Klasik Türk şiirinde içki, içki meclisleri, içkinin halleri çokça şiire konu olur. Acaba şairler sadece bir hayal, bir mazmun, bir sembol olarak mı içkiyi şiirinde kullanıyordu yoksa gerçekten hayatlarında içki önemli bir yer tutuyor muydu? Cevabı Haluk İpekten Hoca verecek. Ancak burada dini bütün şairlere haksızlık etmemek gerekir:
Karamanlı Sübutî’nin İstanbul’daki Karaman
Pazarı’ndaki dükkân şairlerin toplanma yeri idi. …Burada hekimlik eder,
hastalara ilâç hazırlardı. Fakat asıl işi şarap, afyon macunları, hapları gibi
keyif verici şeyler yapıp satmaktı. Kendisi de şair ve zarif, hoşsohbet bir
şahıs olduğu için dükkânına devrin şairleri toplanırdı. Şarap içilir, sohbet
edilir eğlenilirdi. Dükkânı bu bakımdan Zatî’ninkinden farklıydı. Orası daha
ziyade acemi şairlere bir mektep durumunda, Sübuti’ninki ise bir eğlence yeri
havasındaydı. …Fakat buraya hangi şairlerin devam ettiğini bilemiyoruz. Bu
hususta tezkirelerde bilgi yoktur. Yalnız Sübuti’nin şiirini kıymetsiz bulan
tezkireciler, söz birliği ederek bu dükkândan bahsettiklerine göre, o zamanlar
hayli meşhur olduğu anlaşılıyor.
Sübuti, bir müddet sonra bu dükkânı
kapamış, Şam kadısı olan Merhaba Efendi’nin yanında Şam’a
gitmiştir. Sonra İstanbul’a dönerek dükkânını yeniden açtı. Tekrar
şairleri etrafına topladı. Fakat bu ikinci açılışında dükkân eskisi gibi müşteri
bulamamıştır. Çünkü artık şarap satmaktan, macun yapmaktan, vazgeçmiştir.
Sadece hastalara ilâç hazırlayıp satıyordu. Bu devrede şiire de tövbe edip
divanını yakmıştır. Sonradan birkaç defa divan tertib etmişse de hepsini yaktı.
Zaten iyi şiiri de yoktu. Sübuti dükkânının, Zati’nin ölümünden sonra
(953/1546) açıldığı ve yirmi yıl kadar devam ettiği anlaşılıyor.
Rahiki’nin dükkânı Mahmudpaşa’da idi. Asıl
adı Sinan olan Rahiki (ö. 953/1546), kuloğlu iken yeniçeri ağası Mustafa
Ağa’nın öldürülmesi olayında canını zor kurtarmış fakat ordudan çıkarılıp
ulufesi kesilmiştir. Bunun üzerine Rahiki, maişetini temin edebilmek için bir
attar dükkânı açtı. Burada şarap satar, kendi keşfi olan esrar macununu yapar,
satardı.
Dükkânı sevgilileriyle buluşmak isteyen
aşıklar, içki içmeğe gelenler ve şairlerin uğrak yeriydi. Devrindeki şairlerle
dostluğu, arkadaşlığı vardı. Balıkpazarı’na içmeğe, eğlenmeğe gidenler muhakkak
uğrar, Rahikî’yi de alır, beraberlerinde götürürlerdi. Kendi imali olan Rahiki
macunu ölümünden sonra çok meşhur olmuştur. Otuz kişi her gün macun döver, yine
yetiştiremezlerdi. Onun yüzünden başkaları zengin olmuştur. Rahiki ise fakirlik
içinde perişan öldü.
Zeyni’nin Karaman Pazarı’ndaki sahhaf dükkânı da şairlerin uğradığı
yerlerdendi. Babası gibi o da hafızdı. Sahhaf dükkânında dostlarıyla oturur,
vakit geçirirdi. Sübuti’nin dükkân komşusuydu. Bir zaman Sübuti ile aynı şahsı
sevdiklerinden araları açıldı. Birbirinin rakibi oldular. Sevgilisi kendisini
terk edince, şarap ve afyon müptelası oldu. Az sonra da hastalanıp öldü.
İstanbul dışında şairlerin toplandığı
dükkânlardan, Edirne’de Nasuhi’nin attar dükkânını tanıyoruz. Nasuhi, bu
dükkânda attarlık eder, ilâç hazırlarken, sonra çalışıp hekim olmuştur. Hatta
kendini tanıtıp Edirne Darüşşifa’sı sertabibliğine kadar yükseldi. Dükkânını
işlettiği zamanlar bir tarafta attarlık ederken, diğer yanda da şarap satardı.
