı fırlatır. İşte siz böyle yaptınız, boğazları kapatıp içeride keyfinize gideni işlediniz; kimimizi soydunuz kimimizi vurdunuz.
Refik Halid Karay Sakın Aldanma İnanma Kanma'dan: Efendiler Nereye? 2 (Osmanlıca Okuma Metinleri)
28
Dul annelerin haylaz
çocukları vardır; sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp
Yahudi’ye satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar… Galiba foyanız ortaya
çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankar evlatlar nereye?
Vurdular, kırdılar, yakdılar,
yıkdılar; asdılar, kesdiler; kasdılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara
sererek yılan gibi kaçtılar; memlekete düşmanları sokarak üstümüzden aştılar…
Eli sopalı, beli palalı,
gözü kanlı paşalar damdan dama nereye?
O zamanlar kalemler kırık,
gözler yumuk, boyunlar eyili, ağızlar kilitliydi.”gel!” diyordunuz, halk
karnını yerde sürüyerek ezile bezile konuşuyor, ayaklarınızın altına sokulup
tir tir titriyordu.”git!” diyordunuz, kapıya kendini dar atıyor, merdivenleri
dörder dörder atlayarak canını güç kurtarıyordu. Siz nazır değildiniz, dere
beyliği yaptınız… Siz amir olmadınız, sergerdelik ettiniz… Siz valilik
yapmadınız, ases başılık ettiniz … Efelere taş çıkardınız; zorbalara parmak
ısırttırdınız; Çakıcıya rahmet okuttunuz , Kabakçıyı gölgede bıraktınız… Biraz
daha geçseydi evliya diye “Patrona”lara türbe kurup başlarında kandil
yakacaktık.
Refik Halid Karay Sakın Aldanma İnanma Kanma'dan: Efendiler Nereye? 1 (Osmanlıca Okuma Metinleri)
Efendiler Nereye…
Ziyafet bitti, fakat
ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler
nereye?...
Yaz başlangıcında sırtı
karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız bir takım tahtakuruları çıkar, iğne gibi
vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı
etli canlı, iri yarı şuraya, buraya kaçarlar.. Galiba şafak attı, güneş doğuyor;
tahtakuruları nereye?
Ücra dağ başlarında gözleri
ateşli, dişleri keskin, tüyleri dimdik aç kurtlar vardır. Köpeksiz sürülere
dalarlar, koyunları kaparlar, etrafa kan, kemik saçıp mideleri dolu inlerine
koşarlar.. Galiba çoban göründü, köpekler havlıyor tok kurtlar nereye?
Kedisiz evlerde fareler
vardır; kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu, bunu kemirip, sağa sola
koşuşup baş köşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler… Galiba koku
aldınız, kedi geliyor; koca fareler nereye?
Divan şairlerinin içki meclisleri nasıldı?
Divan
şairleri şiirlerinde içki meclislerini çok çeşitli hayaller etrafında anlatır.
Peki şairlerin de devam ettiği bu meclisler acaba nasıldı? Ne yenir, ne
içilirdi? Adetler nasıldı?
…Seydi
Ali Çelebi’ye gelince, seferde olmadığı zamanlar, Galata’daki konağı
misafirlerle dolar boşalırdı. Yetim Ali, Sabuhi gibi şairler başta olmak üzere
kalabalık bir şair topluluğu konağındaki sohbetlere, içki meclislerine
katılırlardı. Bu zevki ve safa içindeki hayatı Kaptan tayin edilip Basra’ya
gidinceye kadar böylece devam etmiştir. Büyük memurların, zengin şahısların
konaklarında toplanan içki meclislerinin bir usulü, adabı vardı.
…Önce,
bu meclislerde hoş-sohbet, güzel sesli, saz çalanların bulunması şarttı. Meclis
kızışmadan ve sohbet koyulmadan, kadeh kadeh içip kendinden geçmek, olur olmaz
sözler söylemek veya susup oturmak zarafete uymaz ayıp sayılırdı. Herkesin yavaş
yavaş keyfini bulduğu sırada, meclis reisi tarafından emektar hizmetkârlara da
kadeh verilmesi adetti.
Bu
içki meclislerine kebablar, kavurmalar, ekşili çorba, köfteler, her çeşit deniz
mahsulü; balık, İstakoz, istiridye ve midye gibi yiyecekler yaraşır, ağır yağlı
yemekler, börekler uygun düşmezdi. Ayrıca fındık fıstık, kavrulmuş badem, balık
yumurtası, hayvar, kurutulmuş etler, mevsimine göre çeşitli meyvalar yenirdi.
Meclisi
süslemek için vazolar içinde çiçekler, eğer mevsimi ise gül bulundurmak mutlaka
lüzumluydu.
Bu
şahısların evlerinin dışında şairlerin de kendi aralarında toplantıları olurdu.
Aşık Çelebi, Sultun Bayezid II’ye kaside sunup, Manisa’da Şehzade Mehmed’in yanına
dönmekte olan Necati Bey’in de hazır bulunduğu böyle bir meclisi anlatmıştır.
Devri şairlerinden Nesihi, Sun’i, R evani, Ferruhi, Ahi ve Aşık Çelebinin
bulunduğu bu mecliste şarap içilip şiirler okunurken Hallaç Zati denilen bir
şair gelmiş. Bunun da mahlası Z atidir diye alay için methetmişler. Necati Bey,
yeni geleni tanımadığı için “şairlerini dinleyelim” demiş. Şiirler okununca
Necati Bey yerinden fırlayarak “bre küstah, edepsiz, bu sermaye ile Z ati’nin
karşısına çıkıp boş ölçüşmek ne haddine. Eğer padişah asitanından dönmüş
olmasaydım, bir mahlasda kudretli bir şair varken, bazı küstah ve mukallidlerin
aynı mahlasla şiir söylemelerini yasaklaması için bir kaside yazar takdim
ederdim” diyerek Hallaç Zati’yi meclisden kovmuştur.
Kaynak: Divan Haluk İpekten,
Edebiyatında Edebi Muhitler, İstanbul, MEB Yayınları, 1996, s. 229-254
(Şairlerin Toplantı Yerleri: Şuara Meclisleri, Dükkanlar, Meyhaneler)
Divan şairleri içki içer miydi?
Klasik Türk şiirinde içki, içki meclisleri, içkinin halleri çokça şiire konu olur. Acaba şairler sadece bir hayal, bir mazmun, bir sembol olarak mı içkiyi şiirinde kullanıyordu yoksa gerçekten hayatlarında içki önemli bir yer tutuyor muydu? Cevabı Haluk İpekten Hoca verecek. Ancak burada dini bütün şairlere haksızlık etmemek gerekir:
Karamanlı Sübutî’nin İstanbul’daki Karaman
Pazarı’ndaki dükkân şairlerin toplanma yeri idi. …Burada hekimlik eder,
hastalara ilâç hazırlardı. Fakat asıl işi şarap, afyon macunları, hapları gibi
keyif verici şeyler yapıp satmaktı. Kendisi de şair ve zarif, hoşsohbet bir
şahıs olduğu için dükkânına devrin şairleri toplanırdı. Şarap içilir, sohbet
edilir eğlenilirdi. Dükkânı bu bakımdan Zatî’ninkinden farklıydı. Orası daha
ziyade acemi şairlere bir mektep durumunda, Sübuti’ninki ise bir eğlence yeri
havasındaydı. …Fakat buraya hangi şairlerin devam ettiğini bilemiyoruz. Bu
hususta tezkirelerde bilgi yoktur. Yalnız Sübuti’nin şiirini kıymetsiz bulan
tezkireciler, söz birliği ederek bu dükkândan bahsettiklerine göre, o zamanlar
hayli meşhur olduğu anlaşılıyor.
Sübuti, bir müddet sonra bu dükkânı
kapamış, Şam kadısı olan Merhaba Efendi’nin yanında Şam’a
gitmiştir. Sonra İstanbul’a dönerek dükkânını yeniden açtı. Tekrar
şairleri etrafına topladı. Fakat bu ikinci açılışında dükkân eskisi gibi müşteri
bulamamıştır. Çünkü artık şarap satmaktan, macun yapmaktan, vazgeçmiştir.
Sadece hastalara ilâç hazırlayıp satıyordu. Bu devrede şiire de tövbe edip
divanını yakmıştır. Sonradan birkaç defa divan tertib etmişse de hepsini yaktı.
Zaten iyi şiiri de yoktu. Sübuti dükkânının, Zati’nin ölümünden sonra
(953/1546) açıldığı ve yirmi yıl kadar devam ettiği anlaşılıyor.
Rahiki’nin dükkânı Mahmudpaşa’da idi. Asıl
adı Sinan olan Rahiki (ö. 953/1546), kuloğlu iken yeniçeri ağası Mustafa
Ağa’nın öldürülmesi olayında canını zor kurtarmış fakat ordudan çıkarılıp
ulufesi kesilmiştir. Bunun üzerine Rahiki, maişetini temin edebilmek için bir
attar dükkânı açtı. Burada şarap satar, kendi keşfi olan esrar macununu yapar,
satardı.