Son derece hoşsohbet, latifeci bir şahıstı. Bu sebeple şairler, içki içmek için
gelen zarifler dükkânını doldururlardı.
Edirne’de ikinci dükkân cerrahlık yapan
Safayî’nin dükkânıydı. Burada da Edirneli şairler toplanır sohbet ederlerdi.
Kendisi de şiir yazdığı için dükkânı sayesinde pek çok şairle dostluğu,
münasebeti olmuştur. Fakat usta bir şair değildi. Bu çeşit dükkânlardan
çakşırcı Şeyhi’nin dükkânı da Bursa’da şairleri toplamıştır. Aslında bir
tahsili olmayan Şeyhi, çakşır yapıp satmakla geçinir, fakat tab’en şiire mail
olduğu için şairlerle temas ederdi. Kendisinin de zararsız şiirleri vardı.
İstanbul’da bazı yüksek şahsiyetlerin evlerinde kurulan ve şairlerin de
katıldıkları içki meclisleri, içkinin haram ve yasak olmasına rağmen rahatlıkla
devam etmiştir. Zaten şairlerin pek azı müstesna, içki içerlerdi. Hatta bunun
yanında afyon kullananlar da bulunurdu. Zevk ve safaya düşkün, evlerinde içki
ve eğlence meclisleri tertib eden şahıslar içinde Sultan Süleyman’ın nedimi
Kara Balizade (ö. 944/1537). Cafer Çelebinin oğlu Ca’feri mahlaslı Bali Çelebi
ve Kaptan Şeydi Ali Re’is (ö. 970/1563) en meşhurlarıdır. Mukataacı iken
tekaüde ayrılan ve hoş sohbeti, zarafeti ile Kanuni Sultan Süleyman’ın
sevgisini kazanan Kara Balizade, zevk sahibi oluşu, içki merakı ve cömertliği
ile tanınmış bir şahıstı. Konağında ekseriya, İstanbul’da bulunan acemler
toplanır, yenir içilir eğlenilirdi. Bu arada devrin şairleri de bu konağa devam
ederlerdi.
Ca’fer Çelebi'nin oğlu Bali Çelebi de içkiye ve afyona düşkün, zevk ve safa
peşinde koşan bir şahıstı. Sahn-ı Semaniye müderrisi idi. Evinde içki
meclisleri gece gündüz devam eder, biri bitmeden diğeri başlardı. İçki yanında kullandığı
esrar tayınını gittikçe arttırarak günde 20 dirheme çıkardığı için zehirlenerek
ölmüştür.
…Bu meclislerin dışında içki meraklısı
şairlerin devam ettikleri meyhaneler de vardı. Bu asırlarda meyhaneler İstanbul
tarafında Tahtakale ve Balıkpazarı’nda, Beyoğlu tarafında da Galata’da
toplanmıştır. Yazın deniz kenarlarında da açık meyhaneler kurulurdu.
Tahtakale İstanbul halkından bir kısmının
eğlence yeri idi. Sarhoşlar, esrarkeşler burada barınır, canbazlar, hokkabazlar
halka gösteriler yaparlardı. Burada adlarını bilebildiğimiz iki meyhane, Efe
Meyhanesi ve Yani Meyhanesi çok meşhur yerlerdi. Bilhassa Efe Meyhanesi,
şairlerin toplantı yeri olarak çok rağbet bulmuştur. Şairler daha ziyade bu
meyhanede toplamı, bir taraftan içkiler içilirken şiirler okunur, münakaşası
yapılır, sohbet edilirdi. Efe Meyhanesi’nin hayli uzun zaman S. Bayezid II,
Yavuz Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman devirlerinde çalışmakta olduğu
anlaşılıyor. Bu meyhanelere bazen şairler daha hesaplı olsun diye pazardan
mezelerini de tedarik eder, öyle giderlerdi.
İstanbul tarafında bir de Bakkal Zarif
adında Yahudi dönmesi bir mezeci vardı. İçkinin ve mezenin iyisini bulmakta
usta olan bu şahsın şairlerden çok müşterisi vardı. Ondan alış veriş ederlerdi.
Bakkal Zarif de parası olmayana mezeyi ve şarabı ödünç verirdi.