Dükkânı sevgilileriyle buluşmak isteyen
aşıklar, içki içmeğe gelenler ve şairlerin uğrak yeriydi. Devrindeki şairlerle
dostluğu, arkadaşlığı vardı. Balıkpazarı’na içmeğe, eğlenmeğe gidenler muhakkak
uğrar, Rahikî’yi de alır, beraberlerinde götürürlerdi. Kendi imali olan Rahiki
macunu ölümünden sonra çok meşhur olmuştur. Otuz kişi her gün macun döver, yine
yetiştiremezlerdi. Onun yüzünden başkaları zengin olmuştur. Rahiki ise fakirlik
içinde perişan öldü.
Zeyni’nin Karaman Pazarı’ndaki sahhaf dükkânı da şairlerin uğradığı
yerlerdendi. Babası gibi o da hafızdı. Sahhaf dükkânında dostlarıyla oturur,
vakit geçirirdi. Sübuti’nin dükkân komşusuydu. Bir zaman Sübuti ile aynı şahsı
sevdiklerinden araları açıldı. Birbirinin rakibi oldular. Sevgilisi kendisini
terk edince, şarap ve afyon müptelası oldu. Az sonra da hastalanıp öldü.
İstanbul dışında şairlerin toplandığı
dükkânlardan, Edirne’de Nasuhi’nin attar dükkânını tanıyoruz. Nasuhi, bu
dükkânda attarlık eder, ilâç hazırlarken, sonra çalışıp hekim olmuştur. Hatta
kendini tanıtıp Edirne Darüşşifa’sı sertabibliğine kadar yükseldi. Dükkânını
işlettiği zamanlar bir tarafta attarlık ederken, diğer yanda da şarap satardı.
Son derece hoşsohbet, latifeci bir şahıstı. Bu sebeple şairler, içki içmek için
gelen zarifler dükkânını doldururlardı.
Edirne’de ikinci dükkân cerrahlık yapan
Safayî’nin dükkânıydı. Burada da Edirneli şairler toplanır sohbet ederlerdi.
Kendisi de şiir yazdığı için dükkânı sayesinde pek çok şairle dostluğu,
münasebeti olmuştur. Fakat usta bir şair değildi. Bu çeşit dükkânlardan
çakşırcı Şeyhi’nin dükkânı da Bursa’da şairleri toplamıştır. Aslında bir
tahsili olmayan Şeyhi, çakşır yapıp satmakla geçinir, fakat tab’en şiire mail
olduğu için şairlerle temas ederdi. Kendisinin de zararsız şiirleri vardı.
İstanbul’da bazı yüksek şahsiyetlerin evlerinde kurulan ve şairlerin de
katıldıkları içki meclisleri, içkinin haram ve yasak olmasına rağmen rahatlıkla
devam etmiştir. Zaten şairlerin pek azı müstesna, içki içerlerdi. Hatta bunun
yanında afyon kullananlar da bulunurdu. Zevk ve safaya düşkün, evlerinde içki
ve eğlence meclisleri tertib eden şahıslar içinde Sultan Süleyman’ın nedimi
Kara Balizade (ö. 944/1537). Cafer Çelebinin oğlu Ca’feri mahlaslı Bali Çelebi
ve Kaptan Şeydi Ali Re’is (ö. 970/1563) en meşhurlarıdır. Mukataacı iken
tekaüde ayrılan ve hoş sohbeti, zarafeti ile Kanuni Sultan Süleyman’ın
sevgisini kazanan Kara Balizade, zevk sahibi oluşu, içki merakı ve cömertliği
ile tanınmış bir şahıstı. Konağında ekseriya, İstanbul’da bulunan acemler
toplanır, yenir içilir eğlenilirdi. Bu arada devrin şairleri de bu konağa devam
ederlerdi.
Ca’fer Çelebi'nin oğlu Bali Çelebi de içkiye ve afyona düşkün, zevk ve safa
peşinde koşan bir şahıstı. Sahn-ı Semaniye müderrisi idi. Evinde içki
meclisleri gece gündüz devam eder, biri bitmeden diğeri başlardı. İçki yanında kullandığı
esrar tayınını gittikçe arttırarak günde 20 dirheme çıkardığı için zehirlenerek
ölmüştür.
…Bu meclislerin dışında içki meraklısı
şairlerin devam ettikleri meyhaneler de vardı. Bu asırlarda meyhaneler İstanbul
tarafında Tahtakale ve Balıkpazarı’nda, Beyoğlu tarafında da Galata’da
toplanmıştır. Yazın deniz kenarlarında da açık meyhaneler kurulurdu.