Galata tarafı, zaten daha çok gayr-ı
müslimlerin oturdukları semt olduğu için burada hayat İstanbul tarafında
nisbetle daha serbestti. Burası Latifi’nin tabiriyle “bir şehr-i dil-âviz ve
dil-ârâ ki işret-gâh-ı dünya”, “mey ü mahbûbda bî-bedel ve zevk u safâda darbe
mesel”di. “Ekser halkı ümmet-i İsâ ve millet-i Mesihâ olmağın Cem gibi
ellerinden cam düşmez. Ve bezm-i mey andan gayrı yerde haramdır”. Müslüman
şehrin kapalı hayatından bulunan “İstanbul’un zevvâk ve ehl-i mezâk ne kadar
rind ü hallâşı ve bâde-nûş ayyaşı var ise def’-i melâl ve ref’-i helâl edüp”
eğlenmek, güzeller seyretmek için Galata tarafına geçerlerdi.
Buranın meyhaneleri daha meşhurdu.
Eğlenmek üzere zahmeti göze alıp kayıklarla Galata’ya geçen şairler hakkında
bazı hikâye ve latifeler tezkirelerde kayıtlıdır. Şairlerden çoğunun içki
içtiği, şarabın haram ve içilmesi yasak olduğu halde meyhanelerde toplandıkları
devirde, Sultan Süleyman Kanuni’nin 969/1563 de şarabı yasak etmesine ve şarab
getiren gemileri İstanbul’da Galata önünde yaktırmasına rağmen bu yasak kısa
sürmüş, iş bir müddet sonra yine eski halini almıştır. Sonradan kadı, kazasker,
hatta şeyhülislam olan bazı şairlerin bile hiç olmazsa, gençliklerinde, tahsil
sırasında içki kullandıkları, meyhanelere devam ettikleri tezkirelerde
kayıtlıdır. İçki müptelaları içinde bir kısmı yaşlandıkça, halkın gözüne
batacak makamlara yükseldikçe içkiyi bırakmışlar, fakat diğer bir kısmı
ayyaşlığı bütün hayatlarınca sürdürmüşlerdir.
İçki müptelası ve meyhane müdavimi olarak
tanınan kimselerden haklarında az çok bilgi sahibi olduğumuz şairleri şöylece
sıralayabiliriz. Fatih devri şairlerinden Melihi’nin içki iptilası malumdur.
İran’dan döndüğünde avare ve sarhoştu. Meyhanelerden çıkmazdı. İran’da
tanıştığı Molla Cami bazı eserlerini kendine gönderdiğinde, Melihi’yi bir
meyhane köşesinde bulmuşlar, “biz bunlara el sürmeğe artık lâyık değiliz”
diyerek ağlamış ve kitapları almamıştı. Meyhaneye elindeki asasıyla gider
asasız dönerdi…
Ne tahsil arkadaşı Şeyh Ruşeni, ne de bizzat
padişah onu içkiden vazgeçirememişlerdir. Fatih Sultan Mehmed bu kabiliyetli
şairin içki ile ziyan olduğunu görünce içkiye yemin ettirmiş, sonra yeminine
sadakatini görmek için arattığında, çavuşlar Tahtakale’de mest… bulmuşlardır.
Huzura getirildiğinde ayakta duramayacak
kadar sarhoş olan Melihi'nin yemini bozup ağzına içki koymadığı, fakat
dayanamayıp şarabı kendisine şırınga ettirdiği anlaşılınca Padişah Şairi
bağışlamış, ama bundan sonra toplantılarına da almamıştır.
Mesihi, İsa (Ö. 918/1512), devrinde şiiri
kadar, sarhoşluğu ile de tanınmıştı. … Ali Paşa, Mesihi’yi ne zaman aratsa,
kalemde bulunmaz, adamlar gönderip ya Tahtakale meyhanelerinde veya mesire
yerlerinde eğlenirken buldururdu. Hayatı böyle perişanlık içinde geçmiştir.
Kalkandelenli Sücudi de içkisiyle tanınmış
şairlerden idi. Rind derya-dil bir şahıstı. Meyhanelerden çıkmaz, daima içer,
sarhoş gezerdi. Bu yüzden kendisine sucu iti adı verilmişti. …Yavuz Selim’in
Mısır seferine dahil oldu. İhtiyarlıktan beli iki kat olduğu halde içkiyi bırakmamıştı.
Edirneli Sagari de içki iptilasını
ölünceye kadar terk edemeyen şairlerdendir. Aynı zamanda usta musikişinas idi.
100 yaşma kadar yaşamış, ölünceye kadar ne sazı ne de içkiyi elinden
bırakmamıştır.
Şairler içinde sarhoşluğu ile tanınmış
şahıslardan biri de Revani (Ö. 930/1524) idi. Daima içer, meyhanelerde
dolaşırdı. Her zaman sarhoş ve mahmurdu. Gazelleri de hep bade üzerinedir.
Ayrıca sohbet ve içki adabım anlatan bir işret-name yazmıştı. Sonra ihtiyarlığında
tövbe edip şarabı bıraktı. İstanbul’da bir mescit yaptırıp kendini ibadete
verdi.
Şairlerin üstadı Zati ve Kanuni Sultan
Süleyman devrinin ilmi irfanı ve cömertliği ile tanınmış kazaskeri Abdülkadir
Efendi (Ö. 914/1509) de gençliklerinde içkiye düşkün ve Efe Meyhanesi’nin
devamlı müşterilerinden idiler…
Âhi Benli Hasan (923/1517) de meyhane
müdavimlerindendi. Dostları ile buluşur, Balıkpazarı’na uğrayıp nevalelerini
düzer, meyhaneye öyle giderlerdi. Bir taraftan içerken diğer taraftan şiirler
okunur, sohbet derinleşirdi. Zaten pek az konuşan ve söyleyeceğini daima kısaca
bir mısra ile ifade eden Âhi, bu içki ve sohbet meclislerinde de konuşmaz,
daima susar dinlerdi. Efe Meyhanesi ve Yani Meyhanesi’nde meyhaneciler onu
dilsiz danişmend gelmedi ya” diye sorarlardı...
Sultan Yavuz Selim devrinde yetişmiş ve
pek çabuk şöhret yapmış olan Fizani Ramazan (Ö. 938/1526), ibda kabiliyetine
sahip bir şairdi. Fakat işrete düşkün, harabatı, âvâre bir şahıstı… Kara
Balizade’nin işret ve eğlence meclislerine devam eder, diğer taraftan da
arkadaşları Na’ti ve Levhi’nin kardeşi Nuhî ile Efe Meyhanesi’nden çıkmazdı. Bu
üç arkadaş, meyhanede, seyranlarda, ilim ve şiir toplantılarında daima beraber
idiler.
Galata kadısı Nihalî Ca’fer (Ö. 949/1542)
ve Âşık Çelebi’nin babası Seyyit Ali Matta’ da Efe Meyhanesi’nin devamlı
müşterilerinden idiler. Gençliklerinde medrese arkadaşı olan bu iki şahıs,
beraber ders okur, sonra meyhanede beraber içerlerdi. İçkide sohbette
birbirinden ayrılmazlardı. Sonra ikisi de kadı oldu. Nihali, Yavuz S. Selim
muhasipliğinden uzaklaştırılınca dostları olan devrin büyüklerine sığındı.
İhtiyarlığında kalkıp yürüyemez halde idi. Böyle iken bile içkiyi terk etmedi.
İçki içmesiyle tanınmış şairlerden biri de
Manastırlı Haveri, Ali Çelebi’dir (Ö. 972/1565). Gençliğinde çok içer meyhane
meyhane dolaşırdı. Selanik ve Üsküp kadısı olarak bir zaman İstanbul’dan ayrı
kaldı. Sonra Galata ve Eyüb kadılıklarına beraber tayin edilince, eski meyhane
arkadaşları ile görüşür, eski günleri yad ederdi. Gençliğinde Galata ve
Tahtakale’de o kadar meşhurdu ki, “Galata’da bütün şekerci dükkânlarındaki
şişeler kendisini tanır, Hıristiyan çocukları ezilmesinler diye meyhane
çardaklarına tırmanırlardı. Efe meyhanesinde hiç bir fıçı yoktu ki aylarca
ayılmayıp dibine düşüp kalmıya”. Bu şöhreti unutulmadığından kadılığı üzerinde
dedikodular, şikâyetler oldu ve azledilip Karaferye kadılığı ile İstanbul’dan
uzaklaştırıldı.