Tahtakale İstanbul halkından bir kısmının
eğlence yeri idi. Sarhoşlar, esrarkeşler burada barınır, canbazlar, hokkabazlar
halka gösteriler yaparlardı. Burada adlarını bilebildiğimiz iki meyhane, Efe
Meyhanesi ve Yani Meyhanesi çok meşhur yerlerdi. Bilhassa Efe Meyhanesi,
şairlerin toplantı yeri olarak çok rağbet bulmuştur. Şairler daha ziyade bu
meyhanede toplamı, bir taraftan içkiler içilirken şiirler okunur, münakaşası
yapılır, sohbet edilirdi. Efe Meyhanesi’nin hayli uzun zaman S. Bayezid II,
Yavuz Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman devirlerinde çalışmakta olduğu
anlaşılıyor. Bu meyhanelere bazen şairler daha hesaplı olsun diye pazardan
mezelerini de tedarik eder, öyle giderlerdi.
İstanbul tarafında bir de Bakkal Zarif
adında Yahudi dönmesi bir mezeci vardı. İçkinin ve mezenin iyisini bulmakta
usta olan bu şahsın şairlerden çok müşterisi vardı. Ondan alış veriş ederlerdi.
Bakkal Zarif de parası olmayana mezeyi ve şarabı ödünç verirdi.
Galata tarafı, zaten daha çok gayr-ı
müslimlerin oturdukları semt olduğu için burada hayat İstanbul tarafında
nisbetle daha serbestti. Burası Latifi’nin tabiriyle “bir şehr-i dil-âviz ve
dil-ârâ ki işret-gâh-ı dünya”, “mey ü mahbûbda bî-bedel ve zevk u safâda darbe
mesel”di. “Ekser halkı ümmet-i İsâ ve millet-i Mesihâ olmağın Cem gibi
ellerinden cam düşmez. Ve bezm-i mey andan gayrı yerde haramdır”. Müslüman
şehrin kapalı hayatından bulunan “İstanbul’un zevvâk ve ehl-i mezâk ne kadar
rind ü hallâşı ve bâde-nûş ayyaşı var ise def’-i melâl ve ref’-i helâl edüp”
eğlenmek, güzeller seyretmek için Galata tarafına geçerlerdi.
Buranın meyhaneleri daha meşhurdu.
Eğlenmek üzere zahmeti göze alıp kayıklarla Galata’ya geçen şairler hakkında
bazı hikâye ve latifeler tezkirelerde kayıtlıdır. Şairlerden çoğunun içki
içtiği, şarabın haram ve içilmesi yasak olduğu halde meyhanelerde toplandıkları
devirde, Sultan Süleyman Kanuni’nin 969/1563 de şarabı yasak etmesine ve şarab
getiren gemileri İstanbul’da Galata önünde yaktırmasına rağmen bu yasak kısa
sürmüş, iş bir müddet sonra yine eski halini almıştır. Sonradan kadı, kazasker,
hatta şeyhülislam olan bazı şairlerin bile hiç olmazsa, gençliklerinde, tahsil
sırasında içki kullandıkları, meyhanelere devam ettikleri tezkirelerde
kayıtlıdır. İçki müptelaları içinde bir kısmı yaşlandıkça, halkın gözüne
batacak makamlara yükseldikçe içkiyi bırakmışlar, fakat diğer bir kısmı
ayyaşlığı bütün hayatlarınca sürdürmüşlerdir.
İçki müptelası ve meyhane müdavimi olarak
tanınan kimselerden haklarında az çok bilgi sahibi olduğumuz şairleri şöylece
sıralayabiliriz. Fatih devri şairlerinden Melihi’nin içki iptilası malumdur.
İran’dan döndüğünde avare ve sarhoştu. Meyhanelerden çıkmazdı. İran’da
tanıştığı Molla Cami bazı eserlerini kendine gönderdiğinde, Melihi’yi bir
meyhane köşesinde bulmuşlar, “biz bunlara el sürmeğe artık lâyık değiliz”
diyerek ağlamış ve kitapları almamıştı. Meyhaneye elindeki asasıyla gider
asasız dönerdi…
Ne tahsil arkadaşı Şeyh Ruşeni, ne de bizzat
padişah onu içkiden vazgeçirememişlerdir. Fatih Sultan Mehmed bu kabiliyetli
şairin içki ile ziyan olduğunu görünce içkiye yemin ettirmiş, sonra yeminine
sadakatini görmek için arattığında, çavuşlar Tahtakale’de mest… bulmuşlardır.
Huzura getirildiğinde ayakta duramayacak
kadar sarhoş olan Melihi'nin yemini bozup ağzına içki koymadığı, fakat
dayanamayıp şarabı kendisine şırınga ettirdiği anlaşılınca Padişah Şairi
bağışlamış, ama bundan sonra toplantılarına da almamıştır.
Mesihi, İsa (Ö. 918/1512), devrinde şiiri
kadar, sarhoşluğu ile de tanınmıştı. … Ali Paşa, Mesihi’yi ne zaman aratsa,
kalemde bulunmaz, adamlar gönderip ya Tahtakale meyhanelerinde veya mesire
yerlerinde eğlenirken buldururdu. Hayatı böyle perişanlık içinde geçmiştir.
Kalkandelenli Sücudi de içkisiyle tanınmış
şairlerden idi. Rind derya-dil bir şahıstı. Meyhanelerden çıkmaz, daima içer,
sarhoş gezerdi. Bu yüzden kendisine sucu iti adı verilmişti. …Yavuz Selim’in
Mısır seferine dahil oldu. İhtiyarlıktan beli iki kat olduğu halde içkiyi bırakmamıştı.
Edirneli Sagari de içki iptilasını
ölünceye kadar terk edemeyen şairlerdendir. Aynı zamanda usta musikişinas idi.
100 yaşma kadar yaşamış, ölünceye kadar ne sazı ne de içkiyi elinden
bırakmamıştır.
Şairler içinde sarhoşluğu ile tanınmış
şahıslardan biri de Revani (Ö. 930/1524) idi. Daima içer, meyhanelerde
dolaşırdı. Her zaman sarhoş ve mahmurdu. Gazelleri de hep bade üzerinedir.
Ayrıca sohbet ve içki adabım anlatan bir işret-name yazmıştı. Sonra ihtiyarlığında
tövbe edip şarabı bıraktı. İstanbul’da bir mescit yaptırıp kendini ibadete
verdi.
Şairlerin üstadı Zati ve Kanuni Sultan
Süleyman devrinin ilmi irfanı ve cömertliği ile tanınmış kazaskeri Abdülkadir
Efendi (Ö. 914/1509) de gençliklerinde içkiye düşkün ve Efe Meyhanesi’nin
devamlı müşterilerinden idiler…
Âhi Benli Hasan (923/1517) de meyhane
müdavimlerindendi. Dostları ile buluşur, Balıkpazarı’na uğrayıp nevalelerini
düzer, meyhaneye öyle giderlerdi. Bir taraftan içerken diğer taraftan şiirler
okunur, sohbet derinleşirdi. Zaten pek az konuşan ve söyleyeceğini daima kısaca
bir mısra ile ifade eden Âhi, bu içki ve sohbet meclislerinde de konuşmaz,
daima susar dinlerdi. Efe Meyhanesi ve Yani Meyhanesi’nde meyhaneciler onu
dilsiz danişmend gelmedi ya” diye sorarlardı...
Sultan Yavuz Selim devrinde yetişmiş ve
pek çabuk şöhret yapmış olan Fizani Ramazan (Ö. 938/1526), ibda kabiliyetine
sahip bir şairdi. Fakat işrete düşkün, harabatı, âvâre bir şahıstı… Kara
Balizade’nin işret ve eğlence meclislerine devam eder, diğer taraftan da
arkadaşları Na’ti ve Levhi’nin kardeşi Nuhî ile Efe Meyhanesi’nden çıkmazdı. Bu
üç arkadaş, meyhanede, seyranlarda, ilim ve şiir toplantılarında daima beraber
idiler.
Galata kadısı Nihalî Ca’fer (Ö. 949/1542)
ve Âşık Çelebi’nin babası Seyyit Ali Matta’ da Efe Meyhanesi’nin devamlı
müşterilerinden idiler. Gençliklerinde medrese arkadaşı olan bu iki şahıs,
beraber ders okur, sonra meyhanede beraber içerlerdi. İçkide sohbette
birbirinden ayrılmazlardı. Sonra ikisi de kadı oldu. Nihali, Yavuz S. Selim
muhasipliğinden uzaklaştırılınca dostları olan devrin büyüklerine sığındı.
İhtiyarlığında kalkıp yürüyemez halde idi. Böyle iken bile içkiyi terk etmedi.
İçki içmesiyle tanınmış şairlerden biri de
Manastırlı Haveri, Ali Çelebi’dir (Ö. 972/1565). Gençliğinde çok içer meyhane
meyhane dolaşırdı. Selanik ve Üsküp kadısı olarak bir zaman İstanbul’dan ayrı
kaldı. Sonra Galata ve Eyüb kadılıklarına beraber tayin edilince, eski meyhane
arkadaşları ile görüşür, eski günleri yad ederdi. Gençliğinde Galata ve
Tahtakale’de o kadar meşhurdu ki, “Galata’da bütün şekerci dükkânlarındaki
şişeler kendisini tanır, Hıristiyan çocukları ezilmesinler diye meyhane
çardaklarına tırmanırlardı. Efe meyhanesinde hiç bir fıçı yoktu ki aylarca
ayılmayıp dibine düşüp kalmıya”. Bu şöhreti unutulmadığından kadılığı üzerinde
dedikodular, şikâyetler oldu ve azledilip Karaferye kadılığı ile İstanbul’dan
uzaklaştırıldı.