Tahtakale’de Efe meyhanesinin devamlı
müşterilerinden biri de Aydınlı Selman’dır. Tahsili sırasında arkadaşları ile
vaktini meyhanelerde geçirirdi…
Sihri de gece gündüz içer, şarapsız
duramazdı. Ömrü meyhanelerde geçerdi. Defterdar Sirozlu Hasan Çelebi’nin
şehreminliğinde kâtibi olmuş, Haleb’e de beraberinde gitmişti. Burada da eski
hayatına, içkiye ve güzeller peşinde koşmağa devam etmiştir. Haleb’de Atpazarı
kâtibi iken bir gece sevgilisini sarhoş edip odasına aldığı için şikâyet
üzerine Haleb beylerbeyi Üveys Paşa, eskiden beri Haşan Çelebiye kızdığından,
onun adamı olan Sihrî’yi hadım ettirdi…
Zamanında sarhoşluğu ile tanınmış
şairlerden biri de Gelibolulu Seyfi’ydi. Daima avare, başıboş ve sarhoş
gezerdi. Meyhaneleri mesken edinmişti. Yine bir gün sarhoş gezerken Tophane’de yüksek
bir yerden düşerek ölmüştür.
Devrinde musikisi ile çok meşhur olmuş,
aynı zamanda şairliği de bulunan Savur da içki müptelası idi. Gençliğinde
meyhane merdivenlerinden düşüp ayağını sakat etmişti, topallardı…
Şeyh Vefa Tekkesi’ne girip Ali Dede’den inabet
alarak şeyh olan Şem ’i, (Ö. 938/1530) hem tasavvuf ehli, hem içki alemlerinden
ayrılmazı rind bir şairdi. Pir Mehmed Paşa’nın yardımı sayesinde yaşar, bazan
hankahda zikirle meşgul olur, bazan camide ibadet eder, fakat bahar geldi mi
elde kadeh meyhaneden çıkmazdı…
Sun’i Mehmed (Ö. 941/1535) Gelibolu’dan
yetişen şairlerin en iyilerinden idi. Gençliğinde Sultan adında bir kadın
sevmiş, ona gazeller yazmış ve nihayet içki mübtelası olup meyhanelere
düşmüştür…
İshak Çelebi’nin (Ö. 949/1542) de gençliğinde
sarhoşluğu ve âşıklığı ile tanınmıştı. Hatta Sahn’da müderris olduğu zamanlar
bile bu hayatını sürdürürdü. Arkadaşları ile meyhanelerde dolaşır, sabah
eşeğine binip medreseye giderken yolda bir güzel görse, peşine takılır dersini
unuturdu.
Daima mest gezen şairlerden bir başkası,
Zari-i Suzeni (Ö. 960/ 1553), usta san’atkar olduğu halde avarelikten dükkânına
uğramaz, yazın deniz kıyısında açık hava meyhanelerinde, kışın Tahtakale
meyhanelerinde şarapla dost sohbetleriyle vaktini geçirirdi. Parası bittiğinde
birkaç zaman dükkânına döner, çalışır, kazandığı parayı yine meyhanelerde
yerdi. Ayrıca çok iyi tanbur da çalardı. Ömrünü böyle saz ve sözle, içki
alemleriyle geçirdi.
İşreti, Mustafa (Ö. 974/1567) da ayyaşlığı
ile tanınan şairlerdendir. Bu yüzden İşreti mahlasını almıştı. İstanbul’da
Rumelihisarı’nda doğmuş, tahsili müddetince şiiri yanında içki iptilası ile de
meşhur olmuştu. Daima sarhoş gezer, meyhanelerden çıkmazdı. Edirne yakınında
Hasköy’de kadı iken Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadesi Bayezid’e intisab
etmiş, Kütahya’da onun yanında bulunmuş, bu arada yine gece gündüz içmiştir.
Nihayet şehzadeyi içkiye alıştırıyor diye yapılan şikâyetler üzerine kadılıktan
ve şehzadenin muhitinden uzaklaştırıldı.
Can Memi lakabıyla anılan Sani de (Ö.
995/1587), meyhanelerden çıkmayan şairlerdendi. Gençliğinde güzelliği ile
meşhurdu. Şeyh Karamanî’ye mürid iken onun idamı üzerine Sani, canını zor
kurtarmış “Şeyhler bezmine yakın olmağa tövbeler ettim” diyerek meyhanelere
düşmüştür. Kanuni Sultan Süleyman’ın şarab getiren gemileri İstanbul-Galata
arasında yaktırınca, mecburen meyhaneyi bırakıp kahvehanelere devama başladı ve
bu beyti söyledi:
Humlar şikeste câm tehi yok vücud-ı mey
Kıldun esir-i kahve bizi hey zamane hey
Kaynak: Divan Haluk İpekten, Edebiyatında Edebi Muhitler, İstanbul, MEB Yayınları, 1996, s. 229-254 (Şairlerin Toplantı Yerleri: Şuara Meclisleri, Dükkanlar, Meyhaneler)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı bekliyoruz.