Tahtakale’de Efe meyhanesinin devamlı
müşterilerinden biri de Aydınlı Selman’dır. Tahsili sırasında arkadaşları ile
vaktini meyhanelerde geçirirdi…
Sihri de gece gündüz içer, şarapsız
duramazdı. Ömrü meyhanelerde geçerdi. Defterdar Sirozlu Hasan Çelebi’nin
şehreminliğinde kâtibi olmuş, Haleb’e de beraberinde gitmişti. Burada da eski
hayatına, içkiye ve güzeller peşinde koşmağa devam etmiştir. Haleb’de Atpazarı
kâtibi iken bir gece sevgilisini sarhoş edip odasına aldığı için şikâyet
üzerine Haleb beylerbeyi Üveys Paşa, eskiden beri Haşan Çelebiye kızdığından,
onun adamı olan Sihrî’yi hadım ettirdi…
Zamanında sarhoşluğu ile tanınmış
şairlerden biri de Gelibolulu Seyfi’ydi. Daima avare, başıboş ve sarhoş
gezerdi. Meyhaneleri mesken edinmişti. Yine bir gün sarhoş gezerken Tophane’de yüksek
bir yerden düşerek ölmüştür.
Devrinde musikisi ile çok meşhur olmuş,
aynı zamanda şairliği de bulunan Savur da içki müptelası idi. Gençliğinde
meyhane merdivenlerinden düşüp ayağını sakat etmişti, topallardı…
Şeyh Vefa Tekkesi’ne girip Ali Dede’den inabet
alarak şeyh olan Şem ’i, (Ö. 938/1530) hem tasavvuf ehli, hem içki alemlerinden
ayrılmazı rind bir şairdi. Pir Mehmed Paşa’nın yardımı sayesinde yaşar, bazan
hankahda zikirle meşgul olur, bazan camide ibadet eder, fakat bahar geldi mi
elde kadeh meyhaneden çıkmazdı…
Sun’i Mehmed (Ö. 941/1535) Gelibolu’dan
yetişen şairlerin en iyilerinden idi. Gençliğinde Sultan adında bir kadın
sevmiş, ona gazeller yazmış ve nihayet içki mübtelası olup meyhanelere
düşmüştür…
İshak Çelebi’nin (Ö. 949/1542) de gençliğinde
sarhoşluğu ve âşıklığı ile tanınmıştı. Hatta Sahn’da müderris olduğu zamanlar
bile bu hayatını sürdürürdü. Arkadaşları ile meyhanelerde dolaşır, sabah
eşeğine binip medreseye giderken yolda bir güzel görse, peşine takılır dersini
unuturdu.
Daima mest gezen şairlerden bir başkası,
Zari-i Suzeni (Ö. 960/ 1553), usta san’atkar olduğu halde avarelikten dükkânına
uğramaz, yazın deniz kıyısında açık hava meyhanelerinde, kışın Tahtakale
meyhanelerinde şarapla dost sohbetleriyle vaktini geçirirdi. Parası bittiğinde
birkaç zaman dükkânına döner, çalışır, kazandığı parayı yine meyhanelerde
yerdi. Ayrıca çok iyi tanbur da çalardı. Ömrünü böyle saz ve sözle, içki
alemleriyle geçirdi.
İşreti, Mustafa (Ö. 974/1567) da ayyaşlığı
ile tanınan şairlerdendir. Bu yüzden İşreti mahlasını almıştı. İstanbul’da
Rumelihisarı’nda doğmuş, tahsili müddetince şiiri yanında içki iptilası ile de
meşhur olmuştu. Daima sarhoş gezer, meyhanelerden çıkmazdı. Edirne yakınında
Hasköy’de kadı iken Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadesi Bayezid’e intisab
etmiş, Kütahya’da onun yanında bulunmuş, bu arada yine gece gündüz içmiştir.
Nihayet şehzadeyi içkiye alıştırıyor diye yapılan şikâyetler üzerine kadılıktan
ve şehzadenin muhitinden uzaklaştırıldı.
Can Memi lakabıyla anılan Sani de (Ö.
995/1587), meyhanelerden çıkmayan şairlerdendi. Gençliğinde güzelliği ile
meşhurdu. Şeyh Karamanî’ye mürid iken onun idamı üzerine Sani, canını zor
kurtarmış “Şeyhler bezmine yakın olmağa tövbeler ettim” diyerek meyhanelere
düşmüştür. Kanuni Sultan Süleyman’ın şarab getiren gemileri İstanbul-Galata
arasında yaktırınca, mecburen meyhaneyi bırakıp kahvehanelere devama başladı ve
bu beyti söyledi:
Humlar şikeste câm tehi yok vücud-ı mey
Kıldun esir-i kahve bizi hey zamane hey
Kaynak: Divan Haluk İpekten, Edebiyatında Edebi Muhitler, İstanbul, MEB Yayınları, 1996, s. 229-254 (Şairlerin Toplantı Yerleri: Şuara Meclisleri, Dükkanlar, Meyhaneler)
Cumartesi, Aralık 23, 2017
Söz / Kelime Öbekleri / Grupları
En az iki kelimeden oluşan ve cümlede farklı bir anlamı ifade etmek için yanyana gelen kelime öbekleri için kullanılır. Bir durum, varlık, netilik, kavram veya bunun dışındaki bir şeyi karşılamak için kelimelerin yan yana kullanılması, sözcük öbeklerini/gruplarını oluşturur. Söz öbeği ve söz grubu şeklinde ifade edilen bu durum, tek sözcükle karşılanamayanı birden fazla sözcükle karşılamak demektir. Aşağıda bunların bir listesi mevcuttur. İlk sıraya şu sorudaki hali koymakta fayda var:
Toplumsal
sorunlardan çok, küçük adamın dünyasına yönelen duyarlılığıyla yeni
bir öykü anlayışı geliştirdi Saik Faik.
Alışılmış öykü yapısını kırarak olayın gelişimini değil, olayın içindeki insanın durumunu öznel
bir tutumla yansıttı. Böylece kendinden sonraki öykücülere bir işaret feneri oldu.
Bu parçada geçen "işaret feneri olmak" sözüyle anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?
A.
Herkes tarafından tanınıyor olmak
B.
Farklı anlatım biçimlerinden
yararlanmak
C.
Öyküleriyle kuşaktan kuşağa geçmek
D.
Yazdıklarıyla yol göstermek, rehber olmak
E.
Alışılmışın dışına çıkmak,
sıradanlıktan kurtulmak
1. Ad/İsim Tamlaması Grubu
Anne-kelime
Anne yüreği: belirtisiz isim tamlaması
grubu
Annenin yüreği: belirtili isim tamlaması
grubu
Anne yüreğinin sızısı: zincirleme isim
tamlaması grubu
2. Ön Ad/Sıfat Öbeği
Biricik, güzel annem: sıfat grubu
3. Edat/ilgeç Öbeği
Annem için
4. Fiilimmsi/Eylemsi Öbeği
Büyüt-en annem: sıfat-fiil
Annenin bekleyişi: isim-fiil grubu
Annemi bekle-y-erek: zarf-fiil grubu
5. Tekrar/Yineleme/İkileme Öbeği
Anne baba; hızlı hızlı: yineleme grubu
6. Fiil/Eylem Öbeği
Tercih etmişti: birleşik fiil grubu
Kulak asmıyordu: birleşik fiil grubu
7. Ünlem Grubu
Yuh senin sıfatına!: ünlem grubu
8. Sayı Grubu
Kırk bir: sayı grubu
9. Unvan Grubu
Fatma teyzem, Nakkaş Hakkı, Bekçi Yusuf
Bey, Asım Çelebi: unvan grubu
10. Bağlama Grubu
Annem ve babam; Leyla ile Mecnun: bağlama
grubu
11. Deyim Grubu
Göz değdi: deyim grubu
12. Atasözü Grubu
Göz görmeyince gönül katlanıyor; gönül var
otluğa, gönül var bokluğa konar: atasözü grubu
13. Yansıma Grubu
Kuş akşama kadar cik cik öttü.
14. Farklı Söz Grupları
“kendi sanatına bakmak", “edebiyatın
haritasını bir bütün halinde çıkar”, "eleştirmenin gölgesinin eserin üzerine
düşmemesi"
Cuma, Aralık 22, 2017
Miyahiyye veya sulara övgü
Hasib mahlaslı Müminzade Ahmed Efendi tarafından yazılan Bursa'nın suları ve özelliklerini anlatan şiir türünün adıdır. Kaside biçimde yazılan şiirden bir beyit:
...
Kaplu Kaya Suyı hoş kaba kacaga sıgmaz
Sedd ü kebd ü tahâlı eridürmiş ol mâ
...
Miyâhiyye: Bursa’daki su kaynaklarının isimlerini, buralardan su içmenin faydalarını anlatan bu manzum eser, Bursa sularının methiyesi niteliğindedir. Kırım Hanı Kaplan Giray Han’a Bursa ziyareti esnasında hediye edilmiştir. Şairin mahlası bu eserde de “Hâsib” olarak kayıtlıdır. Miyâhiyye’nin tamamı kırk dört beyittir. İlk otuz sekiz beyti Hâsib Efendi tarafından kaleme alınmış, kalan altı beyti ise, Babaefendizâde Şeyh Said Efendi (ö. 1288/1871) tarafından manzumeye zeyl olunmuş kırk dört beyitlik bir manzumedir. Kaside formunda, aruzun “feilâtün feilâtün feilâtün feilün” kalıbında yazılmıştır. İki nüshası bulunan eser, Süleyman Eroğlu tarafından yeni harflere aktarılarak neşredilmiştir (2008).
devamı için:
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/214952
şairi için:
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=168
Perşembe, Aralık 21, 2017
18. Yüzyıl Tezkireleri
18. yüzyıl tezkirelerini sunu halinde görmek için tıklayınız.
Zaman şeridi (timeline) halinde görmek için tıklayınız.
Metin Hali:
18. Yüzyıl Tezkireleri
•◀︎
1710
Tezkire-i Mucib-Diyarbakırlı Mustafa Mucib
1710 yılına kadar yetişmiş 107 şairin biyografisi vardır. Riyazi Tezkiresi'ne zeyl olarak yazılmıştır. 4. Murad'ın biyografisiyle başlayan tezkirede, şairlerin ölüm tarihleri verilmiştir. Dili sadedir. İlgili şairlerin beyit ve gazellerine yer verilmiştir. Hasan Çelebi, Riyazi ve Rıza tezkirelerinde bulunmayan 11 şairin ismi tezkirede kayıtlıdır. Altun, Kudret, Tezkire-i Mucib (‹nceleme-Tenkidli Metin-Dizin-Sözlük), Ankara, 1997
•◀︎
1720
Safâyî Tezkiresi-Şair Mustafa Safâyî Efendi
Safâyî tarafından Rıza Tezkiresi'nin zeyli olarak 1720'de yazılan eserin tam adı Nuhbetü’l-âsâr min Fevâidi’l-ef'âr'dır. Eserde bir ön söz, 18 takriz, 493 şair biyografisi vardır. Baş taraftaki takrizleriyle diğer tezkirelerden ayrılır. Şairlerin adlarının üçüncü harfine kadar alfabetik olarak şairleri veren tezkire, süslü nesir üslubuyla ve hacmiyle dikkat çeker.Lale Devri şairlerini tanıtması yönüyle zengindir ve şairlerin edebi kişilikleri, şiirleri tezkirede yer alır.
•◀︎
1722
Salim Tezkiresi-Salim
Süslü nesir üslubuyla yazılan Salim Tezkiresi, bir giriş üç bölümden oluşur. Giriş sonrası dönemin padişahları 3. Ahmed ve 2. Mustafa'nın biyografilerini yer aldığı tezkirede, alfabetik olarak 426 şairin uzun biyografilerine yer verilmiştir. Safayi ve Şeyhi'nin Vekayiu'l-fuzela'sının etkileri olan tezkireye Ramiz ve Fatin zeyl yazmıştır.
•◀︎
1727
Nuhbetü’l-âsâr li-Zeyli Zübdeti’l-eş’âr-Bursalı Beliğ
1727'de Kafzade Faizi'nin Zübdetü'l-eş'ar tezkiresinin zeyli olarak Bursalı Beliğ tarafından yazılmıştır. Şair biyografilerinden ziyade örnek metinleriyle öne çıkan tezkire, önce Necîb mahlaslı 3. Ahmed'in, sonra diğer 413 şairin tanıtımına yer vermiştir.
•◀︎
1784
Adab-ı Zurefa Tezkiresi-Ramiz
•◀︎
1790
Tezkire-i Şuara-Silahdarzade Mehmed Emin
Tezkire-i Şuara, Silahdarzade Mehmed Emin tarafından 1790'da Beliğ Tezkiresi'nin zeyli olarak yazılmıştır. 1751-1790 arası 127 şairin kısa tanıtımı ve çok sayıda ürüne yer veren tezkirede, bazı şairlerin sadece adları, ölüm tarihleri bulunmaktadır. Çok şiire yer vermesi yönüyle antoloji niteliğindedir.
•◀︎
1791
Nuhbetü’l-âsâr fi-Fevâ’idi’l-eş’âr-Mustafa Safvet
MustafaSafvet’in Nuhbetü’l-âsâr fi-Fevâ’idi’l-eş’âr’ıdır. Tezkire, Safâyî Tezkiresi’ndenseçilmiş olan 326 şairin biyografilerinin kısaltılarak verilmesiyle hazırlanmıştır.
•◀︎
1796
Tezkire-i Şu'ara-yı Mevleviyye-Esrar Dede
Mevlana'dan 1796'ya kadar yetişmiş yalnızca Mevlevî şairlere yer vermesiyle farklıdır ve önemlidir. Tezkirede, 212 şairin biyografisinin bulunur.
•◀︎
1797
Mir'at-ı Şi'r-Enderunlu Akif Bey
Tezkirede Enderun'da yetişen 24 şair yer almıştır.
Tezkirelerle ilgili kendini sınamak isterseniz işte linki:
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)